Tenini
yakıyordu esen sıcak rüzgâr. Bir yandan; kazanda kaynayan domatesleri
karıştırıyor, öte yandan başından sürekli düşen yazmasını çekiştiriyordu.
Yerde, bacaklarını uzatmış vaziyette, fasulye ayıklayan tombul, kırmızı yanaklı
kadın:
-Ayyy
anacım, anacım! İyiden iyiye yürütmez oldu dizlerim beni. Kız Sevda! Bir bardak
soğuk su getir hele anana.
Bir
koşu gidip, mutfaktan buz gibi su dolu sürahi ve bardak elinde gelen kız:
-Buyur
anne.
Tekrar
kazanın başına geçen kız, domatesleri karıştırırken:
-Anne!
-Haa!
-Okul
açılıyor. Az kaldı.
-Eee?
-Off
anne, sanki bilmiyorsun. Para lazım işte.
-Kız
ne edecen parayı? Para da para. Bende yok abinden iste.
-Of
be anne! Abim vermez para mara. Yengem de verdirmez zaten.
-Neyi
vermez abin kız? Nankör ne konuşup duruyon yine?
Geniş
kalçalarını oynatarak bahçeye inen yenge duymuştu son sözlerini.
-Hiç
yenge. Ne olsun. Yatsaydın ya sen. Dinlenmen şart, malum.
-Ah
yiğit kocam benim. Ne yapsa da yaranamadı size. Bir boğazda yolda. İşi çok zor!
Afra
tafra içinde yanlarından geçerken:
-Eh
bir fincan kahve içebilirsin dediydi doktor.
-Kızım
sen bırak, ben karıştırırım. Sen yengenin kahvesini yap.
İçinden
küfür ederek mutfağa gitti Sevda. Kızın gidişini kollayan yenge:
-Ana
bana bak. Bu kızı bir an önce Tayyar’a verin. Dediydi dersiniz bu kız bir iş
açacak başımıza.
-Okuyor
benim kızım. Gelin Hanım, sen bebekle alakadar ol iyisi mi?
-Oldu
anacım. Benden söylemesi!
Omuz
silkerek uzattı bacaklarını güneşe karşı ve kahvesini beklemeye başladı.
Akşam
yemeğinde sanki önünden alacaklarmış gibi, çiğnemeden yuttu lokmalarını. Ne
varsa sildi süpürdü Halil, nefes almadan.
Davul gibi şişen göbeğini alıp, arkasına yaslanarak geğirdi. Ev halkı
alışkındı onun bu haline. Aldırış bile etmediler.
-Kız
Sevda! Nişanlın Tayyar arıyomuş ama ulaşamıyomuş. Niye bakmıyosun
telefonlarına köpek?
-Abi
görmemişim.
-Yalan
söyleme kız. Bilmiyo muyum ben seni, elinden düşmüyo telefon.
Sessizce
önüne baktı Sevda. İstanbul’a gideceği günü iple çekiyordu.
-Ben
onu bunu bilmem. Ha bu arada okuluna Tayyar götürecek seni.
-Nee!
Şaka mı bu?
Telaşlı halini fark eden yengesi:
-Ne
oldu gızz! Gocunacağın bir şey mi var? Dedi.
-Hiçç…
Ne olsun yenge. Tayyar kaba biri. Yol yordam bilmez. Rezil eder beni oralarda.
-Bak
hele laflara. Kız sen çok mu bilirsin de benim aslanlar gibi kuzenime laf
edersin.
-Tamam
Hanım. Bebeğe zarar. Uğraşma sen. Ben halletcem.
-Ama
abiii!
-Sus
kız! Diyerek elinin tersini suratına çarptı.
Sabahtan
beri rüzgârın sahip olamadığı yazmasına bu defa bir tokat darbesiyle halı sahip
olmuştu böylece. Odasına girdi ağlayarak.
Bir
hafta geçti aradan. Okula gitmek üzere otobüsteydi ve yanında Tayyar vardı!
“Her
şey bitti. Ne yapacağım şimdi ben.
Anlayacaklar. Yaşatmaz bu ayı beni.”
Otobüsün
kalkmasına dakikalar kala Tayyar’ın çalan telefonu imdadına yetişti. Kısa
konuşmasının ardından kararmış suratıyla kıza dönüp:
-Ben
gelemiyom gülüm. Ama merak etme yakında gelecem. Dedi.
-Aaa…
Neden ama?
-İşim
çıktı gülüm. Dikkat et emi ite köpeğe. Bulaşmasınlar sana.
-Oldu
Tayyar. Merak etme sen beni.
-Sarımsaklı
yediydim ama olsun. Gel hele.
Koca
parmaklarının arasına sıkıştırdı kızın başını ve alnından öptü yağlı yağlı.
Artık
yalnızdı. Rahat bir nefes aldı. Otobüsün verdiği ilk molada tuvalete
gitti. Üzerindeki o hiç sevmediği rengi
solmuş uzun pardösü ve başındaki eşarbı çıkarıp bavuluna yerleştirdi.
Memleketine dönene kadar artık onları giymesine gerek kalmamıştı. Kot pantolon
ve deri ceketiyle özgürlüğüne, tarzına ve özüne döndü.
Sevgilisiyle
birlikte yaşadıkları eve heyecanla ulaştı. İçeriden keskin bir alkol kokusu geliyordu.
Burnunu tutarak girdi eve.
-Berke!
Neredesin aşkım? Ben geldim.
-Hıı…
Aşkım. Sen mi geldin?
Yatak
odasında uyuyan Berke, uyku sersemi yanıt verdi.
-Evet. Özlemedin mi beni?
-Özledim
fıstık. Buraya gel.
Yatağa
çekti Sevda’yı. Uzun uzun hasret giderdiler çılgınca, soluk soluğa. Üzerini
giyinirken:
-Ne
var ne yok aşkım? Çok özledim İstanbul’u.
Artık tatil olmasın.
-Bu
akşam parti veriyorum bebeğim.
-Süper.
Kimler geliyor bebeğim?
-Sürpriz…
Ben duşa giriyorum.
Dedi,
vücudunun her yanı dövmeye bulanmış, küpeli adam.
Deri
mini eteği, şeffaf bluzu altında kırmızı sütyeni, siyah göz makyajı ve şarap rengi rujuna ek
sımsıkı topuz yaptığı saçları ile geceye hazırdı. Oldukça güzel, şuh ve
çekiciydi.
Berke,
birer ikişer gelen misafirlere gitar çalıyordu. Sevda’yı unutmuş gibiydi.
Dumandan göz gözü görmez oldu gecenin ilerleyen saatlerinde. Her yanda boşalmış
içki şişeleri, kuruyemiş ve cips artıkları…
Berke’nin
tavırlarına inat üst üste içmeye başladı Sevda. Çalan telefonunu duymadı bile.
Yanına yaklaşan, saçı sakalı birbirine karışmış, her zaman leş gibi kokan Rıza
, işaretle telefonunun çaldığını gösterdi. Ekranda Tayyar ismini görünce
sinirlendi. Ancak açmasa olayın büyüyeceğini bildiğinden sessiz bir odaya
giderek yanıtladı.
-Alo,
efendim Tayyar?
-Gürültü
geliyo. Nerdesin sen?
-Ne
gürültüsü?
-Adamı
hasta etme lan!
-Ha...
Ayşe burada da film izliyoruz. Onun gürültüsüdür.
-Öyle
olsun bakalım. Yakarım lan en ufak hatanda. Bilmiş ol!
İçeriye
geçtiğinde Berke’yi sarışın bir kızla öpüşürken gördü. Rıza yanına yaklaştı:
-Rahatlamak
ister misin?
-Neee?
Müzik sesinden duyamıyordu Rıza’nın sözlerini.
-Rahatlamak
diyorum. İster misin?
-Nasıl
olacakmış o?
-Seninki
rahatlıyor bak.
Cebinden
çıkardığı hapı uzattı. Sevda alıp ağzına attı. En son hatırladığı şey Rıza ile
koltukta oturdukları ve karşısında Berke’nin o sarışın kızla uzun uzun
öpüştüğüydü.
Sabah,
kendisini çırılçıplak bir yatakta buldu. Yanında uyuyan Rıza’da çırılçıplaktı.
Zonklayan beyni olup biteni algılamasına engel oluyordu. Orada burada sızmış
insanlar, leş gibi kokan bir ev… Sendeleyerek kalktı. Tutuna tutuna odasına
girdi. Berke, sarışın kızla koyun koyuna yatıyordu. Koşa koşa zor attı
kendisini banyoya. Uzun uzun öğürdü.
Tekrar
odaya girdiğinde dolaptan bulduğu kime ait olduğunu bilmediği kazağı üzerine
giyindi. Çılgınca bağırıp çağırmaya, sağa sola eşyaları atıp, kırıp dökmeye
başladı. Sevgilisinin koynundaki kızı saçlarından sürükleyerek, yataktan çekip
attı yere.
-Defolun.
Defolun! Evimden.
Avaz
avaz bağırmasıyla herkes çil yavrusu gibi dağıldı. Rıza çıkarken Sevda’ya
baktı. “Ne olduğunun farkında mı acaba?
Diye düşündü Sevda.
-Aşkım,
yanlış anladın tamamen. Canım dur ne olur.
-Dokunma
bana be! Ağzına sıçarım. Defol bu evden!
-Lan
sürtük! Kırdırtma ağzını yüzünü. Sen kendine bak kaltak! Rıza ile neler
yaptınız gözümün önünde.
Bu
sözlerin karşılığını tokatla verdi Sevda.
Israrla çalan telefonunu açtı ardından.
-Ne
var Tayyar?
-Gülüm
ben geldim. Senin dairen hangisiydi?
-Nee!
Bir dakika, nereye geldin?
-Kızım,
adamı ayar etme. Aç kapıyı!
-Şeyy.
Ben Ayşelerdeyim.
-Lan
akşam demedin mi Ayşe bende diye?
-Valla
Ayşe’deyim dedim ben sana. Yanlış anlamışsın.
-Adresi
ver. Uzatma!
Elleri
titreyen Sevda, telefonu kapattıktan
sonra bir süre düşündü. Telaşla Ayşe’yi aradı.
-Alo
Ayşe? Ben bittim. Mahvoldum.
-Ne
oldu? Sakin ol!
-Kızım
ne olmadı ki. Berke’yle ayrıldık. Aldattı beni köpek. Hem de aynı evde. Bizim
yatağımızda.
-Ne
diyorsun sen. Ohaa!
-Ondan
da beteri nişanlım Tayyar İstanbul’da! Sana geliyor şimdi. Ev müsait değildi.
Mecbur kaldım. Sende olduğumu söyledim. Ben de şimdi hazırlanıp çıkıyorum.
Bavulun
en dibine sakladığı pardösü ve eşarbını çıkardı. O ara gözüne, geçen ay
yaptırdığı gebelik testi raporu ilişti. Test pozitif çıkmıştı. Tatil boyunca
saklamış, kimselere açık vermemişti. Nefes nefese geldi Ayşe’nin evine. Salonun
ortasına beyaz terli çoraplarıyla kurulmuştu Tayyar.
-Nihayet
gülüm. Nerdesin sen?
-Buradayım
canım. Okula gitmem gerekti de.
-İyi.
Çıkarma üstünü hiç. Yürü gidiyoz.
-Nereye?
-Abinle
karar aldık. Düğünü iki hafta sonra yapıyoz.
-Nee!
-Duydun.
Yürü yüzük bakacaz daha. Hem ne gerekiyosa al. Bir daha getirme bizi buralara.
Çalan
zil, konuşmaları bıçak gibi kesti. Ayşe kapıyı açtı. Okuldan arkadaşları
gelmişti. Hepsi Sevda’ya şaşkınlıkla bakmaya başladı.
-Aaa
Sevda! Kapandın mı sen?
-Kızım
bu ne hal? Ne ara kapandın? Dün gecenin etkisi herhalde. Ayılamadın mı daha?
-Ne
oluyo? Lan bunlar ne diyo? Ne Gecesi?
Ardı
ardına tokatları yapıştırdı suratına. Alıp memlekete götürdü Sevda‘yı.
İki hafta sonra Sevda, üzerinde beyaz
gelinliği, Berke’yi aradı.
-Alo
Berke?
-Ne
var Sevda? Ne istiyorsun?
-Berke
ben hamileyim.
-İyi ya evleniyorsun işte! Babası hazır.
-Berke
çocuk senden!
-Ya
defol git başımdan kızım! Kaşar diyordu herkes arkandan. Kim bilir kimden o
çocuk. Belki de Rıza’dan!
-Allah
belanı versin!
İçeriye
giren yengesi:
-Kız
kalk. Düğün başlamak üzere.
-Tamam
yenge.
Kendisini
toparlamaya çalışıp, gelinliğin eteklerini tutarak ağır ağır yepyeni bir hayata
doğru yol aldı.