Eşi
yeni doğum yaptığından, batıl inanışlara tutsak annesinin yatağından ettiği
Caner, salondaki kanepede yatıyordu. Sağa sola dönüp durmaktan bir türlü
uyuyamayınca öfkeyle yerinden kalktı.
Yastığı
elinde, yarı kapalı, uykulu gözleriyle;
-Aman
öf be! Başlarım şimdi al karısına da lohusalığınıza da!
Söylenerek
daldı yatak odasına.
Karşısında; upuzun boylu, bir deri
bir kemik, ters ayaklı, dizlerine tutunan memelere sahip, sarkık dudaklı, kadın
mı erkek mi olduğu belli olmayan, yaratıkvâri bir şey duruyordu. Oda loş,
uykulu gözleri buğuluydu. Bir rüyanın içinde olduğunu düşündü Caner. Sırtı
dönük yaratığın, sol sıska kemikleri arasında bebekleri, kafasını eğdiği
yerdeyse eşi Eda vardı. Nefes almadan, iştahla bir şeyler yiyordu. Merakı
korkusunu yenmeye yetti. Tinsel varlığa yaklaştığında inanamadı gözlerine. Eşi
Eda, kanlar içinde hareketsiz yatıyor ve ne olduğu belirsiz varlık; iç
organlarını yiyordu.
Haykırdı;
-Bırak
onları! Kimsin sen? Defol!
Duyduğu
sese, zalim kanlı gözlerle dönüp bakan canavar, umursamadan yemeğine devam
etti. Bir şeyler yapmalı, en azından bebeği kurtarmalıydı. Bütün bunların
gerçek olmadığını bilse de çıkar yol bulmalıydı. Saniyelik bir anda annesinin
sözleri şimşek gibi çaktı zihninde.
“Aman
oğlum, bak sakın unutmayın! Albıs çok tehlikelidir. Her kılığa bürünüp kandırır
insanları. Özellikle lohusa kadınlara musallat olur! Tek kurtuluş yolu;
kandırıp, göğsüne bir iğne saplamaktır. Bakın, her ihtimale karşı şu yastığın
altına iğne bırakıyorum.”
Cesaretini
toplayan Caner, halının üzerine düşmüş al yazmayı alıp, sallayarak;
-Hey
bırak karımı katil! Bırak!
Hırsla
dönen tinsel varlığın zalim bakışları genişledi. Tiz, ürkütücü bir çığlık attı.
Bu fırsatı değerlendiren adam, yastığın altındaki iğneyi aldı. Çevik bir
hamleyle göğsünün tam ortasına batırdı. Canavar anında insan şekline büründü.
Sapsarı, uzun lüle saçlı, şişmanca, cilveli, şuh kahkahalar atan, sarı
elbiseli, çok alımlı bir kadına dönüştü. “Evet, gerçekten bir rüyadayım ben!”
Diye düşünürken, bebeğin ağlamasıyla kendine geldi.
-Bebeği
bana ver!
Karşısındaki
kadın, bebeğe daha bir sıkı sarıldı.
-Bırak
çocuğumu katil! Bırak!
Boşunaydı
çığlıkları. Kimse duyamazdı. Kendilerine ait bahçe içinde, müstakil bir evde
oturuyorlardı.
-Efendim,
size yalvarıyorum. Serbest bırakın beni!
Korkudan
geri geri çekilen Caner;
-Defol
git. Gelme üstüme!
Kadın,
sarı saçlarını savurarak gittikçe yaklaşıyordu.
-Canım
efendim. Bırakın beni gideyim. Yalvarırım, beni serbest bırakın.
Sesi; öyle tatlı, baştan çıkarıcı, her hali öyle
davetkardı ki aklından geçenlere hayret etti Caner. Tamamen kadının etkisi
altındaydı.
-Bırak
peşimi! Ne istiyorsun bizden?
-Efendim,
siz artık benim sahibimsiniz. Siz emredin, arzu edin yeter ki. Ne isterseniz
yapmaya hazırım.
Geri geri gitmenin sonunda,
kendilerini Caner’in yattığı kanepede buldular. Karşı koyamadığı bir arzu
doldurdu içini. Kendisini azgın şehvetin kollarında buldu. Her geçen an kadın
onu anafor gibi çekiyordu. Sarı elbisesini çıkardı üzerinden. Tarifsiz derecede
çekici bir kadın vardı karşısında. İri memelerinden arzu fışkırıyor, yaydığı rayihada
esrik bir aleme akıyordu. Kadın, kulağına eğilip bir şeyler fısıldayarak ; iri
memelerinden birini Caner’in ağzına tıkarken, diğerini omzuna yerleştirdi.
Adının Kuyu kızı olduğunu öğrendiği bu tehlikeli canavarın artık içinde olmak
istiyordu. Son bir gayretle amacına ulaşıp arzularının esiri oldu. Bütün gece,
her şeyi unutup, hiç yaşamadığı büyülü bir alemde; ter, koku, haz denizinde
dalgalanıp durdu.
Sabah gözlerini açtığında, dün
geceki rüyanın etkisindeydi. İçeriden gelen ses, yaşadıklarının gerçek olduğunu
anlamasını sağladı. Parmak uçlarında
yürüyüp, sesin kaynağına ulaştı. Kuyu Kızı, bir memesini bebeğin ağzına koymuş,
emziriyordu. Masaya baktığındaysa hayret etti. Bir tek kuş sütü eksik dedikleri
türden bir kahvaltıydı. Bir yandan öfke doluydu Caner. Dün gece evinde katliam
yapıp ardından kendisini ayartmıştı. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi evin
hanımı rolüne bürünmüştü!
Yatak odasına geçti. Eşi orada, iç organları
paramparça, kanlar içinde yatıyordu. Utandı. Tiksindi kendinden. Eşi orada feci
şekilde can verirken, kendisi katille sabaha kadar zevk deryasındaydı. Oysa,
eşini severdi. Olup bitene anlam veremedi. Şu an yapması gereken şey bu kadının
elinden bebeğini ve kendisini kurtarmaktı. Sessizce, salondaki sehpanın
üzerinden telefonunu alıp banyonun kapısını kapattı. Titreyen sesiyle annesine
olup biteni anlattı. Nefesi daralan anne, ağlamaya, feryat etmeye başladı.
-Ah
yavrum. Ah kadersiz Edam benim. Nasıl kıydılar sana nasıl!
Aslında
gelin kayınvalide birbirlerini hiç sevmezlerdi. Annesinin verdiği aşırı tepki
tuhafına gitti.
-Torunum
nasıl?
-İyi
anne o. Ama hemen gelmen lazım.
-Tamam
çocuğum. Kapat hemen geliyorum.
Banyodan çıktığında, mutfak kapısında
bekler buldu Kuyu Kızını. Cilveli halde yaklaşıp;
-Efendim
günaydın. Kahvaltınız hazır. Dedi.
Aklına
dün gece olanlar gelince uzak durdu kadından.
-Canım
efendim. Ne kadar da yakışıklısınız. Size hizmet etmek onurdur. Buyurun masaya
lütfen. Beni ne zaman affedeceksiniz efendim? Ne olur bağışlayın beni. Bir daha
asla…
-Sus!
Susmak
yerine, azimli bir telaşla cümlelerini peş peşe sıraladı. Zilin sesini duyar
duymaz uçarak açtı kapıyı Caner.
Nefes
nefese içeriye giren anne;
-Hani
nerede o kan emici? Göster!
-Aman
da aman buyurun efendim. Hoş geldiniz evimize. Ne kadar narin bir kadınsınız
öyle!
Karşısında,
genç ve güzel bir kadın duruyordu. Bu kadın Albıs olamazdı. Oğluna hayretle
dönüp;
-Oğlum
nerede o ? Bu kadın da kim hem?
-Adım
Kuyu Kızı. Deyip, dizlerini kırarak selamladı kadını.
Şaşkınlıktan,
ağzı inşaat kepçesi gibi açılan kadın;
-Kuyu
Kızı mı? Olamaz!
Büyük
bir hayal kırıklığı yaşadı. Karşısında; bir dudağı yerde bir dudağı gökte,
çirkin, korkunç bir canavar görmeyi beklemişti. Oysa gördüğü Albıs, artistler
kadar güzeldi.
-Bunun
neresi Albıs? Oğlum sen kendine dost mu tuttun? Sabredemedin mi birazcık? Hani Eda nerede?
-Anne,
dur bekle anne!
Yatak odasında kanlar içinde yatan gelinini
görünce çığlık attı.
-Ahh
yavrum!
Annesini
omuzlarından tutup, salona getirdi Caner.
-Kuyu
kızı, bize birer kahve yapar mısın?
Hiçbir
tepki alamayınca bir kez daha tekrarladı.
Az
öncekinin aksine kahkahadan gözyaşlarını tutamıyordu kadın. Kuyu kızı da eşlik
ediyordu ona göbeğini tuta tuta. Caner, annesinin sinir krizi geçirdiğini
düşündü.
-Anne,
anneciğim, tamam sakinleş artık.
-Yavrum
dur korkma… Ayy!
Oraya
buraya kaçışan sözcükleri bir türlü toparlayamayan kadın derin bir soluk aldı.
-Oğlum,
Albıs, yani kuyu kızı sen ne dersen onun tersini yapar.
-Gerçekten
mi?
-Dene
de kendin gör!
Annesine
inanmayan Caner, dalga geçerek;
-Kuyu
kızı bize birer kahve yapma! Dedi.
Koşarak
gittiği mutfaktan, elinde tepsiyle döndü Kuyu Kızı.
-Haklıymışsın
anne.
-Ne
güzel işte bedavadan hizmetçin var artık. Karın da öldü. Al sana kadın!
-Anne,
şakanın sırası değil. Eda’nın ölüsü kanlar içinde yatıyor içerde. Polise haber
verelim!
Sözünü
kesti oğlunun;
-Ne
polisi oğlum saçmalama! Ne diyeceğiz polise? Kim inanır Al Karısına söyle kim?
Seni suçlarlar hemen. Ben hapislerde çürümene göz yumamam!
-Ne
olacak peki anne?
-Ne
mi olacak? Derin bir nefes alıp bahçeye baktı kadın.
Akşam karanlığı çökünce Caner,
annesi ve Kuyu Kızı bahçedeki incir ağacının dibine derin bir çukur kazdı. Ceseti
çukura attılar. Fark edilmemesi için de toprağı iyice düzleştirdiler. Verilen
emirleri itiraz etmeden yerine getiren Kuyu Kızı da gece boyu kanlı odayı
temizledi.
Caner, yumuşacık yastığa başını
koyup yatağına uzandığında huzur doluydu. Eşinin ölümü, üstelik bu şekilde
olması çok da sarsmadı onu. Bebeğe bakmak için doğrulduğunda , Kuyu Kızı ;
bütün çekiciliği ve güzelliğiyle sarı elbisesinden şehvet dalgaları yayarak
yanına yaklaştı. Sarmaş dolaş kadının tesirinde , zevk aleminde yitirdi
kendini. Gizemli, egzotik bir teslimiyetle; aklında ne bebek ne de ölen eşi
vardı. Sadece kadının kölesi olmak istiyordu.
Müthiş tarifsiz bir haz, soluksuz heyecan yaşadı.
Ne çabuk sabah olmuştu. Yatağında
esnerken, duyduğu seslerden evde birileri olduğunu anladı. Telaşla fırladı
yataktan. Üniversiteden bu yana görüşmediği arkadaşlarıydı gelenler.
-Caner
nihayet! Kalkıyorduk az kalsın.
-Hoş
geldiniz.
-Hoş
bulduk eşinle tanıştık biz de sen yokken.
-Aaa
öyle mi ? Harika biridir Eda! Diğer arkadaşına dönüp ; Sen nasılsın Koray ?
-İyi
nasıl olsun iş güç.
-Canım,
senin eşin esmer değil miydi? Yani öyle hatırlıyorum fotoğraflardan.
-Zeynep,
saçını boyatmıştır yani sorduğun soruya bak!
-Bir
dakika hayatım! Eşine sus diyen bir bakışla baktı. Hem pek konuşmayı sevmiyor
sanırım Eda Hanım.
Yutkunarak
konuşan Caner;
-Zeynep,
siz malum gelememiştiniz düğüne. Eh hamilelikti bebekti, derken kilo aldı Eda. Dedi.
Kuyu kızının hazırladığı masaya
oturdu herkes. Onu izleyenlerin karşısında öyle bir iştahla yedi ki donup
kaldılar. Nefes bile almadan, çiğnemeden, masada tek bir kırıntı bile
bırakmadan her şeyi silip süpürdü. Yemekten sonra aniden kalktı misafirler.
Kuyu kızı açılan paketin ardından mutfağa saklandı. Bebek için al renkli bir
tulum getirmişlerdi. Gülümsedi kaçışına Caner.
Aradan zaman geçti. Hayatlarından
şaşırtıcı şekilde memnunlardı. Kuyu Kızı, etrafını ışığıyla büyülüyordu.
Şehvet, neşe, bolluk içinde geçiyordu zaman. Kanlı geçmişi neredeyse unutuldu.
Caner, Kuyu Kızına sonsuz bir aşkla bağlıydı. Ama yine de içini kemiren bir
şüphe vardı. O yüzden evde tek başına bırakılmıyor, bahçeden dışarıya bir adım
bile atmasına izin verilmiyordu.
Caner’in evde olmadığı, annesinin de
uyukladığı bir gün, bahçeye, oradan da sokağa adımını attı. Kendi aralarında
oynayan çocuklara yanaştı.
-Çocuklar,
sizden bir şey rica edebilir miyim? Çok sakar bir kızım ben. Şuradaki evde
oturuyorum. El işi işlerken, şu gördüğünüz iğne saplandı göğsüme!
Gözleri
kocaman kocaman açılan çocuklar tek çaresiydi. Çünkü yalnızca çocuk eli
kurtarabilirdi onu bu esaretten.
-Ben
çok korkak da bir kızım. Rica etsem şu iğneyi çekip alır mısınız göğsümden?
Çocuklar
aralarında “Ben çıkaracağım, yok sen
çıkaracaksın!” Diye tartışmaya başlayınca , bir taraftan eve bakarken;
-Hey
durun bakalım. Kavga yok. Her biriniz sırayla iğneyi biraz çeksin. Böylece hep
birlikte çıkarmış olacaksınız!
Çocuklar alkışlar eşliğinde sırayla
iğneyi çekti. Son hamle sonrası iğne tamamen çıktı. Yeniden canavar görünümüne
kavuştu Kuyu kızı. İntikam dolu bakışlarla eve yürüdü. Bahçeden geçerken ,
ortadaki küçük havuza kötü ruhlar tarafından hapsedildi. İnsanlara hizmet
ettiği gerekçesiyle en ağır cezaya çarptırıldı. Karanlık ruhlar mezarlığına
gönderildi. Kuyu Kızının ardından, kırmızıya bulanmış derin bir su birikintisi
kaldı. Her şey çocukların gözleri önünde gerçekleşti. Fakat kime anlattıysalar
gülüp geçti.
Caner, kana bulanmış havuzun başında
hayal kırıklığı içinde dikildi. Karanlık çöküp, şiddetli fırtına eşliğinde
yağmur başlayınca evine girdi. Çocuğunun boynuna gömdü yüzünü. Yağan yağmurun
sesinde derin uykusuna daldı. Sel olan yağmur suları, Kuyu Kızının izlerini
önüne katıp, hatıralarını alıp götürdü.