Yaklaşık
yarım saattir, her açıdan kendisini süze süze bitiremedi ayna karşısında. Memnun muydu yoksa şikayetçi
miydi gördüklerinden bir türlü karar veremedi. Beyaz bir kazak üstünde, altında
ise gençler arasında moda olan yüksek belli kotlardan biri vardı. Doğala yakın
sadelikteki saçları ve makyajı da büründüğü rahat havayı destekliyordu. Ayağına
geçirdiği gençliğini alıp dışarıya çıkacakken, telefonu çaldı. Açılması mecburi
olan, eğer açılmazsa sürekli rahatsız edecek cinsten bir aramaydı.
-Efendim
Ahmet? Hayırdır sabah sabah? Rüyanda mı gördün beni?
-Sevinç!
Halam vefat etti.
-Nee! Hahahayyy.
Dur
durak bilmiyordu kahkahaları ve ara sıra özür dilemeleri kesik kesik. Ne dediği
de anlaşılmayacak şekilde kelimeler kahkahaları arasında, kekeme bir çocuğun
konuşması gibi boğulup gidiyordu. Adam bu haline pek de tepki göstermedi.
-Geleceksin
değil mi? Severdi halam seni biliyorsun.
-Hiç
de sevmezdi.
-Neyse.
Zaten senin gibi birinin cenaze ortamına katılması sakıncalı.
-Geliyorum.
Orada görüşürüz.
Aklına;
az sonra yeni biriyle tanışmak üzere randevuya gideceği geldi birden. İptal
etmekten başka çaresi yoktu bu durumda. Adamı aradı, uzun çalışlar sonucunda
bir ses;
-Alo?
-Alo,
merhaba. Buluşma yerine ulaşamadığınızı umut ediyorum.
-
Hayır, henüz ulaşamadım. Geciktim mi yoksa? Kusura bakmayın.
-
Yok, hayır hayır. Ben buluşmaya gelemeyeceğimi bildirmek için arıyorum zaten.
-Yaa!
-Evet!
Gerçekten kusura bakmayın. Eski eşimin halasının ölüm haberini aldım az önce.
Haliyle oraya gitmem gerekiyor.
Bunları
söylerken neredeyse her kelimesine yüksek tonda kahkahaları eşlik ediyordu.
-Anladım hanımefendi. Siz de çok üzülmüşsünüz, belli oluyor! Dedi adam sitem dolu sesiyle.
-Aaa!
Hayır… Hayır! Hahahayyy!
-Benimle
dalga geçmek için mi aradınız? İyi günler!
Tamamen
yanlış anlamıştı adam ister istemez bu anlamsız kahkahaları. Bu duruma üzülen
Sevinç, kahkahalara boğuldu tekrardan. Kahkahalar eşliğinde bir yandan da
üzerini değiştirip, siyah bir cenaze elbisesi giymeyi de ihmal etmedi.
Cenaze evine bir an önce ulaşabilmek için apar
topar aşağıya indi. Arabasına binerken; yaşlı bir kadının, elinde Pazar
çantasıyla yere kapaklandığını gördü. Bu haline acıyarak baktı ve gülümsedi
uzun uzun. Bunu gören yaşlı kadın;
-Ayıptır
be kızım! Kocaman kadınsın. Anan yaşındaki bir kadına yardım edeceğin yerde
gülmeye utanmıyor musun? Yazıklar olsun!
Gelip
düştüğü yerden kaldırdı kadıncağızı. Ve gülümsemeler arasında ona veda etti.
-Affedersin
teyze!
Cenaze evine ulaştığında, eski eşi kapıda onu
bekliyordu.
-Başın sağ olsun Ahmet.
Taziye
sözlerini de yine kahkahalar arasına sokuşturdu. Yirmi yıldır alışkındı bu
duruma adam. Ama eski eşini buraya çağırmakla hata ettiğini daha o, içeriye
adımını atmadan anlamış ve pişman olmuştu bile.
"Başınız
sağ olsun!"
Altın
gününe gelmiş gibiydi. Yüzünde güller açılarak girdi cenaze evine.
“Tövbe
tövbe! Bu da neymiş canım böyle?”
“Ekrem boşuna boşamadı bu deliyi.”
“Ne demeye getirdiyse bu karıyı!”
Yüzünde
memnuniyetli bir ifade ile ölen kadının kocasına yaklaştı.
-Başınız
sağ olsun!
-Sağ olun. Dedi soğukluk içinde.
Her ne kadar Sevinç’in durumunu bilse de
ağrına gitmişti kadının tavrı. Karısının cenazesinde böyle bir manzara oldukça
canını sıkmıştı.
Ağıt
üstüne ağıt yakan kadınların gözleri, kan çanağına döndü. Sevinç ise bunları
gördükçe daha çok kahkaha krizine giriyordu. Midesindeki kasılmalar, onu daha
da coşturuyordu. Daha fazla kadının bu haline dayanamayan ev sahipleri,
Sevinç’i alıp götürmesini istediler Ahmet ‘ten.
Kolundan tutup dışarıya çekti Sevinç’i.
-Ne
oluyor ya? Bıraksana!
-Yeter
yaptığın saçmalıklar. İlaçlarını
içmediğin belli.
-Evet,
içmiyorum ve bu seni hiç alakadar etmez!
-Bir
çocuğumuz var. Unutma!
-Şimdi
mi baba olduğun aklına geldi? Beni aldatırken aklın neredeydi ha?
-Konuyu saptırma! Sen deli olduğunu unutup ilaçlarını almıyorsun.
Ben bunu soruyorum sana!
-Ya
senden boşanmak için az mı uğraştım? Ne
yapışkan adamsın sen!
-
Kimin yüzünden boşanamıyorduk peki?
Gözlerinde, kadına karşı zafer edası taşıyordu.
-Ne
alakası var?
-Ne
mi alakası var? Yahu sen değil miydin mahkemede katıla katıla gülen? Hâkim
dalga geçtiğimizi sandı da boşamıyordu.
Şükret ki hasta olduğunu ortaya çıkardım.
-Hasta
sizlersiniz be! O ilaçları içip de hayalet gibi dolaşamam ortalıkta. Hadi iyi
günler size!
Çocuk
kıyafetleri satan bir iş yerine sahipti Sevinç. Bu durumu, iş hayatını da fazlasıyla
etkiliyordu. Bazen huysuz çocuklar gelir, onu giy bunu çıkar hiçbirini
beğenmezler ve durmadan ağlarlardı. Onlar ağladıkça yumuşak kalbi kederlenir, kahkahalar
atardı. Müşteriler ona deli gözüyle bakarlardı.
-Gel
kızım. Başka yerden alırız sana ciciler. Deli midir nedir?
Bütün bu olup bitenler Sevinç için sıkıntı
değildi. O kendisini bu haliyle çok seviyordu. Nasılsa bir gün insanlar onu
böyle kabullenmeyi öğreneceklerdi.
Telefonun titreşimiyle irkildi. Telefonu
”Hemen aç!” Diyordu. Aceleyle açtı.
-Alo?
Oğlum.
-Aloo,
Anne!
-Efendim
çocuğum?
-Anne,
hani sana geçen gün bahsettiğim kız arkadaşım var ya!
-Evet.
-Bu
akşam seninle tanıştırmak istiyorum. Müsait misin?
-Tabii
ki müsaitim yavrum. Bekliyorum akşam.
-Ama…
Şey… Olmaz değil mi?
-Ne
olmaz?
-Hiç! Boş ver yaa! Haydi, bye bye!
-Tamam,
güle güle oğlum.
Eve
gitmeden, akşam için alışveriş yaptı. Misafirler özenle hazırlanmış masaya
oturdular. Her şey rayında gidiyordu yemeğin başında. Yemeğin ortalarına
gelinmişti ki Kız;
-Biliyor
musunuz benim annem ben çocukken ölmüş.
-Yaa!
Dedi kadın. Bu sözler her şeyi
mahvetmeye yetmişti. Üzüntüsünden kahkahalar atmaya başladı. Kız ise; bu durum
karşısında şaşkınlık ve bozuntuyla bakıyordu sevgilisine.
-Ayy!
Affedersin tatlım. Tutamadım kendimi.
-Hiç
önemli değil efendim.
Kız
sinir olmuştu. Havayı yumuşatmak adına oğlu atıldı ortaya.
-Anne
biz bir yıldır çıkıyoruz.
-Ah
bebeğim benim.
Bu
defa sevincinden hüngür hüngür ağlamaya başladı Sevinç. Bu durum şok etkisi
yaratmıştı kızda.
-Canım.
Annen pek sevinmedi galiba birlikteliğimize.
-Yok,
yok öyle değil inan. Anne mutfağa gelir misin bir dakika?
Anne
oğul mutfağa geçtiler.
-Ne
oldu evladım? Kızı orada yalnız bıraktık. Ayıp olacak.
-Yeterince
ayıp oldu zaten anne. Neden böylesin sen? Ne olur yapma artık. Çocukluğumdan
beri beni rezil etmekten bıkmadın mı hala?
-Ben…
Ne yaptım ki? Kahkaha atmaya başlamıştı tekrardan.
-Hah!
Ne mi yaptın? Soruyor musun bir de anne? Şaka mısın sen?
-Canım lütfen! O senin annen. Dedi mutfaktaki gürültüyü duyan kız, kapının eşiğinden.
-Gidiyoruz
anne. Mutlu ol! Hep böylesin sen. Değişmeyeceksin. Babam da bu yüzden aldattı
seni!
Kız
arkadaşını elinden tutup, hoyratça ayrıldı evden.
Hiçbir
tepki vermeyen Sevinç, bir süredir içinde zor zapt ettiği kahkahalarını kustu
peşlerinden. Sertçe kapanan kapının sesi kaldı yalnızca…
Bir
kahve yaptı kendisine köpüklü ve sade, geniş fincanında. Keyifle yudumlamaya
başladı. Değişmeyecek tek bir gerçeğe takılıydı: o, kendisini çok seviyordu.
Doğal biriydi, içtendi. Sanki o cenazede ağıtlar yakarken gerçekten mi ağlayıp,
üzülüyorlardı yani? Aslında çoğu sahtekârdı. Rol yapıyorlardı şu veya bu
nedenlerle.
Kendiyle
gurur duyuyordu. Kendisini çok seviyordu işte! Orta yerde durdu tüm sahiciliği
ve doğallığı ile. Güçlüydü! İlaçlarının hepsini klozete döküp, çekti sifonu üzerine.
Huzurla ıslandı uzun kirpikleri.
Derinden bir oh çekti. Televizyonda kanal kanal gezdi. Komedi filmlerini
izledikçe ağladı.
Çalan telefonu “ İster aç ister açma, karar
senin Sevinç!” diyordu bu sefer.
-Alo
Sevinç Hanım?
-Evet!
-Dünkü
davranışımdan dolayı özür dilemek için aradım sizi.
-Ya...
Öyle mi?
Ağlamaya
başladı hüngür hüngür.
-Durun
ama ağlamanız için özür dilemedim ki!
-Mutlu
oldum çok. İnanın.
-Yarın
müsaitseniz bir kahve içelim mi?
-Olur!
Neden olmasın? Dedi ağlamaklı bir sesle.
Karşıdaki
ses şaşkındı. Fakat yine de bu farklı kadını tanımak istiyordu.
-Peki.
Çok teşekkür ederim. İyi akşamlar.
-
İyi akşamlar. Hoşça kalın.
Gözüne
çarpan, sehpanın üzerindeki oğlunun fotoğrafını eline aldı. Defalarca öptü.
Bağrına bastırdı. Gülüyor aynı zamanda ağlıyordu.