Osmanlı Toplumunda Bayramlar Ve Özel Günler—7. Bölüm: Nusayrilerin Bayramları
OSMANLI TOPLUMUNDA
BAYRAMLAR VE ÖZEL GÜNLER—7. BÖLÜM: NUSAYRİLERİN BAYRAMLARI
VE ÖZEL GÜNLERİ
Nusayrilerin Bayramlarını ele almadan
önce onları da
tanıyalım biraz.
Her şeyden önce bugün
artık ülkemizdeki Nusayriler
kendilerine Nusayri diye
hitap edilmesinden hoşlanmıyorlar ve kendilerini Alevi olarak
tanımlıyorlar.( Ya da Arap Aleviliği diyorlar. ) Ancak
Nusayriliğin daha yaygın
olduğu Suriye’de pek de itiraz
edilen bir şey
değil bu.
Bir diğer husus
Nusayriler kendilerini her
ne kadar Alevi
olarak tanıtıyorlarsa da kendi
Alevilikleri ile klasik
Anadolu Aleviliğinin çok
farklı olduğunu savunuyorlar. Nitekim Klasik Anadolu Aleviliğinin en önemli
unsurlarından olan Cem- Cemevi
ve Semah gibi şeyler
Nusayrilikte yok.
Bir başka husus: Nusayriler dinleri
ile ilgili sırları
başka inançtan olanlarla paylaşmıyorlar. O bakımdan
Nusayrilerin bizlere anlattıkları ( Anlatabildikleri ) Nusayrilik
ile araştırmacıların bularak yazdıkları Nusayrilik arasında oldukça büyük
farklılıklar olabiliyor. Araştırmacılar bu
durumu ‘’ Takiyye ‘’ olarak yorumluyorlar ( Yani asıl
gerçeği gizlemek ) Hal böyle olunca
da bazen Nusayriler ‘’ Biz
bu değiliz ‘’ Diye kendilerini parçalasalar da inandıramıyorlar maalesef.
Yazıyı işte bu hususları nazar-ı
dikkate alarak okumanızı
özellikle istirham ediyorum.
Şimdi bu
konuda yapılmış olan en ciddi araştırmalardan birine dayanarak Nusayriler
ve Nusayrilik kapısını açıyorum ( Kaynaklar yazının
sonunda zikredilecektir.)
*********
Kimdir bu Nusayriler?
Neden bu insanlara
Nusayri denmiş?
Bu konuda çeşitli
görüşler olsa da en
mantıklı ve akla yakın
olanı iki görüştür.
1- Gadr-ı Hum biatında hazır bulunan Irak ve Mısırlı
küçük bir grup ( Nusayra=
Küçük yardım/ yardımcık ) Hz.
Ömer zamanında yapılan savaşlara katılırlar
ve zafer elde
edilince kendilerine Lübnan dağı
ile Antakya hattı arasında kalan dağlar ve araziler verilir. Zamanla bu dağlar “Nusayra Dağları”
adı ile anılır ve bu topraklar üzerinde yaşayanlara da Nusayrî denilir.
2- Nusayri ismi Nusayriliğin
kurucusu Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî’den gelmektedir. Nitekim
Nusayrilerin kutsal saydıkları
kitaplarından Kitab’ül Mecmu’da daha ilk bölümde bu kişinin
görüşleri nakledildiği gibi çeşitli bölümlerinde de Nusayrî ve Nemîrî
isimlendirmesine yer verildiği görülür.
Ancak Nusayri inanç önderleri
Nusayri isminin ‘’Zafer
kazanmak ve Hz. Ali’nin
yanında düşmana karşı savaşmak ‘’ anlamına geldiğini
savunmuşlardır.
Bu arada Nusayri isminin Hrıstiyanlara
atfedilen ‘’ Nasiri-
Nasrani’’ kelimesinden geldiğini
iddia edenler de
olmuştur ama bu
iddialar asılsızdır.
Osmanlı tapu kayıtlarında
bu gruba ‘’ Garibler
Cemaati’’ dendiği gibi Adana şer’i sicillerinde ‘’ Bahçeciler ‘’ Dendiğini
ve tarımla ziraatla
uğraştıkları için halk arasında ‘’ Fellah’’ dendiğini görmekteyiz.
Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr bir rivayete göre, kendisinin 10. imam Ali en-Nakî tarafından gönderilmiş
bir peygamber olduğu iddiasındaydı. Bu çerçevede Ali en-Nakî’nin ilahlığını
kabul ettiği, tenasühe ( ruhun öldükten sonra başka bedende
yeniden dünyaya gelmesi ) inandığı, haramları helal saydığı
ve meşru olmayan ilişkileri teşvik ettiği söylenmiştir. Bir başka rivayete göre
ise İbn Nusayr, 11. İmam Hasan el-Askerî’ye
açılan kapı (bâb) olduğunu savunmuştur. Onun ölümünün ardından da oğlu
XII. İmam Muhammed b. el-Hasan’ın mehdi olduğunu kabul etmiş; gaybete
girmesiyle de bâblık görevinin kendisine geçtiğini, hatta onun sefiri olduğunu
öne sürmüştür. Ancak bu iddialar muhaliflerinin eserlerinde
yer aldığı için pek
itibar edilemez.
İbn Nusayr’ın ölümünden sonra fırkanın başına Muhammed b. Cündeb onun ardından Ebû Muhammed Abdullah b.
Muhammed el-Cenân el-Cünbülânî
geçmiştir. Bu şahıs, Cünbülâniyye adıyla anılan bir tarikat kurarak
fırkaya tasavvufî bir boyut kazandırmak istemiştir. Hareketin yayılması için
seyahatler yapan Cünbülânî, Mısır’da bulunduğu sırada Ebû Abdullah Hüseyin b.
Hamdân el-Hasîbî’yi etkileyerek tarikatına girmesini sağlamıştır.
Mezhebin ikinci kurucusu sayılan Hüseyin b. Hamdan el-Hasibî’nin (Bu şahıs “Şeyh Yaprak”
olarak da bilinir.) Nusayriliğin
sistemleşmesi ve yayılmasında önemli bir rolü vardır. Nusayrilerce
“şeyhu’d-din” olarak anılan Hamdan el-Hasibî döneminde hareket Irak ve Suriye
başta olmak üzere yakın bölgelere yayılmıştır. Nusayriliğin kutsal kitabı
olarak kabul edilen Kitabu’l-Mecmû da Hüseyin b. Hamdan
el-Hasibî tarafından yazılmıştır.
Nusayriler, şeyhleri Muhammed b. Yûnus
el-Kilâzî zamanında (ö.1011/1602) Kitâbü’l-Mecmû’da yer alan Hz. Muhammed ile
Hz. Ali’den bahseden bazı ibarelerin yorumu konusunda ayrılmışlardır ve
ortaya Haydariyye ( Veya
Gaybiyye- Şemsiyye ) ve Kilaziyye
( Kameriye ) diye iki grup çıkmıştır.
Bunlardan Haydarîlere göre Hz. Ali, göktedir. Gök bir semboldür ve Mânâ
(Ali)’nın bulunduğu yerdir. Güneş Hz. Muhammed’i, ay da Selmân’ı( Selman-ı
Fârisî) temsil eder. Hz. Ali aynı
zamanda, Hz.Muhammed’i temsil eden güneşte oturmaktadır. Haydari
Nusayrilerne göre insanoğlunun
aya gittiğini söylemek ve
buna inanmak kafirliktir.
Kilazilere ( Kameriye ) göre ay, Hz.
Ali’nin yeridir. Güneş Hz. Muhammed’dir, gök ise Selmân-ı Fârisî’dir.
Nusayrîlik dokuzuncu asırda Irak’ta ortaya çıkmasına rağmen on birinci yüzyılın
ortalarından itibaren daha çok Suriye ile Adana-Mersin yöresinde yaygınlık
kazanmıştır.
Söz konusu bölgeler on birinci yüzyılın
sonları ile on ikinci yüzyılın başlarında Haçlı seferlerine maruz kaldığında
halk göçler, ekonomik sıkıntılar ve sefaletlerle dolu bir süreç geçirmiştir.
Nusayriler Haçlı seferleri sırasında Dürziler ve İsmaililerden farklı
olarak Haçlılara karşı savaşmışlardır. Nitekim Nusayrî tarihçisi
Muhammed et-Tavîl toplumun Haçlılara karşı büyük mücadeleler verdiğini, Haçlı
seferlerinin Nusayrîlerin yaşadığı en büyük felâketlerden biri olduğunu
açıklamıştır.
Tarihte pek çok devletin hakimiyeti altında yaşamak durumunda kalan Nusayrîler,
Abbasiler, Büveyhîler ve Hamdanîlerden sonra Lazkiye ve çevresinin Selâhaddîn-i
Eyyûbî tarafından Haçlılardan kurtarılmasının ardından Eyyûbîlerin hâkimiyetine
girmiştir.
Memluklar döneminde Sultan Baybars, Nusayrîlerin yaygın İslâmî anlayışa mensup
zümrelere katılması için teşebbüslerde bulunmuş, Bâtınîlere karşı sert
tutumuyla tanınan Sultan Kalavun döneminde
Nusayriliğe girmek yasaklanmış, mensuplarının bulunduğu yerlere cami
yapma mecburiyeti getirilmiş, ancak fazla bir zaman geçmeden camiler tamamen
âtıl kalmıştır.
Mercidâbık Savaşı (1516) sonrasında Nusayrîler Osmanlı idaresine girmiş, uzun
süre Halep’te mahallî şeyhlerin denetiminde serbest bir hayat yaşamışlardır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa’nın Osmanlı yönetimine karşı
giriştiği harekâtta (1839) büyük kayıplar vermelerine rağmen Nusayrîler
Osmanlı’ya sadık kalmıştır.
II. Abdülhamid zamanında Müslüman kitle arasında kabul edilerek mecburi
askerliğe tâbi tutulan Nusayrîler’e bölgedeki Hıristiyan misyonerlerinin
propagandalarına karşı tedbir talepleri dikkate alınarak destek vaadinde bulunulmuş,
belli yerleşim merkezlerine camiler inşa edilip imamlar tayin edilmiştir. Ancak
burada bir yanlış anlaşılmaya da dikkat çekmek gerekir. Bazı kaynaklarda II.
Abdülhamit döneminde Nusayrîlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere cami ve
medreseler inşa edilmesi onlara yönelik bir baskı olarak gösterilmektedir.
Halbuki tarihi vesikalar talebin doğrudan Nusayrîler tarafından dile
getirildiğini göstermektedir. Söz konusu dönemde Nusayrî muhtarları tarafından
Bâb-ı aliye gönderilen dilekçelerde Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi üzere dinin
getirdiği farzları cemaatle yapma taleplerini devlete bildirdikleri, Bâb-ı âli
bu durumu memnuniyetle karşılayarak “Devlet-i âliyye her türlü tekâlif ve
muâmelat-ı dîniyyesinde taife-i merkumeyi şimdiye kadar İslâm’dan ayrı
tutmayarak haklarında Ehl-i İslâm muamelesi icra etmekte” olduğunu belirterek
bölge ileri gelenlerine bu durumun kabullenilmesi gerektiği ve Nusayrîlerin de
camilerde rahatça ibadet etmelerinin sağlanması için halka telkinde bulunulması
istenmiştir. Kısaca: II. Abdülhamit döneminde
Nusayrilerin Ehl-i Sünnetten
sayıldığını görüyoruz.
I. Dünya Savaşı’nın ardından bölge önce İngilizler, daha sonra Fransızlar
tarafından işgal edilmiştir. Savaşın akabinde Fransızlarla Suriyeli yetkililer
arasında gerçekleşen görüşmelerin ardından 1920’de ‘‘Alevî toprağı’’ adı
altında idarî bir birim kurulmuş, bu isim 1922’de “Alevîler Devleti” olarak
değiştirilmiştir.
1936’da burası Suriye Devleti’nin bir vilâyeti kabul edilmiş, 1939’da Fransa
Lazkiye bölgesine müstakil bir statü vermiş, 1942 yılında Lazkiye idaresi
Suriye’ye katılmıştır.
1940’lardan itibaren pek çok Nusayri genci orduya ya da Humus Askeri
Akademisine girmiştir. 1960’ların başına gelindiğinde Suriye ordusundaki
astsubay ve küçük rütbeli askerlerin çoğunluğu Nusayrilerden oluşmakta idi.
1963 yılında Nusayri bir subay olan Salah Cedid askeri atamalar ve rütbe yükseltilmeleriyle
yönetimi tamamen ele geçirmiş, muhalif subayları (yedi yüz kadar) ordudan
uzaklaştırmış ve sonra da darbe yapmıştır.
Nusayri olan Hafız Esed de 1970’de bir darbe yapmış, daha fazla Alevi-
Nusayri’yi Baas partisine ve orduya
yerleştirmiştir. Baas partisi, askeri okullar ile mülkiyeye Alevi/ Nusayri
kökenli Suriyelileri almaya özen göstermiş, belli yönetim kademelerini
Sünnilere yasaklamıştır. ( Hafız
Esed’in babası Süleyman ( Vahşi lakabıyla bilinir ) Adana doğumludur. Hafız Esed ise
Hatay/ Samandağ doğumludur. )
Bugün Suriye Devletinin başında olan oğul Beşer Esed de doğal olarak Nusayri’dir.
Günümüzde Nusayrîlik çoğunlukla Suriye’nin Lazkiye ve Cebel-i Ensariyye
yöresinde, Lübnan’ın kuzey bölgesinde, Türkiye’de başta Antakya olmak üzere
Adana, Mersin, İskenderun ve Tarsus civarında varlığını sürdürmektedir.
Türkiye’de yaşayan Nusayri
sayısının 350.000 civarında olduğu
sanılmaktadır.
*************
Bu Bölüm
çok uzadığından inançları ve
ibadetleri ve bayramları ile
ilgili kısmı gelecek bölümde
ele alacağız.
Kaynaklar:
1- https://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/oy2012_579_614.pdf
2- https://tr.wikipedia.org/wiki/Nusayrilik
(
Osmanlı Toplumunda Bayramlar Ve Özel Günler—7. Bölüm: Nusayrilerin Bayramları başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
8.12.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.