Elini uzattı. Bu köhne
mahallenin, daracık sokağında güç bela bulup hatırladığı eski tahta kapıya
vurup vurmamak adına kararsızlığı titreyen ellerinden belli oluyordu. Hemen
hemen her parmağında yüzük vardı. Otuzlu yaşlarında uzun boylu,
üçgen, endişeli yüzünü gören tedirginliğinden şüphe duymazdı.
Kendinden kaçmak ister gibiydi, aylarca, yıllarca onu düşündüğü yetmezmiş gibi zaman kazanmak belki de bu kararını yeniden gözden geçirmek ister gibiydi. Yer yer kıymıkları dışarı fırlamış
kapının üzerindeki desenleri incelemeye koyuldu. Bu asırlık kapının ağacındaki
desenler de tıpkı yüreğindeki sevdası ve anıları gibiydi. Uzun uzun baktı, baktı,
baktı.
Anımsadı.
Yıllar
öncesi… Onunla düğün davetiyesi seçmek için gittikleri reklamcıda hem kartlara
bakıyor, hem de dükkân sahibinin görmediği anlarda Selim ile birbirlerine bakarak
kur yapıp, arada göz kırpıyorlardı.
-Karar
verebildiniz mi efendim?
İkisi
aynı anda ellerindeki kartı uzatmış “Bu olsun,” demişlerdi. Üç kişi aynı anda
kahkahaya boğulurken o anlar belirsizlikle kayboldu, kendine geldi.
Çalacaktı
kapıyı. “Ben geldim,” diyecekti.
Çekinerek
kapının tokmağını üç kez vurdu. Yüzüne korku eklendi. Kapıyı ve gönlünü yeniden
açar mıydı, evde miydi yoksa bu şehirden gitmiş miydi, gitmediyse kendisini
görünce ne diyecekti? Ya son görüşmelerindeki gibi bağırıp çağırırsa ya yıllar
sonra durup dururken, her şey çoktan bitmişken yeniden geldiği için kızarsa ne
yapardı?
O
an yıllardır gözünün önünden hiç gitmemişti ki!
Tuttukları
evin neredeyse her şeyini tamamlamanın mutluluğu ile son aldıklarını da
yerleştirmek için birlikte gelmişlerdi. Kapıyı anahtarla açan Selim’in yere
bıraktığı poşetler, anahtarı çevirirken kendisine gülümsemesi, elindeki yeni
baharat takımı kutusu o anki heyecanlarına ortak oluyordu. Neşeyle girmiş, evi
ilk kez görür gibi baştan sona süzmüş, masaya bıraktıkları paketleri açmış
yerleştirmeye başlamışlardı. Bir süre sonra yüksek sesle birbirine
bağırdıklarına inanamıyordu:
-Bir
de seninle evlenmeye kalktım, Allah kahretsin beni! diyerek sevdiği kadının
mutfak tezgahına silip dizdiği baharatlıkları teker teker yere atıyordu.
-Asıl
ben hayret ediyorum kendime! Yuvamız olacak diye bu ev için çırpınışlarıma
yazıklar olsun. Kadın aklı işte! Üstün zekâlıyım çünkü!
-Demek
öyle… İstemiyordun madem neden bu zamana kadar bekledin, seviyorum dedin. Neden?
-Hıh,
seni seveceğime duvarda sürünen kertenkeleyi severim!
Selim,
yüzüğü çıkarıp yere fırlatmış “Sakın ola bir daha çıkma karşıma!” diyerek
kapıyı tüm gücüyle çarpıp çıkmıştı.
Merdivenlere
oturdu. Belki de evde yoktu. Burası Selim’e babasından kalan köhne iki katlı
tahta bir evdi. Onun vefatından beri hiç bir şeye dokunmadığını defalarca
anlatmıştı ona.
Artık gitmeliydi. Başını kaldırdı, gözyaşlarını sildi, çantasında mendil aradı, aradı aradı iyice karıştırdı.
“Bu çantada hiç bir zaman aradığı bulamam!” diye söylendi. Epey bir süre sonra peçeteyi çıkardığında parmağındaki yüzüklerden biri sıyrılıp yuvarlanarak sokağa doğru yuvarlanmaya başladı. Peşinden koşarak ilerledi. Pantolon paçası oradaki direğe takılıp yırtıldı, yüzüğü gözden kaçırmamak adına sadece bakıp önemsemeden ilerledi. Yüzük durdu, elini uzattı. Bir ayak, bir ayak daha. Erkek ayakkabıları. Yanında küçük bir kız ayakkabıları. Başını kaldırdı. Selim, üç yaşındaki bir kız çocuğunun elinden tutuyordu.
Göz
göze geldikten sonra yüzüğü alıp ayağa kalktı. Sendelemişti. Sersem gibiydi.
Evlenmiş miydi yani? Çocuğu bile olmuştu demek? İlk cümle Selim'den geldi;
“O
Mısır çarşısından aldığın yüzük değil miydi?” Elinde tuttuğu yüzüğe baktı.
Beraber almışlardı. Hatta iki saate yakın çıkamadığı takıcıda sabırla bekleyen
Selim’e yol boyunca ne kadar anlayışlı olduğunu yineleyip durmuştu.
“Evet”
dedi kekeleyerek.
“Yüzüğe
kendinden iyi bakmışsın!”
“….”
Cevap
veremedi. Dili tutulmuş gibi yere oturmuş Selim’e bakıyordu. Ve yanındaki
kıza.
“Ne
işin var burada?”
“…”
“Karşıma
çıkma demiştim!”
Ayağa
kalkmaya çalıştı, sendeledi, düştü. Küçük kız gülmeye başladı. Selim’in
bakışıyla sustu, ağzını utanarak kapattı.
“Ne
işin var diye sordum?”
“Belki yeniden… Deneyebiliriz, yani şey, ikimize bir fırsat daha versek mi diye düşündüm. O yüzden…
Hemen cevap verme… Zaman…”
Selim,
önce küçük kıza, ardından uzaklara baktı.
“Sana
yirmi dört saat süre veriyorum, beni ikna et, edebilirsen belki yeniden
deneriz,” dedi ve tahta kapıya doğru yol aldı.
(Devam etmesi muhtemel)