Nuri Killigil Paşa Kimdir?
Nuri Killigil 1890'da İstanbul'da Dünyaya gelmiş olsa da aslen
Kastamonu/ Bozkurt'ludur. Daha de evveline gidecek olursak ailesinin Romanya'nın Kilya bölgesinden göç ederek Kastamonu/ Bozkurt'a bilahare İstanbul'a yerleştiklerini görüyoruz.
Nuri Killigil'in Babası Hacı Ahmet Efendi hakkında bir bilgimiz olmasa da amcası Kut-el Amere kahramanı Halil ( Kut ) Paşayı ve ağabeyi meşhur Enver Paşayı hepimiz tanıyor ve biliyoruz.
1909 Yılında başladığı askerlik görevinde onu ilk kez 1911'de başlayan Trablusgarp Savaşına ağabeyi Enver ve Mustafa Kemal gibi gönüllü olarak katılan subaylar arasında görmekteyiz.
Trablusgarp Savaşının maalesef Uşi Antlaşmasıyla sonuçlanması üzerine I. Dünya Savaşına kadar Roma Askeri Ataşesi ve Viyana Askeri Ateşe yardımcısı olarak görev yapar. 15 Ağustos 1914 tarihinde ise Harbiye Nezareti Makam Yaverliğine tayin olunur.
I. Dünya Savaşı başlayınca Enver Paşa onu tekrar Trablusgarp Bölgesine gönderir.
Bu sefer Afrika Grupları Komutanı olarak görev yapacaktır ve artık o Fahri Feriktir. ( Onursal Korgeneral ) Bölge halkını teşkilatlandırarak İngilizlere karşı mücadele eder.
1918 Yılı Ocak ayı başlarında ise Kafkas İslam Ordusu komutanlığına atanır.
Evet... Rusya'da 1917 de ihtilal çıkması ve Rusların 15 Aralık 1917 de Ateşkes ilan etmesi üzerine Ermeniler bu fırsatı değerlendirip Erzincan dahil doğu sınırlarımızda katliamlar ve işgallerde bulunmuşlardı. Bu arada 30 Mart- 2 Nisan 1918 Tarihlerinde Azerbaycan'da giriştikleri katliamlar neticesinde 12.000 Civarında Azerbaycan Türkünü katletmişlerdi.
Nuri Paşa 5. Ağustos 1918'de Bakü'yü Ermenilerden ve destekçileri Ruslardan geri almak için yaptığı ilk harekatta başarısız olsa da gerek Türkiye'den gelen takviyeler gerekse Azerbaycan Türklerinin Kafkas İslam ordusuna daha fazla dört elle sarılıp yardımcı olmaları sayesinde 15 Eylül 1918 de Bakü'yü Ermeni Rus İşgalinden kurtardı. Daha sonra Dağıstan bölgesi de işgalci Ermeniler Ruslar ve ''Aman petroller elimizden gidiyor'' endişesine kapılan İngilizlerden kurtarıldı.
Ama bu sevinç çok uzun sürmedi.
30 Ekim 1918'de İmzalamak zorunda kaldığımız Mondros Ateşkes Antlaşması nedeniyle savaş bitmişti. Nuri Paşa ağabeyi Enver'den gelen bir telgraf üzerine Türkiye'ye döndü anacak İstanbul'a geldiği an tutuklandı ve meşhur Bekir Ağa Koğuşuna gönderildi.
Tutuklanışının ertesi günü İngilizlere teslim edildi. İngilizler de onu alıp Batum'a götürdüler ve orada hapsettiler.
Lakin Nuri paşa gibi biri hapsedilemezdi. Nitekim de öyle oldu. Onu çok seven Azerbaycan ve Batum Türkleri 8 Ağustos 1919'da paşayı hapisten kaçırdılar.
Nuri Paşa hapisten çıktıktan sonra Gence şehrine geçti ve burada Ermeni ve Rusların Azerbaycan'ı işgal etmiş olduklarını görünce bir isyan organize etti.
Daha sonra Erzurum'a geçen Nuri Paşa, Erzurum ve Kars fabrika ve imalathanelerin başına geçerek ele geçen silah ve cephanelerin tamir ve bakımını yaptı.
Kurtuluş Savaşından sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
1925'de Kütahya'da - Atatürk'ün de desteği ile- bir çini fabrikası kurdu ama başarılı olamadı.
Daha sonra Almanya'ya gitti. Orada harp sanayii ile oldukça yakından ilgilendi. 1927'de 20 civarında patentini Polonya'dan aldığı değişik silah ( Bilhassa adıyla anılan tabanca ) üretti.
1938'de Türkiye'ye geldi ve Zeytinburnu'nda bir fabrika satın alarak burada madeni eşya yanında bir takım silahlar üretti.
Daha sonra bu fabrikayı Sütlüce'ye taşıdı. Sütlüce'deki fabrikası da görünürde Madeni eşya fabrikası olmakla birlikte silah üretimi için de izni vardı ve üretiyordu. Hatta öyle ki resimde de görüldüğü gibi füze bile üretmekte ve dış ülkelere ( Özellikle Mısır- Suriye ve Pakistan ) satmaktaydı.
1947'de - Çalıştırdığı işçiler için hükumetin çok fazla vergi talep etmesini gerekçe göstererek- bir daha savaş silahı ve malzemesi üretmeyeceğini belirtse de görünen oydu ki üretim gizli bir şekilde sürüyordu zira 2 Mart 1949'daki patlamadan sonra Fabrikanın Muhasebecisi B.Fungaris '' Biz Suriye'nin bize sipariş ettiği 2000 mermiyi imal ediyorduk.'' Demişti.
Evet.. 2 Mart 1949'da Saat 16.50 de fabrikasının önce kapsüllerin imal edildiği bölümünde bir yangın çıktı. Nuri Paşa derhal depoya koşup orada çalışanları dışarı çıkarmak istedi ancak yangın depoya da ulaşmıştı ve kendisi depoya girdiği anda ikinci bir patlama daha oldu ve paşa da bu patlamada pek çok çalışanı ile birlikte paramparça oldu.
Hadiseden birkaç gün sonra Nuri Killigil’e ait bir ayakkabı teki, not defteri, parçalanmış bir kravat ve onun olduğu iddia edilen bileğinden kopuk bir el tahribatın kaldırılması sırasında bulundu.
Patlamada hayatlarını kaybeden Nuri Paşa dahil 10 kişinin cenazeleri 7 Mart 1949’da Beyazıt Camii'nden törenle kaldırıldı. Cenaze töreninde İçişleri Bakanı Mehmet Emin Erişirgil, Çalışma Bakanı Reşad Şemsettin Sirer, İstanbul Savcısı İhsan Köknel ve Orgeneral Kazım Orbay hazır bulundular. Cenazeler Edirnekapı şehitliğine defnedildi.
Ancak bu cenaze töreninde bir cenaze namazı kılınmadı. Sadece dualar okundu.
Patlama esnasında Mısır'da ailesinin yanında bulunan Nuri Paşa'nın eşi Misli Melek hanım ( Bir Mısır Prensesi idi. ) 16 Mart Günü Kahire'den İstanbul'a geldi. 22 Mart 1949 da Killigil ailesi Sütlüce'nin sahil kesiminde bazı ceset parçalarına rastladılar. ( Kollar ve bacaklar ) bu parçaların Nuri Killigil'e ait olduğunu söylediler ve 23 Mart günü bu parçaları bir tabuta koyup cenaze namazının kılınması için yetkili mercilere müracaat ettiler. Ancak zamanın İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen ''Kafası olmayan ve parçalanmış bir kaç uzuv için cenaze namazı kılınamaz.'' Dedi.
Aile 27 Mart 1949'da buldukları ceset parçalarını bir minik kutuya koyup üzerini Türk Bayrağı ile sararak ikinci bir cenaze töreni daha düzenledi Nuri Paşa için. Bu cenaze törenine İstanbul Müftülüğü herhangi bir imam tayin etmedi. O bakımdan aile kendileri birini imam tayin ederek bir cenaze namazı kıldırdı mı kıldırmadı mı bilmiyoruz ama genel kanaat bu ikinci cenaze töreninde de bir cenaze namazının söz konusu olmadığı yönündedir.
İkinci cenaze de aynen ilk cenazede olduğu gibi Edirnekapı şehitliğine defnedildi.
(
2 Mart 1949-- 7 Mart 1949-- 27 Mart 1949---4. Bölüm --- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
5.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.