“Geçmişte
yasamış insan topluluklarının birbirleriyle olan ilişkilerini, savaş ve
barışlarını, kültürlerini, medeniyetlerini, sosyo – ekonomik yapılarını
belgelere dayanarak, yer ve zaman göstererek, sebep – sonuç ilişkisi içerisinde
inceleyen ve objektif olarak açıklayan bilime tarih denir.”
Tarihin böyle tanımını anımsadıktan
sonra bizler tarihten ne düzeyde ders çıkardıklarımızı bizleri ilgilendiren bazı
tarihi olayları anımsayarak irdeleyelim. Yaşanan olaylarla günümüzün olaylarını
karşılaştırmaya çalışalım. Tarih hataları asla affetmez. Ulusların kaderine hükmedenler
tarihi olayları neden-sonuç ilişkileri bağlamında değerlendirse büyük acılar
yaşanmaz. Geçmiş olayları gerekli biçimde değerlendiren ve gereğini papan liderler
yurttaşlarına gönençli yıllar yaşatır.
Napolyon’un Rusya Seferi vardır.
Bilinir. Fransız orduları Moskova’yı bile işgal ederler. Fakat Ruslar, doğal
müttefikleri soğuk kış koşullarının kendilerine sağladığı olanaklarla Napolyon
orduları soğuk Rus steplerinde büyük kayıplara uğrayarak utkuya ulaşır.
Fransızlar büyük kayıplar vererek geri çekilir.
Bu kez yıllar sonra Hitler orduları
Rusya’ya saldırır. Sonuç tıpkı Napolyon’un kaderi ile aynı olur. Almanların
Rusya seferi başlattıkları savaşın aleyhlerine sonuçlanmasının başlangıcı olur.
Demek ki Hitler, Napolyon’un Rusya seferinden gerekli çıkarımları yapamamış. Biz
kendi tarihimize dönelim.
24
Şubat 1525 yılında Almanlarla Fransızlar arasında Pavye Savaşı yapılır. Savaşı
Alman İmparatoru Şarlken kazanır. Fransa kralı Fransuva Almanlara esir düşer.
Esir kralın annesi Düşes Dangolen Kanuni’den yardım ister. Kanuni Fransa
kralına şövenist duygularımızı kabartan şu ünlü mektubu yazıp gönderir:
“Ben ki,
sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren,
Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in,
Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un , Dulkadiroğluları Vilayeti'nin,
Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Haleb'in,
Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in
ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı
konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan
mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin
sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sulan
Süleyman Han'ım…” Mektubun sonunda
Kanuni gereğini yapacağını belirtir.
Çağının yenilmez
armadası Osmanlı İmparatorluğu Ordusu Kanuni’nin liderliğinde Almanya Seferine
çıkar. Fransa kralı kurtarılır.
Kanuni, sırf bu
sefere mektubunda betimlenen ününe ün katmak için çıkmadı elbette. Osmanlı,
Avrupa’ya doğru fetihlerinde sürekli Avrupalılar birleşerek oluşturdukları
ordularını yıllar önce İslam ülkelerine karşı düzenledikleri Haçlı ruhuyla
Osmanlılara saldırmıştır. İşte Kanuni’nin Fransa kralını kurtarmak adına
yaptığı seferin biricik amacı Avrupa’daki birliği bölmek onların güçlerini
azaltmaktı. Bu siyaset hayli zaman başarıyla sürdürülmüştür.
Demek ki, Kanuni
zamanın ruhunu iyi okuyup gereğini yapmış. Kanuni, 1529 yılında Viyana’yı
kuşattı. Başarı kazanma şansının olmadığını görüp güçlü ordusuyla kuşatmayı
kaldırdı. Ordu sağ salim geri döndü.
Tarihimizde kara
günlerin başlangıcı; maalesef birleşen Haçlı güçlerine karşı gerekli tedbirleri
alamayıp Viyana önünde büyük hezimet yaşayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile
olmuştur.
Ülkelerin
tarihinde yararlandıkları ya da yararlanamadıkları olaylar vuku bulur. İleri
görüşlü liderlere sahip olan ülkeler kendi çıkarlarına oluşacak durumları
hisseder koşulların gereğini yaparlar. Napolyon Rusya seferine çıkarken Osmanlı
Devleti’ne müttefiklik önerir. Tarih öğretmenimiz üstüne basa basa anlatmıştı
bu olayı. Bizimkiler bu öneriye ilgi göstermez. Neden, birkaç yıl önce
Napolyon’un Mısır’a saldırması gösterilir(!) Oysa koşullar değişmiştir.
Fransızlar kuzeyden, Osmanlılar güneyden Rusya’ya saldırsaydı ezeli düşman
Moskofların ülkemize ait hain planları yıllarca ertelenir ya da ortaya
konmazdı.
Bir serhat
şehrinde geçti çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım. Doğduğum il 43 yıl Rus
işgalinde kalmış. Topraklarımız uzun yıllar Rus saldırılarına hedef olmuş. Rus
kelimesi ruhumuzda korku ve tedirginlik yaratırdı çocukluk yıllarımızda. Evet,
Ruslar 500 yıllık ezeli düşmanımızdı.
Fakat Ulusal
Kurtuluş Savaşı yıllarında, savaşı yöneten lider kadro Ruslarla müttefik olmayı
başarmıştır. Ruslar bize azımsanmayacak düzeyde silah ve para yardımı yaptı.
Ruslar ezeli düşmandır, onlardan bize hayır gelmez diye sığ bir görüş hakim
olsaydı Ulusal Kurtuluşun lider kadrosunda başlattıkları mücadeleyi başarıya
ulaştırmaları şansa kalırdı. Demek ki, olayları iyi değerlendirmek, duruma göre
siyaset uygulamak önemli. Bunu da ancak gerçek liderler başarır.
Tarihin
labirentlerinden çıkıp günümüze gelelim. Hiç gereği yokken Suriye rejimini
değiştirme sevdasına tutulduk. Oysa Türkiye ve Suriye yöneticileri buluşup
dostluk gösterileri yapıyordu. Güney komşumuzla ticaret alıp başını yürümüştü.
İki tarafın da bölge insanı mutluydu. Ne olduğu bilinmez(!) Bir gecede Esat
Eset oluverdi. Suriye rejimi güya kendi yurttaşlarını katlediyordu. Bizimkiler
barış elçisi oluverdiler. Batılı emperyalistler Suriye’de iç harp başlattı. Bizde
destek verdik bu savaşa. Sonuç! Suriye rejimi değiştirilemedi. Milyonlarca
Suriyeli ülkemize geldi. Ülkemize gelen Suriyelilere milyarlarca dolar
harcadık. Suriye’de rejim değişseydi. Esat devrilseydi bundan çıkarımız ne
olurdu? Anlayan beri gelsin.
Atatürk
komşularımızla iyi geçinmeyi, özellikle Arapların iç işlerine karışmamayı
önermişti geleceğin siyasetçilerine. Ve “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Diyerek
ülkemizin geleceği, halkımızın mutluluğu için barışı önermişti. Gelecekte barış
içinde, gönençli yaşamanın formülü tarihi olayları iyi tahlil etmek; Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkıp ülke
politikalarını bu ilke ve devrimler ışığında dizayn etmekten geçiyor.