Metin, altmışlı yıllarına henüz merhaba diyor. Dış görünüşü, kırışık yüz hatları hiç de öyle söylemiyordu. Beli kamburlaşmış. Yürümekte hayli zorlanıyor. Doktorlar bel fıtığı teşhisi koymuşlar bel ağrısına. Yakında operasyon için masaya yatacağını söyledi. Yine de gençlik günlerinin kaygısız hallerinden kırıntılar kaldığını hatırlatıyordu konuşurken ara ara gözlerindeki gülümsemeleri.

 

         Sormaya gerek yoktu. Metin İstanbul’a babasının karşı çıkmasına karşın nasıl gittiğinden başlayıp yaşadıklarını neredeyse gün gün yeniden yaşıyordu. Anlatıyordu… Sık sık işyeri değiştirmesi, eline geçen üç-beş kuruşu har vurup harman savurmasının daha sonraki acılarını yaşadığından yakınıyordu. Hele köyümüzün çoğu insanın arsa alıp başlarını sokacakları ev kurmasını izledikçe tuttuğu yolun ilerisinin korkunç yar olduğunu anlamaya geç başladığını da söylüyordu açık kalplilikle… Turan usta, ikinci usta, kardeşimle birlikte araba garajının yapımına çalışırlarken Metin’in anlatılarını dinlemek güzeldi. Ballandırıyordu büyük kentte hayata tutulmanın dayanılmaz zorluklarla bezeli yıllarını anlatırken:

 

         Avare günlerimin ruhumu acıtıp uykumu bölmeye başladığı aylarda önüme iyi fırsat çıktı. İstanbul’a göç eden temiz bir ailenin kızıyla tanıştım. O yıllar güzeldi. Ah gençlik! Rüzgâr gibi geçip gitti! Diyebilirim ki, yaşamımda yaşadığım en güzel zamanlar eşimle tanışıp evlendiğim aylardı…  Evlendim. Cicim ayları çabuk bitti. Daha sonra kiradan kurtulmak için ev alma telaşına girdik. Söz bitmez…

 

         İstanbul’da yaşama tutulmak hiç kolay olmadı diyordu.

 

          Eşim de çalışıyordu. Her yıl ev sahibimin kirasını ölçüsüzce artırması çok canımızı sıktı. Elde ne var ne yok üst üste koyup bir daire aldık. Banka kredisi kullandık. Yıllarca kredi ödemek için çaba harcadık… Başımızı sokacak bir evimiz oldu lakin kaportayı eskittik diyerek İstanbul anılarına nokta koydu.

 

         Metin’in, gurbet yıllarında büyük kent cangılındaki yalnızlığı canına tak etmiş… İnsan kendini en yalnız hissettiği an kalabalık kentlerdeki insan kalabalığı içindeki halidir. Sağımızdan solumuzdan insanlar, yaşlı-genç, kadın-erkek bir yerlere ulaşmanın aceleciliği içinde sel suları gibi hızla akıp gider. Herkesin bir acelesi, varmak istediği bir hedefi vardır. Kimse kimseyle ilgilenmez.  Kalabalık içinde bir tanıdık yüz görüp selamlaşmak isteriz, nafile. Kendi sorunlarımızı düşünmeye bile zaman kalmaz. İnsan seline kapılıp günlük koşturmalarımız bitmez birer maratondur.…

 

         Kardeşim, Turan ustamıza eşini nasıl kaçırdığını sordu. Evet, Turan ustamız düğün telaşesi yaşamadan kestirme yoldan evlenmişti.

Hafif tebessüm ederek:

 

          Kızın evinin arka balkona çıktım bir yatsı vakti. Büyük kayın pederim durumu hissetmiş nasılsa! Oysa çıt çıkamadan kızın penceresine yaklaşmak istemiştim. Adam elinde kırma tüfekle dışarı çıkmış sağa sola bakıyordu. Balkondan aşağı atladım. Diz kapaklarıma kadar gübreliğe battım…  Güldük topluca. Arkasını anlatmasına gerek yoktu öyküsünün…

 

          Turan usta, Metin’e, bırak İstanbul’daki yaşadıklarını. Gençliğinde köyde yaşadıklarından anlat bize diyerek Metin’e ayak verdi tıpkı Karslı ozanların yaptığı gibi. Metin’in canına minnet. Bel ağrısı çektiği için çalışmaya katılamıyor. Sağı solu seyrederek oturulmaz ki, başladı anlatmaya:

 

         Askerlik günlerim yaklaşmıştı. Son yoklamamı yaptırdım. Kışlada (yayla) eski hanın önünde arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Gün ha battı ha batacak. Akşama çok az zaman var. Ormancı yanımıza yaklaştı. Selam sabah vermeden:

 

         Metin, sizin yayla evinin önünde gördüm. Nedir o yaş yarmaçalar? ( parçalanmış tomruk parçası) Yayla yolunda kör Hasan’ı yakaladım. Kuru bir ladin ağacını sürüterek getiriyordu öküzleriyle. İşlem yapacaktım. Metin’in evinin önündeki yaş ağaçlara işlem yapmıyorsun! Fakir Hasan’a gücün yetiyor (!) diyerek seni işaret etti. Adam haklı.

 

         Yarın sabaha kadar kapının önünü temizle. Eğer o yaş odunları yerinde duruyorsa işlem yaparım bilmiş ol. Ormancı da haklıydı. Yaştı odunlarım. Hemen gidip öküzlerimi,  köyün öküzlerinin birlikte otlatıldığı öküz sürüsünden ayırıp yaylaya döndüm.

 

         İki araba ağır yaş odunu kağnı arabasına arkadaşlardan yardım alarak yükledik. Güneş çoktan batmıştı. İyice karanlık olmadan köyün yolunu tuttum. Allah’tan ay doğdu. Gece ormanların içinde uzayan yollarda yalnız yolculuk güzeldi. Fazla zorluk çekmeden yayan ortalama bir saat süren yolu kağnı arabamla ortalama bir buçuk saate alabildim.

 

         Anne-baba köy evimizdeydi. Onlara haber verip rahatsız etmek istemedim. Çoktan uykunun emin kollarına atmışlardı kendilerini. Odunları harmanın yanına istif ederek gerisin geri yaylaya dönmeye karar verdim. Ve yola koyuldum. Köyü çıktıktan sonra arabaya bindim. Boş arabada hayvanlara fazla ağırlık oluşturmuyordum. Epeyce yol aldığımızı anımsıyorum.

 

         Gözlerimi açtığımda araba hareket etmiyordu. Yaş odunlarla uğraşmak hayli yormuştu. Uykuya dalmışım. Ay batmış etraf karanlıklara bürünmüştü. Yol ormandan geçiyor bilirsiniz. Öküzlerin önünde iki kurt zıplayarak adeta dans ediyordu. Allah ne verdiyse bağırmam, ıslık çalmam sonucu kurtlar yolun altına inip ormanın derinliklerine yılan gibi süzüldüler. Korkmadım desem yalan olur.

 

         Gençlik işte! Akıl baştan iki balta sapı yükseklerde. Köydeki evde yat uyu. Yaylaya sabahleyin dönebilirdin!  Gece yaylaya dönünce sanki ağzıma oğul balı akıtacaklardı… Kendime kızıp söze dökmediğim bu düşünceler içinde yola devam ettim. Kara yoluna çıkınca biraz rahatladım. Ana yolda vasıtalar eksik olmaz.  Kurttan ayıdan yana tehlike riski azdır.

 

         Şanssızlık bu. Bir kamyon gelip önümde durdu. Sürücü yanıma geldi. Nereye gittiğimi sordu. Anlattım gece mesaimimi (!) Adam bir celâlleşti ki, anlatamam. Saymaya başladı:

 

         Ne kadar boş kafalı gençsin sen. Gündüzü çuvala mı koydular! Ne işin var gecenin bu saatinde böyle tenha yollarda! Önüne kurt sürüsü ya da kocaman bir ayı çıksa ne yaparsın! Adam sözlerinde haklıydı. Kafamı astım önüme. Bir kelam edemedim. Kamyoncu ve suphanallah diyerek aracını hakaret ettirdi.

 

         Yaylaya vardığımda zorlukla yürüyordum. Hayvanları boyunduruktan çözerken gözlerim kapanıyordu uykusuzluktan…

 

         Turan usta, olmaz ya, yeniden aynı yaşta olsan yine köyde odunları boşalttıktan sonra geri yaylaya döner miydin? Diyerek Metine bir soru yöneltti. Metin’inin kara gözleri parladı. Gülmeye başladı. Yeni yaptırdığı takma dişleri çocuk dişleri gibi parlıyordu…

 

( Metinin Öyküsü başlıklı yazı sahara tarafından 19.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu