Yıllar ne çabuk geçiyor. Hemencecik 2021’in ikinci
ayına girdik. Zamanın geçmesini en çok corona illeti için istiyorum. Gelecek
aylar içinde tüm dünyayı etkileyen bu afetten kurtulacağız diye bir his var
içimde. Şimdilik kuzu kuzu tedbirlere harfiyen uyma gayreti içindeyi (m)z. Yine
de gün içinde kısa süreli de olsa dışarlarda dolaşma özgürlüğümüz var...
Şubatla
beraber sanki cemrelerin gelişi ileri alındı bölgemizde. Henüz merhaba dedik
şubata. Lakin havalar bir güzel bir güzel ki sormayın gitsin. Gömlekle dolaşmak
olası gençlik yıllarım geri gelse. Derince, Yenikent semtimizin güzel bir
çamlığı var yürüyüş alanı olarak. Zaman zaman yalnız, bazen da arkadaşlarla
turlarız çamlığın içinde.
Bu kez
yalnız yürüyorum. Güneş çamlar arasından yüzünü gösteriyor. Yürüyüş parkurunun kenarlarında
çamların müsaade ettiği boşluklarda çimenler yemyeşil. Çok az insan var yürüyüş
yapan. Covir-19 herkesi karamsarlık içinde bıraktı. Karşılaştığımız kişilerle
uzaktan yol veriyoruz karşılıklı. Maskeler yüzlerimizi kapatıyor iyice. Zaten konuşmaya
mecali yok gibi insanların. İki tur atıp döneceğim ben de.
Sessizliği
çamlar arasında kargaların sesleri bozdu. İki karga, gak gak sesleriyle ortalığı
şenlendirdiler aniden. Genelde sevilmez karga sesleri. Benim için hiç öyle
değil bu yargı. Tanımsız bir haz duyarım kargaların gak gaklarından. Bu sesler
beni çocukluğuma götürür. İlkokul yıllarıma.
Nisan ayı
başlarında yeşerir bizim oralarda kırlar yavaş yavaş. Fundalıkların diplerinde
mor menekşeler boy gösterir. Kuş sesleri
doldurur bahçe ve ormanlarımızı. Guguk kuşu ağaçlara su yürümesini muştular. Yetim
gömleği diye adlandırılan güneş altın ışıklarını gönderir…
Sabahleyin
güneşin ufuktan henüz yüzünü göstermeye başladığı saatlerde okul zamanı
gelinceye kadar tokluları çayırlara çıkarma görevi benim her günkü mutat
görevimdi. Hava soğuk, yeşil çimenler henüz çok kısa. Üşüyorum. Bu arada
sessizliği kargalar bozuyor. Meyve bahçelerindeki ağaçlardan havalanan kargalar
büyük gürültüyle ve telaşla etrafı velveleye veriyorlar. Hedefleri çayırların
aşağısındaki gölcükler. Kim bilir oralarda solucan mı buluyorlar.
O güzel
çocukluk yıllarında karga sesleri sıradandı benim için. Şimdi öyle mi? Çamlıkta
duyduğum karga sesleriyle yine memlekette olduğumu hissettim adeta. Kaygısız olduğum,
hayallerimin uçsuz olduğu yılları… Bir saate yakın kuzuların peşinde zaman
geçirip daha sonra okuluma yollanacağım. Uzun kış günlerinin bittiği,
bahçesinde bol bol oyunlar oynadığım okulum beni bekler olurdu. Ve de
arkadaşlarım. Güler yüzünü hiç unutamadığım sevgili öğretmenim…
Teşekkür
borçluyum çok akıllı oldukları kabul edilen bu hayvanlara. Karga seslerinin
beni tatlı anılarıma götürür. Lakin onlara büyük bir özür borcum var. Köy yaşamı
vahşi bir yaşamdır. Kurtlar, kuzuları kapar. Ayılar, kiraz ve armut ağaçlarına
zarar verir. Tilkiler, tavukları aşırır. Ha bu arada kargalar da masum
değildir. Henüz annelerinin başuçlarından ayrılmayan civcivleri kaptıkları gibi
anne tavukları aciz bırakırlar. Bu bakımdan köyde yaşarken evcil olmayan
hayvanlara pek sevgi duyulmaz.
Benim de
bir kabahatim oldu kargalara karşı. Okula giderken köyün karşı yamacındaki çam
ormanın boydan boya geçen patika yolu kullanırdım. Güneşli bir gün, çantam
elimde ormanın ortalarındayım. Bir köknar ağacının tepesine yakın kargalar telaşlı
uçup ağacın dallarına konup konup kalkıyorlardı. Yakından bakınca ağacın
tepesine yakın bir yuva olduğunu gördüm. Çantayı bıraktığım gibi ağaca
tırmandım. Ağacın dalları tırmanmamı kolaylaştırıyordu.
Yuvaya
yaklaşınca dallar daha da sıklaştı. Tırmanman git gide zorlaşıyordu. Kargaların hücumuna uğradım. Yakınımdan uçup
büyük bir telaşla ötüyorlardı. Zamanla yarışıyordum. Hedefe varmam olanaklı
olmayacaktı. Daha fazla eğlenirsem okula geç kalacaktım. Viyana Seferini
erteledim.
Ağaçtan inip okulun yolunu tuttum. Zil çaldı. Derse,
derslere girdik. Aklım, fikrim karganın yuvasındaydı. Paydosu iple çektim. Paydos
zili çalınca ben çoktan çantamı hazırlayıp yuvanın olduğu ağaca bir an önce
varmanın telaşıyla hızlı hızlı yürüdüm.
Yuvaya
yaklaşmam hiç kolay olmadı. Ağacın çevresinde kargalar sonuçsuz savaşlarını
veriyordu. Onların şamatası beni daha da hırslandırıyordu. Nihayet yuva eriştim.
Gri, solgun mavimsi üç adet yumurta vardı yuvada. Yavaşça yumurtaları cebime
yerleştirdim. Tek dileğim yumurtaları kırmadan yere inmekti. İndim inmesine de
elimi cebime soktuğumda ıslak bir madde hissettim parmaklarımın ucunda. Maalesef
kırılmıştı yumurtaların hepsi. Islak elimi kokladığımda dayanılmaz pis
kokuyordu parmaklarım.
Pantolonumu
açıp, cebimin astarını ters çevirdim. Toprakla, çimenlerle olabildiğince
temizledim pislenen cebimi. Amacım neydi? Ne elde etmiştim? Kırılmasaydı
yumurtalar onları ne yapacaktım? Hiçbir şey elbette! Dedim ya köyün doğayla içi
içe oluşu, yabani hayvanlarla savaş, bizlerde yabani hayvan sevgisi
oluşmuyordu. Acı ama gerçek bu.
Şimdi olsa
aynısını yapar mıyım? Elbette hayır. O bakımdan kargalara kocaman bir özür
borçluyum. Onların seslerini her nerede ne zaman duysam bana büyüklerimin
yaşadığı, ablalarımın henüz evlenmediği ailemi, köyümün yeşil çayırlarını,
ilkbahara kavuşmanın sevinciyle çayırlarla meleyen koyun kuzu seslerini ve
yaşama sevinçle sarıldığım okumak için kitap bulamadığım ilkokul yıllarının
çocukluğumu hatırlatır. Seviyorum tüm canlıları, kuşları, balıkları, tüm börtü
böceği… Ve de kargaları…