Doğu Karadeniz Bölgemizin uzak bir dağ köyüne
gidelim. Yüce dağların eteklerine yaslanmış bir garip köy. Üç mevsimi altı ayda
yaşayıp geriye kalan mevsimi ise altı ay bembeyaz karlar altında yaşayan bir
köy. İnsanlar, gürbüz, sıhhatli. Genç kızlar kiraz dudaklı. Erkekler, yüzleri
güneş yanığı esmerleşmiş koç yiğitler.
Havaların
el verdiğince ekim, dikim işleri yapılır. Nisan sonlarında başlayan ekim işleri
mayıs ayının ortalarında sonlanır. Ağustos ayı ekinler, çayırların biçimi
yapılırdı köyde. Eylül bilemedin ekim ayları yediden yetmişe bütün köy halkı
seferberlik içinde olduğu acı çalışma zamanlarıdır.
Bir
taraftan mısırdan, fasulye, soğan, kabak ne kadar ürün varsa devşirilir.
Tahıllar yıkanıp temizlenir, köy değirmeni için köylüler sıraya girer. Her aile
altı ay yetecek un öğütür değirmenlerde. Bir taraftan dağların başını
beyazlatıp geldiğini haber veren kış için odun hazırlığı yapılır. İzin
müddetinde gece-gündüz bir birine eklenerek odun taşınır kağnı arabalarıyla…
Ekim
sonunda soğuk rüzgârlarla başlar. Kar hiç beklemez. Kasım başlarında her taraf
beyazlara bürünür. Hayvanlar içeri alınır. Köy sessizliğe gömülür ta nisana
kadar.
Köyün kendisine yetecek kadar zanaatçısı
vardır. At ve öküzleri nallayan Hasan, Zikri ustaların namı komşu köylerde de
söylenir. Necmettin, Nafiz, Enver ustalar her zaman aranan yapı ustalarıdır.
Ali ve Zülfikar ustalar soğuk demirci ustalarıdır.
Zülfikar
Ustanın demirci dükkânında çekiç sesleri köyün karşısındaki ormanlarda
yankılanır. Kırklı yaşlarda orta boylu, halterciler gibi geniş omuzlu güçlü
kuvvetli bir ustadır Zülfikar usta. Yaptığı işlerin kalitesi bakımından eline
su döken bir usta yoktur ne yakın köylerde ne de ilçenin diğer köylerinde. Demirden
adam yap dense, körüğünü çalıştıran çırağına bir nazar edip işe koyulurdu.
Demirden adam yapılır mı? Zülfikar usta için başarılamaz bir iş olamazdı. Öz
güveni tamdı. Kalın siyah bıyıkları, kömür karası gözleri ve gür kaşlarıyla eski
zaman savaşçıların farksızdı.
Kışın
gelmesi, yolların kapanması köy halkını memnun etmezdi. Ustamız için bir mola
tatil zamanları olurdu kış ayları. Yarım kalan işlerini tamamlardı öncelikle.
Nihayet en mutlu olduğu meşguliyetinin zamanı gelmiş olurdu. Karın yolları
kapama zamanını bayram sabahını özleme bekleyen çocuklar gibi beklerdi. İşte
beklenen zaman geldi demektir Zülfikar usta için.
Hazırlığını
bir gün önceden yapar. Misafir odasında aslı bekleyen tüfeğini çıkarır. Fişekliğini
hazırlar. Deri çantasına en az bir günlük erzak koyar. Sabahın olmasını
sabırsızlıkla bekler. İmam sabah ezanı okurken yola koyulur. Namazda, ezanda
fazla işi olmaz. Daha zaman var. Kırk beş yaştan sonra beş vakit namazını
geçirmeyeceği konusunda sözü var kendisine.
Ver
elini dağların yamaçları. Geçen kış avladığı yaban keçisini ilk gördüğü andaki
heyecanını hissetmeye başlar av için yola çıktığında. Tek başına avlanmaktan
hoşlanırdı. Bir geyik, bir yaban keçisi gördüğü zaman nerede olduğunu unutur kısa
süre nefes almaz kıpırdamadan dururdu. Daha sonra avını avlamak için en uygun
pozisyonu kollardı. Attığını vurur. Boşa mermi harcadığı çok nadirdi.
Hayli
yol aldı. Yarım metreye yakın kar yağmıştı. Bir saate yakın yürüdü. Önünde
alabildiğine dik yarlar vardı. Dikkatlice yürümesine devam ediyordu. Küçük bir
dikkatsizlik düşünemeyeceği kötü işler açardı başına. Dengesi sarsılsa yamaçta
tökezleyip karların içinde yuvarlanması olasılık dışı değildi.
İçinde
bir sıkıntı vardı. Taze karları yararak geçen yıllarda avlandığı kayaların yol
vermez sarp yamaçlarına yaklaştı. Hayli yorulmuştu. Kısa bir süre dinlenmek
istedi. Uzun uzun soluklandı. Gününde değildi. İçinden devam etmek gelmiyordu.
Bu kadar yürüdükten sonra geri dönmekte işine gelmedi. Yola devam.
Aniden
bir rüzgâr çıktı. Ağaçlardan, yamaçlardan taze karlardan oluşan sis bulutu
oluştu. Göz gözü görmez oldu. Zülfikar
Ustanın içine bir korku düştü. Birkaç adım atıp ilerisindeki ulu ağaçların
altında rüzgârın geçmesi beklemek için hareketlendi.
Ne olduysa
o anda oldu. Ayağı boşa geldi. Karlar içinde yuvarlanmaya başladı. Düzeleyim derken tehlikeli bir yarın içine
düştü. Ne kadar süre yuvarlandığının farkında değildi. Nerede olduğunun
ayrımına varması mümkün olmadı.
Derin
bir uykudan uyanırcasına gözlerini açtı. Sağa sola baktı. İçindeki korku
büyüdü. Yarı karanlık, bir kulübe genişliğinde mağaranın içinde olduğunu fark
etti. Her tarafı ağrıyordu. Gözlerini iyice açınca yanı başında üç yaşında iri
tosun büyüklüğünde bir ayı kendisini seyrediyordu. Tüfeği boynuna aslı
duruyordu.
Sorun
büyüktü. Tüfeğe davranacak güç yoktu kollarında. Zaten kendisini dikkatle
izleyen ayının en ufak bir hareketine karşı nasıl bir tepki vereceği meçhuldü.
Ayı bu! Kızdırmaya hiç gelmez! Sessizce beklemekten başka yapılacak bir yoktu.
Zülfikar usta kımıldamadan beklemeye başladı. Gözlerini konak sahibi ayıdan
ayırmıyordu. Ayı da davetsiz konuğunu gözlüyordu şaşkın şaşkın…
Kış
günü. Hemencecik akşam oldu. Zülfikar ustanın evinde telaşe başladı. Bir türlü
avcımız evine dönmedi. Heyecanlı bekleyiş başladı. Zamanın geçmesini
sabırsızlıkla beklediler. Zekiye kadın, iki kız, bir oğlan baş başa verip kara
kara düşünmeye başladılar. Acep evin direği Zülfikar Usta gece ilerlemeden eve
dönebilecek miydi?
Öykü devam edecek…