Gazali’nin ünlü eseri
İhya’yı okudum birkaç kez. Gazalinin anlatısıyla günümüz İslâmın algılanıp
uygulanmasında dağlar kadar farklar var. Bir kere camilerin nasıl olması
gereğini Gazali şöyle anlatıyor. Camiler gayet sade olmalı. İbadet eden
insanların dikkatini dağıtacak hiçbir süs, yazı… bulunmamalı camilerimizde.
Peygamberimiz, dikkatim dağılıyor diye kendisine hediye edilen desenli giysiyi
çıkarıp sade elbise ile ibadet etmesi örnek gösterilir bu konuda da…
Günümüzde
camilerimizde her türlü süslemeler yapılmakta. Renk renk çinilerle, büyük
puntolu yazılarla bezenmekte camilerimizin iç duvarları. Dinimiz israfı men
etmekte, gereksiz harcamalardan yaşamın her alanından kaçınmamızı
öğütlemektedir oysa. Sadelikten öte ibadethanelerimize yapılan her masraf bir
israftır.
Gazali’nin
daha da ilgimi çeken namazla ilgili özgün görüşleridir. Şöyle ki, niyet edip
tekbir alarak namaza başlayan bir Müslüman ellerini bağladıktan sonra günlük
işlerle ilgili tüm düşüncelerden kendini soyutlamalı. Sadece okuduğu ayetlerin
anlamını düşünmelidir diyor Gazali. Ayetlerin anlamını düşünmek için ayetlerin
anlamını, mealini bilmek gerek. Ülkemizde kaçımız biliyoruz ayet ya da
surelerin anlamını? En büyük eksiğimiz bu.
İmam arkadaşlarla yaptığı sohbetlerden
anekdotlar anlatmak isterim ayetlerin mealleri üzerine. Üç imam arkadaşla
görüştüm bu konuyu. Önceki yıl köyümde bir Cuma günü cami çıkışı köylüm imam
arkadaş; deneme ve öykülerimi beğenerek okuduğunu söyledi. Teşekkür ettim. Her
meslekten arkadaşlarım var çeşitli konularda fikir alışverişi yaptığım. Bir raya
gelince bol bol sohbetler ederiz. İyi bir komşu, temiz bir insan olan imam
arkadaşa sordum:
“Hocam,
ülkenin en büyük camilerinden en ön safta namaz kılan on kişiye sorsak, Fatiha
Suresi’nin mealini, ne anlattığını bilebilirler mi?” Açık kalplilikle cevapladı
imam köylüm,
“Maalesef!”
Aynı mülakatı bu yaz yine yaptım başka bir imam arkadaşla. Cevap:
“Fatiha
doğru okunabiliyor mu sen ondan bahset ?” Diye soruyla durumu anlattı genç imam
arkadaşım. Zaman zaman din adamlarımızla yaptığım sohbetlerde bu eksiğimizi
konuştuk. Eksiklik kabul ediliyor fakat uygulamaya aynen devam ediliyor…
Aynı
konuda Mevlana’da şöyle diyor:
“Yapılan
bir ibadetin en az makbul olanı, okunan ayet-surelerin anlamını bilmeden
yapılanıdır…”
İslâm
dünyasının bu iki büyük değerin ibadetlerin bilinçli yapılması konusunda
fikirleri böyle. Okunan ayetlerin içeriğini bilmeden yapılan ibadetler ne
derece anlam ifade eder düşünmek gerek!
Avrupa’ya,
batıya öykünürüz. Çoğu kez de küçümseriz batılıları! Yaşam biçimlerini
eleştiririz. Kabul etsek de etmesek de adamlar günümüzde kullanılan her türlü
alet, edevatı üretiyorlar. Nice nice icatlar yapmışlar… Her alanda borularını
öttürüyorlar. Çünkü onlar aydınlanma yaşadılar. Öncelikle kutsal kitapları
İncil’i her halk kendi dilinde okuyor. Dinle dünya işlerini ayırdılar. İnançlarıyla
tanrı arasında aracı sokmuyorlar. Aklı ve bilimi önceliyorlar yapacakları her
işte.
Biz ne
yapıyoruz? Kutsal kitabımız Kur’an-ı
Kerim’i illa Arapça okuyacağız. Anlayıp anlamamak önemli değil. Önemli olan
orijinal dilde okunması… Bu anlayış maalesef bizlere fazla bir şey
kazandırmıyor. Klasik deyişle atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Biz hala ezanı Türkçe
okunmasının yasaklanması uygulamasına methiyeler düzüyoruz.
Evet,
Kuran orijinal diliyle okunsun lakin bir o kadar da meali-tefsir öğretilmesinin
yolu açılsın. Hutbeler Türkçe okunsun,
dualar ana dilimizde söylensin. Bundan ne zarar görürüz… Ezan, müminleri namaza
çağrıdır. Vahiyle alakası yoktur. O halde Türkçe okunmasında da sakıncası
olmamalı. Ki, ezanın Türkçe okunmasını yasaklayan zihniyet dünyada örnek proje
olan Köy Enstitüleri’ni kapatan zihniyettir.
Savaş
yıllarının olumsuz koşulları altında köylünün aydınlanma projesi olan Köy
Enstitüleri sayesinde yüz yıllarca geri kalmış köylerimize ışık götürüldü. Sağlık
sorunlarına çözüm üretme yolları açıldı… Günümüzde köylerin boşalmasının en
önemli nedenlerinin başında gelir o güzelim ilim yuvalarının kapatılması.
Köy
Enstitülerinin kapatılmasıyla köylerimizin karanlıkta kalması, köylümüzün yurttaş
bilincine kavuşamaması istendi. Aynı şekilde kutsal kitabımızın içeriğinin
öğretilmesinin istenmemesi de halkımızın dinimizi yetesiye öğrenmemesi amaçlanmaktadır.
Dinimizi yetesiye öğrenen birey bir kere kulun kula biat etme anlayışından
kendini azat eder. Yegâne biat edilecek makamın sadece Yüce Allah olduğu
gerçeğini içselleştirir.
Bu
gerçekler saydam bir biçimde dururken, batı dinde reform yapıp aydınlanma
yaşamışken bizde niçin aydınlanmanın önüne yüksek duvarla örülür? Kutsal
kitabımızın mesajlarını ana dilimizde okuyup yetesiye anlasak inanıyorum ki bu
eylem Yüce Allah’ımızın ve peygamberimiz Hz. Muhammed’in de hoşuna gider.