İnce,
cılız bir sesle yatağından kalktı. Eski ,el işi örgü perdeyi araladı ve pencere
pervazına tutundu. Feryat eden ince bir sızı, aynı zamanda huzur hissetti
içinde. Şimdi şehirde olsaydı böyle bir pazar gününde yataktan hiç çıkmazdı.
Daha geleli bir gece olmasına karşın köy havası çok iyi gelmiş, şaşırtıcı bir şekilde
zinde uyanmıştı. Güzel bir kahvaltı yapıp bir an önce dışarıya çıkmak
istiyordu. Az ilerideki; yıllarının
geçtiği, denize kadar uzanan gür ormanda yürüyüşe başlamak ve doğanın sesini ,
yeşilini, ruhunu yeniden hissetmek arzusundaydı. Karşısında bulunan geniş beyaz
dolabı açıp, üzerine giyebileceği bir şeyler aradı. Dolabın en dibinde, gençlik
zamanlarından kalma hırkası duruyordu. Yüzünde ince bir tebessümle, sırtına
geçirdi hırkayı. Odadan çıkıp, tahta merdivenlerin gıcırtısı eşliğinde indi
aşağıya. Ayakları kaymaya başladı birden, sanki havada asılı kalmıştı. Gözleri
karardı, ellerini bulamıyordu tutunmak için. Dünya, ayakları altında dönüyordu.
Burnuna gelen mis gibi kızarmış yumurtalı ekmek ve çay kokusu ile kendine
geldi. İnanılır gibi değil, yıllar sonra evindeydi. Tarifsiz bir şekilde
heyecanlandı. Her şey ; sanki o bıraktığı yerden devam edebileceği gibiydi.
-Kalktın
mı kızım ?
Bu
sesin varlığı her zaman içini ısıtır, kendini güvende hissederdi. Yıllar onu
haliyle yıpratmış, yüzündeki çizgiler derinleşmiş ve belirgin hale gelmişti.
Ama hala çok güzel bulurdu kendisini ayna karşısında.
-Haydi
gel bakalım. Bak sana yumurtalı ekmek kızarttım. Bayılırdın küçükken buna. Otur
bakalım, çayımız da demlendi.
-
Günaydın baba.
-
Erkencisin, iyi uyuyabildin mi bari?
-İyiyim
ben baba, merak etme. Biraz dolaşayım diyorum. Ne var ne yok, gerçi değişmiştir
buralar.
-Gelmiyorsun
ki kızım, nerden bileceksin. Elbette değişti çoğu şey. Önce kahvaltını et de
sonra git nereye gideceksen. Annen zaten kalkamaz, kardeşini bıraksan akşama
kadar uyur biliyorsun.
Baba
kız karşılıklı geçip, oturdular. Bir yandan konuşup öte yandan çok özlediği mis
gibi kokan ekmekleri yiyordu.
Yıllar
oldu be kızım. Niye bu kadar özlettin ki kendini. İnsan arada sırada da olsa
gelmez mi hiç!
Kızının
ifadesinin değiştiğini fark eden adam;
Neyse,
olan oldu. Şimdi buradasın işte, geldin. Hiç gitme artık olur mu kızım hiç
gitme!
Baba
tamam! Lütfen, kahvaltımızı bitirelim. Sırası değil şimdi bunların.
İştahı
kaçıvermişti, dudak büküp elinde çay fincanı, balkona attı kendisini. O cılız
ses yine kulağındaydı. Bakışlarıyla etrafı süzdü. Karşısı alabildiğine yeşil, yeşilliğin
ardında ise masmavi bir açıklık vardı.
Denizin dalgaları onu çağırıyordu. Temiz havayı derin derin içine çekti,
sanki ilk kez nefes alır gibi… Çayından bir yudum alıp bıraktı, acılaşmış ve
soğumuştu. İçeriye geçip, montunu giydi , sonra da evin dışına attı kendini.
Babası arkasından sesleniyordu ancak duymamış, duymamayı tercih etmişti.
Usul
usul yürüyor, adımlarının çıkardığı çıtırtıyı dinlemek hoşuna gidiyordu. O
hüzünlü kuş hep yanı başındaydı. Yol boyu, ağaçları, yer yer büyümüş meyveleri,
kendiliğinden orada burada bitmiş rengârenk, değişik türdeki çiçekleri izledi.
Şehirden uzaklaşmasına sebep olan olaya neredeyse sevinecekti. İster istemez
evinden kopuk kaçtığı günlere döndü. On sekiz yaşlarındaydı, o yaşların depremi
onu bulanık sularda avlanmaya itmişti. Çocukluğu pek parlak geçmemiş, sevgisiz
büyütülmüş bir kadındı. Annesinin haşin, şefkatsiz hallerinden nefret eder,
ancak yine de sabırla, umutla, çığlık içindeki o gecelerin sabahında yine
gülümseyerek kalkmaktan vazgeçmezdi. Hoyrat ve acımasız yalnızlığıyla boğuşurdu
sürekli. Her gece anne babasının çılgınca kavgalarından dolayı yatağın içine
saklanır, orada kendisine bir zırh örerdi. Yorganı ısırmaktan, sabahları
kalktığında dişleri sızlardı. Konuşmaz, gözlerini açmaz, boğuk boğuk ağlardı
yalnızca. Artık dayanamayacağını anladığı bir gün de ormanı, denizi yüreğine
koyup, umut kayığına binip, bilinmeyene doğru yola çıkmıştı. Ve sonra hayatının
içinde çekildi denizler, kurudu, umut kayığı alabora oldu , sustu şarkılar.
Kopardı saçlarını dibinden , saçtı etrafına ve saçsız kaldı. Hüzünler öbek öbek
yüreğinde, severken bile ağlayamadı bir daha.
Bir
kere olsun saçını okşamamasına öfkeliydi hala annesinin. Ve işte yıllar sonra “ Annen çok ağır hasta,
belki de son görüşmeniz olur!” Sözleri
yola çıkarmıştı onu. Otobüs defalarca mola vermiş. Son mola” Dön geriye” dese de başaramamış ve bir sabah kaçtığı
evine bir gece yarısı geri dönmüştü. Dalgınlığından küçük bir köpeğin
havlamasıyla sıyrıldı. Az kalsın patika yolu geçiyordu. Yürümeye devam etti. O
yolun sonundaki mağaradan ödü kopardı çocukluğunda. İçinde yaşlı, çirkin bir
cadının yaşadığına inanırdı. Aklına gelince ister istemez ürkmüş , daha sonra
da gülünç bulmuştu bu durumu. Mağaraya girmeye karar vermesiyle; bir çırpıda patikayı geçip, mağaranın önünde
buldu kendini. Çocukken olduğu gibi bir korku kaplamıştı içini, yine de ne
olursa olsun girecekti o mağaraya. Derin bir nefes alıp, cesurca ilk adımını
attı. Hiçbir şey olmamasından cesaretle diğer adımları da peşinden geldi.
İçerisi oldukça loştu, ağır bir koku da vardı. Sıkıldı ve terk etti mağarayı.
Dışarının aydınlığı umut doldurdu içine. Yorulmuştu, daha fazla dolaşmak
gelmedi içinden. Geriye dönüp yürümeye başladı. Ne yapacaktı şimdi? Ömür boyu
burada kalamazdı ya! Kararsızlığın üzerinde yarattığı bunalımla, şaşkın
adımlarını sıklaştırdı. Avlunun giriş kapısındaki çiti kapattı. Tüm kötülükler
dışarıda kalmıştı böylece. Kuşun yeniden geldiğini hissetti. Bile isteye evin
kapısını açık bıraktı. Kuşta onla beraber eve girsin, odasına girsin, onla
beraber yaşasın istedi.
-Geldin
mi kızım?
-Evet
baba.
Artık kendini hazır hissetmek
zorundaydı. Babasının bakışlarından bu anlamı yakalamıştı. Yıllar sonra
annesini görecekti. Annesinin kaldığı odanın kapısında bir süre bekleyip,
usulca açtı kapıyı. Uzak köşedeki karyolada ; zamanında dalga dalga savrulan,
uzun siyah saçları, şimdilerde yer yere beyaza bulanmış, yüzünde ne anlama
geldiği anlaşılmayan bir ifadeyle öylece , kıpırdamadan yatıyordu annesi.
Tereddütle yaklaştı yanına. Şimdi daha net görebiliyordu yüzünü.
-Sağ
ol kızım.
-Nasılsın
anne? Diyebildi yalnızca derinlerden
gelen bir sesle.
Sadece
derin bir nefes ve ince bir tebessümle karşılık verdi annesi. Ve gözlerini
kapattı ardından. Titreyen elini annesinin beyaz saçlarında gezdirdi kadın.
Gözlerinden akan yaşları durduramıyordu artık. Birden kalkıp, geri geri
yürüyerek dışarıya attı kendisini. Evin ortasına kurulup, saçlarını tel tel çekerek koparmaya başladı.
Halının üzeri saç öbeğiyle dolmuştu. Ağlamak iyi gelmişti ona. Yıllardır
unuttuğu, özlemini çektiği bir duyguydu. Şu ana kadar bekleten bir duygu…
Yerdeki saçlara anlamsız bir bakış atıp balkona çıktı. Gökyüzü ilk defa bu
kadar parlak gözükmüştü gözüne. Sonra birden hava döndü, parlaklığı gri
bulutlar gizledi, derinlere attı. Sicim gibi bir yağmur başladı ardından.
Kaçmadı ıslanmaktan, kollarına bırakıverdi kendini yağmurun. Yeniden gelmişti o cılız kuş, oysa bu defa
sesi çok gür çıkıyordu.