“Ünlü tasarımcısı Aydan Gürsel’in inanılmaz
geçmişi!”
Bilgisayar ekranından yayılan ışığın tam
ortasına bağdaş kurmuş; büyüyüp küçülen yazının kendisiyle alay etmesine izin
veriyordu.
“Gördün mü? Oh olsun sana! Geçmişini
silemezsin demiştim değil mi?”
Saatlerdir bir heykel gibi oturuyor ve gözleri
sabit bir noktada derin derin düşünüyordu. Kendisini dış dünyadan soyutlamıştı.
Aralıklı olarak çalan telefonunu kapattı.
Ve tekrardan derin düşüncesine daldı.
-Aydan!
Hadi kızım ya!
-Tamam!
Patlamayın, geldim.
Şişman,
rengârenk çiçek resimleriyle bezeli karavanın direksiyonundaki uzun saçlı genç;
-Aydan’da
bindiğine göre hareket edebiliriz artık. Dedi.
Gaz
pedalına sonuna kadar bastı ve süratle yola çıktı karavan. Son ses açık olan
hoparlörden dökülen gürültülü müzik eşliğinde, elden ele esrarlı sigara
dolaşmaya başladı. Dünya umurlarında değildi.
Üzerinde salaş kıyafetler olan, uzun, karışık
saçlı bir erkek, koltuğun üzerine çıkıp, güçlükle ayakta durarak konuşmaya başladı.
-Arkadaşlar!
Unutmayalım ki bu bir yaşam tarzı. Ayak uydurulması gereken, özümüze inmemizi
sağlayacak bir tarz! Haa çok fazla eğlence garantidir. O halde eğlencenin
dibini görelim!
-Evettt!
-Yaşasınn!
Tempo
sesleri ve alkış eşliğinde kamp kuracakları yere ulaştılar. Şehirden oldukça
uzak, ıssız, yemyeşil bir ormanda buldular kendilerini.
Karavanda konuşma yapan hırpani kılıklı genç;
-Evet
arkadaşlar! Bundan sonra yaşam alanımız burasıdır. Herkes kendisine verilecek
görevi yerine getirmekle hükümlüdür! Dedi.
Aydan, talimatlar yağdıran sevgilisine
hayranlıkla bakakaldı. Sırf ona olan aşkından bu kafileye katılmıştı. Oysa hiç
tarzı değildi böyle bir yaşam. Alışık olduğu rahat hayatı özlemeye başlamıştı
bile şimdiden.
-Hadi bakalım Aydan, al şunları. Çamaşırlar sende! Dedi esmer, kâkülleri gözünün içine dalan kız.
-Niye
bendeymiş ki sizin kirli çamaşırlarınız?
-Uzatma
prenses! Burası babacığının villası değil. Mızıkçılık yapmaya başlama şimdiden.
Gelmeyecektin kızım o zaman!
-Bana
bak Emel!
-Baktım!
-Ben
kimsenin kirli çamaşırına elimi sürmem. O kadar!
-Ulaş!
Sevgiline sahip çık! Yoksa karışmam!
-Tamam…
Sakin olun.
Ulaş,
sakinleştirmek için kolunu okşadı Emel’in.
Emel, kalkıp karavana kapattı kendisini.
Aydan ise hırsından çimleri çekip koparmakla meşguldü.
-Bak
Aydan. Emel haklı. Buraya gelmeyi göze aldıysan kurallara da uymak zorundasın.
Yemeğini yapan biri olacaksa sen de onun çamaşırını yıkamalısın. Dersen ki ben
yapamam, işte yol. Seni engelleyen olmayacaktır!
Karmakarışık
saçlarını sertçe kaşıyıp, sırtını döndü Aydan’a.
-Ulaş!
Dur canım. Tamam. Ne gerekirse yaparım.
Biraz gergindim. Özür dilerim.
-Aferin benim anlayışlı, uysal sevgilime. Deyip, mükâfatlandırır gibi uzun uzun öptü dudaklarından.
Gece olunca, kampın ortasında ateş yakıldı. Karavandan
yayılan yüksek sesli müzik eşliğinde; esrar çekiliyordu. Gecenin alevine,
yakılan ateşin alevi karışıyordu. Alkol ve esrarın verdiği cesaretle soyunmaya
başladı Emel.
-Evet!
Var mı bakalım cesareti olan? Bana katılsın.
Teker
teker soyunmaya başladı diğerleri de.
“İşte
hippi ruhu!” Diyerek çığlık attı Emel.
Çılgınlar
gibi dans ediyor, kâkülleri yüzünü yalıyordu. Elinden çekerek Ulaş’ı kaldırdı.
Sevgilisinin soyunduğunu gören Aydan,
garip karşılasa da ayak uydurmaktan başka çare göremedi. Kendisini bir
anda, çırılçıplak kalmış bir fotoğraf karesinin tam ortasında buldu.
O
fotoğraf, tüm gerçek çıplaklığı ile gözlerinin önünde duruyordu işte. Beş, altı
erkeğin ortasında duran kendisi, çıplaklığından gurur duyan haliyle, kadraja
gülümsüyordu. Olanlara inanamıyordu. Nasıl olmuştu da bu olayı meydana
çıkarabilmişlerdi?
Fotoğraf
çekiminden sonra ağır uyuşturuculara gelmişti sıra. Artık her şey çığırından
çıkmaya başlamıştı. Aydan’ın damar yoluyla aldığını fark eden ulaş;
-Sen
alışkın değilsin. Başımıza iş açacaksın!
-Karışma
bana, olmaz bir şey!
-İyi
tamam! Deyip olduğu yerde sızıp kaldı Ulaş.
O gece; köylüler olmasaydı bugünlerini
göremeyecek olan Aydan’ı hastaneye tam zamanında yetiştirdiler. Ailesi,
kızlarının uyuşturucu komasına girdiğinden haberdar edilince şok yaşadı.
Ayrıca; bu olayın yanı sıra ortada, yanarak ölen bir kadın vardı. Ve bir
numaralı şüpheli gözüyle bakılan da Aydan’dı.
Gençlerin tümü sorguya çekildi.
-Ben
uyuşturucunun etkisiyle sızmışım. Bir şey görmedim.
-Ne
biliyorsan anlat!
-Gündüz,
Emel ile Aydan tartışmışlardı. Belki o kafayla… Bilemiyorum işte.
-Konuş,
anlat!
-Belki
de ateşe o attı Emel’i.
Sıra
Ulaş’a gelince;
-Neden
kendi kendisini yakmış olma olasılığını değerlendirmiyorsunuz ki? Olamaz mı?
-Konuşma
lan! Senden mi öğreneceğiz işimizi?
Sözleri
üzerine sert iki yumruk yediğinde;
-Belki
olabilir. Aydan’la tartışmışlardı. Dedi.
Diğerleri
de Aydan’ın ismini verdiler. Tuhaf bir şekilde, Aydan’dan intikam alıyor gibiydiler.
”Nasıl olsa komada, belki de ölecek!” Düşüncesi, acımasızca davranmalarına
kolaylık sağlıyordu.
Komadan
çıkan Aydan’ın da ifadesine başvuruldu.
-Ben
bir şey görmedim. Emel’i son gördüğümde ateşin etrafında dans ediyordu. Hepsi
bu.
-Arkadaşlarınız
öyle demiyor ama. Emel’i sizin ateşe ittiğinizi söylüyorlar.
-Hayır!
Adam,
ses tonuna gizemli bir hava katarak yaklaştı;
-Kıskançlıkla
ittiğiniz söyleniyor Aydan Hanım, iyi düşünün!
-Hayır,
ben bir şey yapmadım diyorum size! Yapmadım! Sinir krizi geçirmesi üzerine
sorgusu yarıda kesildi.
Babası oldukça saygın bir iş adamı olduğu için
bir şekilde olayın üzerini kapatmayı başardı. Aylar süren uzun tedaviler ve
krizler eşliğinde günden güne eridi Aydan. Kendisini tanıyamaz hale geldi.
Yaklaşık bir yıl süren tedavi ve kontrol sonrası apar topar yurt dışına
gönderildi. Geçmişinden, arkadaşlarından
geriye en ufak bir iz kalmamıştı artık. Ne adlarını ne sanlarını duymadı bir
daha. Uzun ve kaliteli bir eğitim döneminden sonra ülkeye dönüp babasının
işlerini devraldı.
Geçmişine
ait o utanç fotoğrafının bilgisayar ekranından kendisine bakışına daha fazla
katlanamadı. Gerekli yerler aranmış, ancak fotoğraf hala sitede yayınlanıyordu.
Kapıyı
kırarcasına yumruklayan eşi, bağırmaya başladı.
-Aç
şu kapıyı Aydan aç!
Usulca
kalkıp açtı kapıyı ve geriye çekildi.
-Gördüklerim
gerçek mi Aydan? Bir şey söyle?
-Evet.
-Şaka
de ne olur! Bütün bu olanlar… Aklım almıyor!
Bakışları
yerde, sadece susuyordu.
-İki
çocuk annesi, ünlü tasarımcı Aydan Gürsel! Sen ne dediğinin farkında mısın?
-Canım,
çok gençtim.
-Evet…
Gördük bütün ülkece! Beni enayi yerine koydun. Yıllarca sakladın. Uyuşturucu
kullandığını bile bilmiyordum.
-Ekrem!
Bir dinle hayatım. Babam öyle istedi. Silinenleri geri getirmek, yaraları
kanatmaktan başka neye yarardı ki?
-Bitti…
Bak şimdi daha iyi oldu her şey. Bit – ti!
-Ne?
Ne bitmesi?
-Boşanıyoruz!
Kadının
tepkisini bile beklemeden çarpıp kapıyı çıktı.
Aklından
tamamen sildiği, yıllar öncesine ait, puslu bir hatanın hayatını mahvetmesine
inanamıyordu kadın. Oysa yaşamı ne kadar da güzeldi. Pahalı, ithal kıyafetler,
lüks evler, villalar, arabalar.
“Rakip
firmanın işiydi bu kesin. Evet… Evet!”
Hemen
telefonuna sarıldı.
-Alo!
Her şeyi sildirin. Ne gerekiyorsa yapın… Daha fazla bekleyecek sabrım kalmadı.
Hemen dedim! Peki, teşekkürler.
Kapatıp,
ardından başka bir numarayı aradı.
-Alo!
Ben Aydan Gürsel. O ihaleden vazgeçtim. Evet. Öyle gerekti. Anladım ama şu an için şartlar
bunu gerektiriyor. İyi günler size.
Babasının
yıllar önce yaptığını şimdi kendisi yapıyor, geçmişini bir kez daha siliyordu.
Şafağın
pembeliğine kadar balkonda oturdu tek başına. Uykusuzluk ağır bastı. Koltukta sızıp
kaldı. Tıpkı gençliğinde, o gecede
olduğu gibi.