Doğduğum yurt köşesi bulutlara komşu, şimdi bile
bakirliğini büyük ölçüde koruyan topraklar içindedir. Kışları bembeyaz karlara
bürünen, yazları çiçek cenneti ve yeşillik denizi bir diyar… Çoğunlukla
kudretten bitip büyüyen tanımsız güzel, farklı bir yeşil renkli iğne yapraklı
ormanlarla kaplı dağlar. Çam, ladin,
köknar ağaçlarından öte ahlat ağacına kadar ağaç çeşidi ve gürgen, meşe, kavak
daha nice yayvan yapraklı ağaçlar orman zenginliğini tamamlamakta. Portakal
renginden kahverengine dönüşen ahşap binalar… Kirazdan cevize, vişneden elmaya
kadar çeşitli meyve ağaçlarının oluşturduğu meyve bahçeleri… Ahırlar,
samanlıklar köyün diğer binalarını oluşturur.
Üç yüz
haneli şirin bir köy. Okuluyla, camisiyle, bir elin parmakları sayısı kadar
dükkânlarıyla yaşam dolu bir köyde geçti çocukluk ve ilk gençlik yıllarım.
Bizim köy gibi komşu köylerimizde güzeldir. Aynı özellikte meyve bahçeleriyle
bezeli mahalleler ve alabildiğine geniş ormanlarla çevrili köyler.
Yağmurlar
bol yağar, çayır ve meralar zümrüt yeşilliğini korur. Olanak dışıdır kış
aylarında kara görmek. Çünkü doğa beyaz kürkünü giyer. Uzun kışlar bitmek
bilmez. Her çocuğun bir kızağı vardı. Kızak kaymak, kar üstünde güreş tutmak
köy yaşamında tadına doyum olmayan eğlencelerimizin başında gelirdi. Kartopu,
kardan adam yapma işin tuzu biberiydi.
İlkbahar
gelmesi, havaların ısınmasıyla birlikte çalışma başlar. Daha nisan sonunda köy
okulları tatile girerdi. Alabildiğine geniş okul bahçesinde oyuna doymadan elde
boyumuz kadar uzun bir değnekle bir sürünün başında bulurduk kendimizi.
Aralıksız, sonbaharda okulların açılmasına kadar sürerdi çobanlık serüvenimiz.
Sisli, puslu havalar, yağış çeşitlerinin her çeşidi, özellikle dolu yağışını
yayla düzlüklerinde karşılamak çobanlık yapan her çocuğun yaşadığı sıradan
durumdu. Neyse ki, sonbaharla birlikte okulları açılırdı. Okulların açılmasının
mutluluğu bayram günlerine kavuşmanın güzelliğinden daha da güzeldi.
Çocukluk,
ilk gençlik yılları, omuzlarımıza yüklenen ağır sorumluluklarıyla sona erdi.
Kimimiz okudu memur oldu. Bazılarımız erkenden büyük şehirlere göçüp işçi oldular.
Çok hızlı bir biçimde halkımız köyleri terk edip kentlere yerleşti. Kentlere
yapılan bu göçlerden az çok her yurttaş nasibini aldı. Hızlı kentleşmenin
sancıları hala yaşanmakta gün gün yıl yıl…
Plansızca
yapılaşma sonucu özellikle büyük kentlerimiz birer köy görünümü aldığı olgusu
yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda. Yeşil alansız, çoğu kez parkı olmayan
varoşlar alabildiğine çoğaldı. Dar cadde ve sokaklar, gökyüzünü görmenin bile
olanaklı olmadığı yerden darı bitercesine konutların oluşturduğu mahalleler
topluluğu. Trafik karmaşası. Ülkemizde kent manzaraları böyle… Özellikle
trafiğin çekilmez olduğu, ses kirliliğinin hava kirliliğine at başı gittiği
kentlerde yaşamak durumundayız. İstesek de istemesek de artık geriye dönmek,
doğayla baş başa yaşamak olanaklı değil. Tıpkı bir zamanlar göçmen işçi olarak
Almanya’ya gidip üç beş yıl çalışıp ülkeye dönmek isteyip Almanya’ya kök salan
yurttaşlar gibiyiz. Köyün bakir doğası, soğuk suları rüyalarımızı süslemekte
sadece.
Çift sürmek, çayır biçmek, hayvan beslemek
uğraşı çok gerilerde kaldı. Kentlerin özellikle plansız büyümesi iyice
özletiyor yeşillikler içindeki köyümü. Şimdi tüm benliğimle hissediyorum
doğduğum toprakların ne kadar güzel olduğunu. İlkbaharlarda suları coşkun akan
dereleri, yemyeşil çayırları, türlü çeşit çiçek açan meyve bahçelerinin
eşsizliğini… Bir şanstır benim için o bakir topraklarda doğmuş olmak. Her ne
kadar uzak olsa bile. Şimdi paha biçilmez değerini iyice hissettiğim
memleketimdeki eşsiz güzellikleri anlatmak isterim. Yaz mevsiminde memlekette
gitmek kısmet oluyor. Önünde şırıl şırıl akan diş sızlatacak denli soğuk bir
pınar olan baba evimizi şenlendirdik. Evimizin karşısında alabildiğine gür
yemyeşil ormanımız uzanmakta. Arka balkonumuzdan Koyunlu Köyü’nün altın
çerçeveli evlerini seyrediyorum akşam güneşinin altın ışıklarıyla birlikte.
Daha gerilerde Cin Dağının sivri tepesi ve diğer dağlar sıralanmakta.
İlkbaharlarda
kırlardaki fundalıkların diplerindeki açan mor menekşelerin güzelliği hala
hafızamda dün gibi saklı. Ve kırların zirvesinden Meşeli Köyünün kara
ormanlarını, daha sol tarafta ise sırayla Veli Köyü ve Pınarlı’nın ormanlarla
çevrili ahşap evleri gözükmekte. Bahçeler içinde güzelim ahşap köy evleri.
Evimizden
Ardahan’a doğru yol alırken sağ tarafta yeşil çayırlar uzanır. Yol üzerinde ise
sadece çam ağaçlarının oluşturduğu orman denizi içinden geçilir. Nihayet
ormanların bittiği yayla düzlüklerine varılır. Yayla düzlüklerinin köyümüz
hudutlarındaki Odalar diye adlandırılan yüksek düzlüğe çıkmadan olmaz. Odaların
başından ta Gürcistan sınırına kadar bir kuş bakışı bakışla köylerimiz gözükür.
Ormanların arasında iki katlı evleriyle “ama uzak, ama şirin, ama garipsi” köyler… Tıpkı Tarancı’nın dediği gibi.
Odaların başında bulunmakla kendinizi yükseklerden uçan kartallar kadar özgür
hissedersiniz. Dört tarafta engin ufuklar ve üstümüzde masmavi gökyüzü.
Odaların
başından seyrederken köylerin arkasındaki sıra dağlar, dağlara yaslanan korkunç
yükseklikte kayaların vahşi görünüşü ürpertir ilk görenleri. Bir zamanlar Gürcü
kraliçesi bu kayalara oyulan; çıkılması çok zor odalarda saklanmış güzelliğine
hayran olan âşıklarından. Dağların zirvelerinden istila orduları geçmiş bir
zamanlar. Milis güçleriyle dedelerimiz düşmanlara kurşun sıkmış bu topraklarda.
Yaylalarımızı
geride bırakıp köyümüze en yakın il Ardahan’a doğru yönelelim. Bir zamanlar
kalabalık sığır ve koyun sürülerinin yayıldığı Ardahan yaylalarının tenha oluşu
ilginizi çeker. Artık Doğu Anadolu’dasınız. Karadeniz Bölgesinin gür ormanları
yoktur bu bölgede. Dağları aşıp Ardahan ovasına indiğinizde içinde
mendereslerle bezeli suların yavaş yavaş aktığı geniş platolar çıkar karşınıza.
Yol kenarında kazların bolca gak gak diye öttüğü köylerden geçerek Ardahan
şehrine varırsınız.
Biz ilçemize
dönelim evimizden. Yolumuz üzerindeki Yavuzköy’de mola verip bu köydeki Seyir
Tepesine çıkalım. Seyir Tepesi’nin güneyinde ve batısında dik yamaçlarıyla
dağlar, çevreleri orman, içleri meyve bahçeleriyle süslü köyleri seyretmenin
tadına doyum olmaz. İlginçtir, halkımızın çoğu şairdir. Şairlerin ruh
dünyasından yansımalarından adını almış bir tepemiz var ilçemizde: Efkâr
Tepesi. Adı öykülere, şiirlere girmiş ünlü bir tepe. Bu tepeden dar vadileri,
köyleri, köyleri çevreleyen sıra dağları bir bir seyredip tüm dertler unutulur.
Âşıklarımız efkâr dağıtır. Köylerimizi, doğamızın eşsiz bakir güzelliklerini
anlatmak bu yazının hacmini çok aşar. Köyümüzde büyüyüp sonradan gurbete göçen
bir şairimizi güzel şiiri ile selamlamasak şairler yetiştiren bu topraklara
haksızlık etmiş oluruz:
Sılaya Doğru
Bir hasrettir yine düştü canıma
Bu vasf-ı hallerim sılaya doğru
Felek hisar çekmiş dört bir yanıma
Açılmaz yollarım sılaya doğru
Kılındı bayramlar saflar söküldü
Gurbetliler bir köşeye çekildi
Eller havalandı yaşlar döküldü
Uzattım ellerim sılaya doğru
Hani sallandığım topraklar taşlar
Hani hasret annem hani kardeşler
Hani yaren yoldaş ahbaplar eşler
Açarım kollarım sılaya doğru
Virandır gönlümde bu aşkın şehri
Paslandı hazneler lal u gevheri
Gönül yaylasında aşkın rüzgarı
Esiyor yellerim sılaya doğru
Fani dünya ben feleği bilirsem
Baykuş gibi çok viranda kalırsam
Yanguni der gurbet elde ölürsem
Savrulur küllerim sılaya doğru
Yaz aylarını geçirdiğim doğanın göbeğindeki
evimizi onurlandıran dostlarla buluşuyoruz zaman zaman. Dostlarımla sohbetlerimizin
konusu daha çok kitaplar oluyor. Okuduğumuz öykü ve romanlar, şiirler üzerine
saatlerce konuşuruz. Bu arada sanal dünyada şair-yazar birçok arkadaş edindim.
Türkçemizin engin güzelliği içinde yazılan şiirler, öykülerle iletişim kurduk...
Şiir
ve öykülerini çok beğendiğim bir arkadaşım yazmaya yönlendirdi beni. Bu soylu
eylemim içinde olmamı o arkadaşıma borçluyum. Çok has bir şiiri vardır. Kendisi
Akdenizli olmasına karşın hiç görmediği benim köy evimi, evin önündeki çeşmeyi,
yemyeşil çayırları betimlemişti bir şiirinde adeta… Arkadaşımın o şiiri tüm hümanist duygularımı
coşturdu. Şiirlerin büyülü dünyasına girdiğimde coşkulu duygular sarar ruhumu.
Betimlenen duyguları bir bir yaşarım…
Doğayla
iç içe yazları yaşadığım evime şair-yazar arkadaşımı davet ettim. Söz vermesine
karşın buluşmak, güçlü şiirlerin şairinin ağzından şiir dinlemek olanaklı
olmadı. Oysa ne çok istekliydim bir edebiyat sofrasın etrafında şiir ziyafetine
tanık olmaya. Yaşadıkça nice bahar ve yazlarla göreceğiz elbet. Dilerim
önümüzdeki yaz aylarında şair arkadaşımla buluşmak onuruna nail olurum.