Kadın, dudaklarının kenarına bulaşan rujunu aceleyle bir peçeteye silerek kapıyı açtı. Daha misafirler gelmeden yorgun düşmüştü bedeni. Epeydir koşturuyordu.
“Hoş geldiniz, buyurun girin lütfen.”
Hafif kilolu kadın, acı bir gülümseme ile içeri girerken ayağına uzatılan terlikleri giydi. Yanında getirdiği kızı ise ince sesiyle selam verdikten sonra poşetinden çıkardığı topuklu ayakkabılarını dikkatlice giydi. Her zamanki gibi giyiminden makyajına özenmiş, kıvırcık saçlarını önlerine kadar salmış, arada kâkülünü geriye atmaya başlamıştı bile. İkisi de başlarını odaya doğru çevirmiş, bir an önce Saliha’yı görmeye çalışıyorlardı. Salona girdiklerinde kalorifer peteğine zincirlenmiş Saliha’ya önce anne selam verdi;
“Merhaba Saliha. Nasılsın kızım?”
Saliha boş gözlerle bakıyordu. Kızı ise tıkırdayan topuklarla Saliha’ya nazikçe yaklaştı. Elini saçlarında gezdirirken yüzünde merhamet, korku ve tiksinti belirdi. Saliha’nın bol biçimli, çiçekli elbisesine baktı dikkatlice. Ses tonu acıdığını çok belli ediyordu:
“Ne haber Saliha?”
Saliha’dan yine ses çıkmamış, üstelik kendini geriye çekerek kalorifer peteğine iyice sokulmuştu. Annesinin sesiyle çevirdi başını. Kızına sert çıkışmıştı.
“Bırak Ayol! Köpek muamelesi yapma şu kızcağıza! İstemiyor işte!”
Saliha’nın annesinin yüzü birden bire değişti. Ne diyordu bu kadın? Kendi evladı sağlıklıydı, Saliha ise artık değildi. Kime ne olacağını kim bilebilirdi ki? Ev sahibi kadın, onları öperken ve hal hatır sorarken kadının kurduğu o cümleyi düşünüyordu. “Kıza köpek muamelesi yapma!” Haklı mıydı acaba? Ona köpek muamelesi yapan bu kadının kızı mıydı yoksa evladına acımayan kendisi mi? Etrafına zarar verdiği için onu sürekli zincirleyerek ne yapıyordu sahiden?
“Yine ne yaptı da zincirlediniz şekerim?”
“Hiç,” dedi. İçinden konuşmak bile gelmiyordu. Misafir olmasalar bu cümlenin altında kalmazdı ama haksız olduklarından kendi de emin değildi.
“Biraz evi dağıttı işte,” diye mırıldandı.
Kadın, göbeğini de sallayarak hafif bir kahkaha attı.
“Ayol, dağıtsın ne olacak? Biz yabancı mıyız? Bilmiyor muyuz Saliha’yı? Keşke bağlamasaydın.”
Saliha’nın annesinin sinirleri iyice gerilmişti. Dinledikçe geriyordu fakat bunun bilincinde değildi. Saliha’sına baktı. Saçlarını öne doğru getirmiş, yakaladığını ağzına götürüyordu. Yaklaşık dört saattir zincirli olduğundan sıkıldığı belliydi. Birazdan yine tükürmeye başlayacak annesini yine mahcup edecekti. Ederse etsindi. İyice canı sıkılmıştı annenin. “Keşke bağlamasaydın.” demişti Saliha için. Onu iyiden iyiye köpek sanıyorlardı galiba. Uzun bir sessizlik oldu odada. Anne kızı için söylenenleri düşündükçe yerinden kalkıp onları evden uzaklaştırmayı düşünüyor, kadının göz ucuyla etrafı incelemesine de sinirleniyordu. Kızı da çantasından çıkardığı aynada kıvırcık saçlarının bozulup bozulmadığını kontrol ediyordu. Hemen ardından başını kaldırıp ince sesiyle ev sahibine seslendi;
“Duydunuz mu bilmem Kadriye teyze, Saliha’nın sevdiği adam baba olacakmış. Duyunca çok kızdım. Hiç mi vicdanı sızlamıyor acaba? Bu kızın hayatını mahvetti, eşiyle mutlu mesut yaşıyor.”
Kimse konuşmadı yine.
“Ben çayı koyayım.” diyerek yerinden kalkan ev sahibi sinirinden tökezliyordu. Evi dağıttığı için kızını zincirlemiş, küçük düşme kaygısıyla onu döverek acelece yıkamış, hemen zincirlemiş ve ardından mutfağını yeniden temizleyerek bir kek yapıvermişti. Kendi kendine “Değmezmiş.” diye mırıldandı.
“Hiçbir şey için çocuğumu hırpalamaya değmezmiş sahiden!”
Zil sesiyle irkildi. Kimseyi beklemiyordu üstelik. Kapıyı açarken sildiği gözyaşları beyninde yankılanan cümlelerle adeta yarışıyordu;
“Köpek muamelesi yapma! Keşke bağlamasaydın!”
Karşısında duran adama baktı. O da çok değişmişti. İyice zayıflamış, şakakları beyazlamış ve saçlarının çoğu da dökülmüştü. Vicdanı mı getirmişti onu bu kapıya? Elindeki poşeti uzatırken konuşmakta zorlanıyor, çekiniyor, yutkunuyor, kekeliyordu.
“Susamlı çörek yaptım Saliha’ya. Ne olur kabul et teyze.”
son-