“liyakat,
sadakat başlıklı yazının devamı”
Her gün
yaptığımız mutat yürüyüşümüzü yarılayıp yönümüzü çamlıktaki parkurun çıkış
yönüne çevirdik. Sohbetin ikinci aşamasındaydı sıra. Okuluna yeni atanan müdürün
çalışmalarını anlatacaktı arkadaşım. Merakım doruk yaptı. En çok da yeni müdürün
idealimdeki müdür profiline uygun olup olmayacağını düşünüyordum.
Bizim
gibi yürüyüş yapan arkadaşlarla karşılaştık. Selamlaşma faslından sonra
arkadaşım karşılaştığımız guruptan bir arkadaşla kısa bir görüşme için benden
müsaade istedi. Onları yalnız bırakarak uzaklaştım yanlarından. Arkadaşım
yanıma gelinceye kadar okuduğum okulların müdür ve öğretmenleri kısa metrajlı
bir film gibi geçti hafızamdan:
Nasıl
anlatsam, çalıştığım okullarda; okuduğum okullarda karşılaştığım duruş, konuşma
ve de kılık kıyafetlerine büyük saygı duyduğum okul müdürlerim çapında müdürlerle
çalışmam kısmet olmadı! İlkokul müdürümüz baba gibiydi sevecen tavırlarıyla. Ya
orta okul müdürümüz!.. Okulun ikinci katında balkon biçiminde bir çıkıntı
vardı. Bayrak törenlerinde balkona çıkıp nazar ettiğinde binin üzerinde olan
bizler bir iki dakikada susar düzgünce sıraya geçerdik. Korkuya da dayanan bir
saygı duyardık müdürümüze karşı. Birebir konuştuğumuzdaysa bir ağabey
şefkatiyle yaklaşırdı bizlere.
Öğretmen Okulu müdürü de tıpkı ortaokul
müdürümüz gibi disiplinli, fötr şapka giyen Gregory Peck benzeri bir adamdı.
Yatılı olan okulumuza iki sınavla girmiştik. Disiplin ön plandaydı. Başta müdür
ve idarecilerimiz ve öğretmenlerimiz bilgi ve deneyim sahibi seçkin insanlardı.
Ortaokulu birlikte bitirdiğimiz aynı ilçeden çokça arkadaşlarla birlikteydik
öğretmen okulunda da. Öğretmen Okulu öğretmenlerimizle ortaokul
öğretmenlerimizi karşılaştıran konuşmalar yaptığımızı hala anımsarım.
Birleştiğimiz ortak nokta idarecilerimiz ve öğretmenlerimizin çok yönlü örnek
insanlar oluşuydu. Nihayet arkadaşım kısa sohbetini bitirip yanıma geldi. Sıra
gelmişti okuluna yeni atanan müdürle ilgili aklında kalan izlenimlerini
anlatmaya:
“Okulun
bahçesinde ilk gördüğümde hayli ilgimi çekmişti yeni müdürümüz. Tam gün
çalışıyorduk. Müdür yardımcısı arkadaşımız, ‘Beşinci teneffüste bütün
arkadaşların öğretmen odasında toplanmasını’ isteyen anonsuyla toplandık. Müdürle
tanışma seremonisiydi toplantının amacı….
Kısa
bir konuşmayla, kendisini tanıttı. İlimizin bir ortaokulundan okulumuza
atandığını söyledi. Bizler de kendimizi tanıttık. Ders zili çaldı. ‘Arkadaşlar
parayla her şeyi satın alınır fakat geçen bir saniye bile geri getirilemez.’ diyerek
iyi dersler diledi bizlere. Yeni amirime tebessüm ederek sınıfıma doğru
yöneldim.
Hala
anımsarım! Müdürümüz adeta kendisini odasına hapsetti. Müdür yardımcılarımıza
sorardık müdür odasında ne yapıyor. Aldığımız cevaplar; okulda her ne kadar
resmi defter, tutanaklar varsa hepsini sırayla inceliyor. Okulda yapılan
çalışmalar hakkında bizlere sorular soruyor biçiminde oluyordu.
Okulumuzda
üç hizmetli, iki müdür yardımcısı ve memur çalışanımız vardı. Müdürün onlarla
da görüşüp görevlerini bir bir anımsattığı haberleri dolaşıyordu arkadaşlar
arasında. Resmi tavırları, bizlerle
selamlaşmadan öte fazla muhatap olmaması kendisine karşı soğuk bir hava oluşmaya
başladı. Ve ilk soluklu toplantısını yaptı.
Eğitsel
kolların çalışmaları hakkında kollarda görevli arkadaşlar yaptıkları
faaliyetleri anlattı. Müdür yardımcıları öğrenci-öğretmen veli ilişkileri
hakkında bilgiler verdiler… Müdürümüz yakında yine hafta sonu yapılmak kaydıyla
velilerimizin de katılımıyla bir toplantı yapılacağını belirtti.
İdareciler,
öğretmenler, özellikle okul-aile birliğinde görev alan veliler ve tüm
velilerimizle birlikte okulumuzun çok amaçlı salonunda geniş katılımlı bir
toplantı yapıldı. Müdürümüz akıcı bir anlatımla okulculuk çalışmaları hakkında
genel açıklamalar yaptı. Salonda çıt çıkmıyordu. Herkes kulak olup
konuşulanları anlayıp sindirmeye çalışıyordu.
Biz
öğretmenlere görevlendirdiğimiz eğitim-öğretimle ilgili sunumlar yaptık.
Öğrenci davranışları konulu bir sunum da ben yaptım. Okulumuzda yaşanan birlik,
dayanışma havası okul sınırlarını aştı, mahallelere ve komşu okullarda da
hissedilir oldu…
Arkadaşım
başka ne anlatayım. Müdürün geldiği ilk yıl içinde tiyatro kolunda görevli
arkadaşlar hazırladıkları oyunu sundular. Müzik kolunda görevli arkadaşlar oluşturdukları
Türk Halk Müziği korosu ile tiyatro sunumunda sahne aldılar. Folklor ekibimiz oyunlarını
oynadılar. Bir arkadaşımla okulun spor kolunda görevliydik. İlkokul basketbol
takımızla il şampiyonu olduk. Ve Edirne’de bölge ikincilik kupasını okulumuza
kazandırdık.
Okulumuz,
varoş bir semtte olmasına karşın olanakları iyi değerlendiren okulun tüm
paydaşlarına eşit mesafede davranan, kanun ve yönetmelikleri harfiyen uygulayan
müdürümüze herkes saygı ve sevgi esirgenmez oldu. Ses tonunu artırarak
konuştuğuna hiç tanık olmadım. İkna edici tatlı tatlı konuşmalarıyla örnek bir
değerdi… Saygı ve sevgiyi anne sütü gibi hak ediyordu. Usta bir virtüözdü. Yeni
uygulamaya geçen İlköğretim Okulumuz günümüzün ün yapmış özel okulları
disipliniyle çalışmalarına devam ediyordu.
Son söz şunu söyleyeyim. Ben Almanya’ya gittim
bakanlık öğretmeni olarak. Su gibi aktı zaman. Yıllar sonra sanal dünyada
yeniden iletişim kurduk müdürümüzle. Hoş sohbetlerimiz oluyor. İki elin
parmaklarından fazla kitap yazmış…”
Sadakat
ve liyakat neydi? Sözlüğe müracaat ettim:
TDK ‘ya göre Sadakat Kelimesinin Sözlük Anlamı:
Birisine
karşı verdiğin sözleri tutmak ve ikili oynamamak… Dürüst olmak, yalan söylememe…
Liyakat TDK Anlamı :Liyakatli; liyakatli olan, liyakat ehli, iş bilir,
değerli. Liyakat Lâyık
olma, uygunluk: Lâyık olmaya sebep teşkil eden yetenek, yeterlilik, kifayet.
Arkadaşımla sadakat ve liyakat
konusunda sohbetimizde ortak görüş olarak şu kanıya vardık. Sadakat kelimesinin
anlamı ne kadar hoş olsa bile günümüzde makam sahipleri kendilerine sadakat
bağlarıyla bağlı, verilen emirleri sorgulamadan uygulayan, ‘evet efendimci’
yardımcıları tercih ediyorlar. Fakat genelde böylesi kişilikler özgür düşünceli,
yurttaş olma hak ve sorumluluklarını içselleştirememiş tipler oluyor maalesef.
Rüzgâra göre yön değiştirirler.
Atalarımız:
“Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste ver.” Diyerek görevi liyakat ehli, iş
bilir; örnek müdür portresini çizmeye çalıştığımız değerlere verilmesinin
önemini vurguluyorlar. Liyakat sahibi görevini gereği gibi yapar. “En büyük amirim vicdanımdır.” Anlayışı
içinde amirlerine, halka hesap vermekten çekinmez.
Peki,
ülkemizde yönetici atanırken hangi kıstaslar aranıyor? Dersek. Yıllarca görev
yaptığımız Milli Eğitim camiasında iktidara gelenler önce il, ilçe ve okul
müdürlerini değiştirip kendi siyasi görüşlerine bağlı kişileri yönetici olarak
atıyorlar. Sözüm ona sınavlar yapılıyor idareci seçimi için(!)
Aranan kıstas; öncelikle sadakat
elbette… Bilgiye, deneyim ve liyakate hak getire. O bakımdan öğrencilerimiz
uluslararası yarışmalarda nal topluyor. Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine
yükseltmek için büyülü formül nedir dersek?
Büyülü
formül için, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Öncelikle
eğitim-öğretimle tüm işlemlerden siyasilerin ellerini çekmeleri, işin
uzmanlarına bırakmaları gerekir… Demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerdeki
çalışmaları örnek alıp bilim ve aklı (lütfen bir partinin söylemini
anlaşılmasın sözlerimden) önceleyerek çalışma ve uygulamaları çağdaş yöntemlere
göre tasarımlamak gerekir. Eğitim-öğretimin kalitesini yükseltmenin başka da makbul
yöntemi hala keşfedilmedi…