HEYKELİNİ YAPTIRAN PADİŞAHTAN NÜ TABLOLAR ÇİZEN İSLAM HALİFESİNE/ HER KİM TÜRK’E BENZERSE—4. BÖLÜM--
Yazı dizimizin ilk üç bölümünde 16.- 17. Ve 18. Yüzyıllarda Avrupalıların Türklere benzemek için neler yaptıklarını anlatmıştım. Bugün de 19. Yüzyıl ve sonrasında Türklerin Avrupalılara benzemek için neler yaptıklarını ele alalım.
İlginçtir ki Avrupa’da Türk modasının başladığı yıllarda Osmanlı Devletinde de Avrupalılaşma akımı başlamıştı. Ancak bu başlangıç gayet olumluydu.
1719’da Fransa’ye elçi olarak gönderilen 28 Çelebi Mehmet Efendi ve daha sonra oğlu Sait Efendi bu ülkeye Turquerie’yi sokarken aynı zamanda Osmanlı topraklarında ta 1492 Yılından beri var olan ama Yahudi ve Hıristiyanların ellerinde olan matbaayı getirdiler 1727 Yılında.
Yok yok matbaa geldi de birden bire millet aç insanlar gibi kitaplara saldırmadı. İlk basılan eser Van Kulu Lügati adlı bir sözlüktü. 1000 adet basıldı ama 500 kadar bile satılmadı. İlk açılan matbaa kısa sürede topu attı. Osmanlıda gerçek manada matbaa taa 1800 lü yıllarda hatta Tanzimat Fermanı ile birlikte açıldı dersek yalan olmaz.
İlginçtir 1800’lü yılların başına kadar Osmanlı Devleti zaman zaman özellikle orduda ıslahatlar yapak için yabancı ülkelerden ( Bilhassa Fransa’dan ) subaylar getirtiyordu ve bu subayların mutlaka din değiştirerek Müslüman olmaları gerekiyordu ama 1800 yılların başından itibaren bu usül de kaldırılmıştı.
Özellikle 1774’de imzaladığımız Küçük Kaynarça Antlaşmasından sonra Avrupa’nın bizden üstün olduğunu kabullendik. Bu durumda tekrar onları yenebilmemiz için onlar gibi olmamız gerekiyordu (!) Ancak onlar gibi olma işini çok çok yanlış anlamıştık.
Patrik V. Gregorius’un Rus Çarına yazdığı mektupta Türkleri yenebilmenin temel şartlarını sayarken ne diyordu: ‘’Türkleri yenmek istiyorsanız borca alıştırın.’’
Peki Osmanlı Devleti ilk kez hangi hangi tarihte bir Hıristiyan devletten borç aldı?
İlk kez Kırım Savaşı yıllarında 1853’de Fransa ve İngiltere’den hem de yüksek faizle borç aldı.
Alınan bu borçlarla neler yapıldı peki?
Sayayım hemen:
Sadece Balyan Ailesi denen Mimar ailenin ( Sarkis- Nikoğos- Agop- Garabet Balyan ) yaptıkları sadece saraylar şunlardı:
1- Dolmabahçe Sarayı- 2- Beylerbeyi Sarayı- 3- Çırağan Sarayı- 4- İkiz Saraylar (Saliha ve Münire Sultan Sarayları- Daha sonra meclis-i Mebusan binası ) 5- Feriye Sarayı 6- Ihlamur Kasrı- 7- Beykoz Kasrı- 8- Küçüksu Kasrı- 9- Şale Kasrı 10- Malta Köşkü.
Bunun dışında Camiler de yaptılar: Mesela İstanbul Aksaray’daki Pertevniyal Valide Camii ya da Dolmabahçe’de şu Gezi Olayları sayesinde ününe ün kazanan Bezm-i Alem Valide Camii.. Haa unutmadan: Gezi olayları demişken şu meşhur Topçu Kışlasını da bu Balyan ailesi yaptı. Dahası Selimiye Kışlasını- Kuleli Askeri Lisesini hatta meşhur Bayezit kulesini- Dolmabahçe saat kulesini...
Söylemeye gerek yok. Eserlerin tamamında Batının mimari tarzı olan Barok ya da Rokoko hakimdi. Ve yine söylemeye gerek yok: 1853 de ilk kez borç alan Osmanlı Devleti 1875'de resmen iflası ettiğini açıkladı. Yani 22 senede battı.
Osmanlı Devleti ve Batılılaşma deyince aklımıza tabii ki öncelikli olarak III. Selim gelir. Onun hem yaptığı tüm yenilik hareketlerine hem de orduda meydana getirmeye çalıştığı ve kurduğu yeni orduya verdiği ad Nizam-ı Cedid’tir.
Bu yeniliklere her ne kadar batıcı ıslahatlar denilse de Nizam-y Cedit adıyla kurulan ve tamamen yeni kıyafetler giydirilen bir ordu ve devletin ilk kez remi bir matbaa açması dışında öyle ‘’ batıcı ıslahat’’ diyebileceğimiz pek de bir şey yoktu. İşin aslına bakacak olursanız bizde batıcılık genelde kılık kıyafet taklitçiliğinden çok da iler gitmedi.
III. Selim’den sonra gelen II. Mahmut Osmanlı Mehterhanesi yerine Mızıka-i Hümayunu kurdurup başına da İtalyan müzisyen Donizetti’yi Paşa rütbesi ile geçirse de müziğin sadece askeri alanda batılı olmasından yanadır.
Bu alanda yine bilindiği gibi memurlar için fes mecburiyeti- saç sakalın düzenli olması- Yine memurlar için setre pantolon hep II. Mahmut’un batı tarzı yenilikleridir ki bu yüzden ona ‘’ Gavur padişah ‘’ bile denmiştir.
Ancak batılılaşma mı dersiniz yoksa taklitçilik mi bilemem ama asıl zirve Sultan Abdülmecit’tir.
Onun döneminde Sarayın musiki kurumlarına kadınlardan oluşan Harem Bandosu ve Saray Orkestrası eklenmiştir. Dolmabahçe sarayını yaptırıp sarayın yanına bir de tiyatro binası kurulmasını emretmişti. Sazendegan-ı Hassa gibi müzik icrası ve eğitimine önem veren kurumlar sarayda dönemin müzik zevkini ve üretimini gösteren önemdeydiler. Sazendegan-ı Hassa’da şan, vals, alafranga ve alaturka keman gibi pek çok ders veriliyordu.
Sarayda artık operalar- valsler- konçertolar gırıla gidiyordu. Hatta dünyaca ünlü Franz Liszt İstanbul’a gelip padişah Abdülmecit’e özel konser bile vermişti.
Bu arada söylemeye hacet yok artık saray kadınlarımız ve büyük şehirlerin ( İstanbul- İzmir- Selanik başta olmak üzere ) sosyetesi de oluşmaya başladığı gibi artık tesettürde bayağı bayağı esneklikler baş göstermeye başlamış kadınlar başlarını açmışlar- sokakta başı açık dolaşmasalar da başı açık fotoğraf çektirmekten kaçınmaz olmuşlardır.
Padişah Abdülaziz’e gelince:
Osmanlı padişahları içinde gezi amaçlı Avrupa ülkelerine giden ilk ve tek padişahtır bilindiği gibi.
1867’de Fransa- İngiltere ve Almanya’yı ziyaret eden Sultan Abdülaziz de batıcı bir hükümdardı. Hem Türk hem de batı müziğinden pek çok besteleri bulunan Abdülaziz yurt dışına ilk kez giden Osmanlı padişahı olmanın yanında heykelini yaptıran ilk ve tek Osmanlı Padişahıdır.
Evet 1871’de Almanya’da Floransalı sanatçı C.F.Fuller tarafından dökülen at üstünde sultan Abdülaziz heykeli Beylerbeyi Sarayında dikilmiştir 1872’de Bugün halen Beylerbeyi Sarayında ‘’ Havuzlu Salon ‘’ Denilen yerdedir. Evet.. Bir Osmanlı Padişahı ve aynı zamanda İslam Halifesi hilafet tarihinde ilk ve son kez olarak kendi heykelini yaptırmıştır batılılaşmanın tesiriyle. Ama bir başka İslam halifesi daha da fazlasını yapmıştır.
Evet... Son İslam halifesi Abdülmecit Efendi...
İyi bir içiciydi. Evet yanlış duymadınız. Hem halifeydi hem de acayip içki içerdi. Kız çocukları hep başları açıktı. Onlarla başları açık fotoğraflar çektirmekten hiç çekinmezdi. Ama asıl ünü çok ünlü bir ressam olmasıydı. Bizim İslam dünyamızın halifesi nü resimler de yapardı ( Çırılçıplak kadın resimleri ) ve işin komiği İslam dünyasının halifesinin yaptığı resimlerin birinin fotoğrafını yayınlasam millet bana ‘’ utanmıyor musun o çıplak resimleri yayınlamaya.’’ Der. ( Nitekim dediler de daha önce) Yani İslam halifesi utanmıyor yapmaya ama sıradan bir Müslüman olan ben utanmalıyım. Bu da garip bir durum.
‘’ Hocam ! Abdülhamit’i atladınız’’ Dediğinizi duyar gibiyim.
Hiç atlar mıyım?
O da sanılanın aksine batıcıydı. Mesela II. Abdülhamit, özellikle müziğe karşı büyük bir sevgi ve ilgi duymuş, tercihini ise her zaman Batı müziğinden yana kullanmıştır. Kızı Ayşe Sultan, alafranga müziği alaturkaya tercih eden babasının, Alaturka güzeldir ama daima gam verir. Alafranga değişiktir. Neşe verir…” dediğini anılarında yazmaktadır.
Kendisi keman ve piyano çaldığı gibi kız ve erkek evlatlarının hepsi bir batı müziği enstrümanı çalardı. ( Müziği haram ilan eden bazı hocaların (!)kulakları çınlasın. Abdestsiz yere ayak basmadığı iddia edilen İslam halifesi Osmanlı devletinin en dindar padişahı (!) Ermeni asıllı Fransız hocadan müzik dersi alıp keman ve piyano ile batı tarzı müzik çalıp dinliyor. Bale ve opera seyrediyor. Hatta dahası var. Az sonra göreceksiniz. )
1889 yılında, Sultan Abdülhamit, Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nu Kalfa Vasilaki’nin oğlu Yanko’ya yaptırmıştır. Sarayda, küçük tiyatroda İtalyan operaları sahneye koydurtmuş, izlemiştir. Sultan, oyunu izlemek istediğinde, çalıştığı ve oturduğu binadan çıkmadan, kapalı bir koridordan geçip merdivenleri inerek tiyatroya gelebiliyordu. Opera tutkusu için İtalyanca bile öğrenmiştir. Nedendir bilinmez çok sevdiği La Traviata’nın sonunu değiştirmiş, kadın veremden ölmüyor, son anda içtiği bir ilaç ile iyileşiyormuş.
Alman imparatoru II. Wilhelm, tiyatronun açıldığı 1889 yılında ve 1899’da İstanbul’a gelmiş ve bu ziyaretinde sarayda opera izleme şansına erişmiştir. Dahası, pek çok ünlü sanatçılara da ev sahipliği yapmıştır; Sara Bernardt, Madam Yudith, Violette, Mösyö de Remier, Coquelin Kardeşler, Le Loin, Matmazel Suzanne, Despre ve Çhaliapin.
Opera ve operetlerde orkestrayı başlarda Callisto Guatelli Paşa yönetmiştir, daha sonra Ermeni asıllı bir Fransız müzisyen olan Dussap Paşa bu görevi üstlenmiştir.
Osmanlı tahtında sadece 93 gün kalan V. Murat’ın da vals bestelediğini biliyoruz.
Özetle 18. Yüzyıl nasıl ki Avrupa ülkelerinde Türk rüzgarının estiği bir yıl olmuşsa 19. Yüzyıl da Osmanlı topraklarında ( ama özellikle büyük şehirlerde ) Avrupa rüzgarının estiği yıllar olmuştur.
Bu arada çarşaf ve peçenin de Tanzimat Fermanından sonra Osmanlı devletinde arz-ı endam eden bir giysi olduğunu biliyoruz ama bu giyimin batıyı taklitle bir alakası yoktur çünkü Tanzimat döneminde yani 1839-1856 yılları arasında Avrupa’da bizim örnek alacağımız peçeli ve çarşaflı kadın yoktur. Rahibeler dışında ehl-i tesettür giyinen de yoktur. Modern olmaya özenen hiç bir hatun gidip de Avrupa’da hiç bir zaman moda olmamış olan rahibe kıyafetlerine özenmez.
Çarşaf ve peçe bu yıllarda anlaşılmaz bir şekilde İran ve Arap ülkelerinden ve dahi ‘’ Dinin bir gereği’’ Diye gelmiş ama bizzat padişahlar ( mesela II. Abdülhamit ) tarafından giyilmesi yasaklansa da koskoca padişah bile başa çıkamamıştır.
Antiparantez: II. Abdülhamit çarşafı ve peçeyi İslama ya da geleneklerimize uymadığı için değil bazı erkeklerin çarşaf giyerek bir sürü kanunsuz işler yapması ve bu durumun fazlasıyla şikayete sebep olmasından mütevellit yasaklamıştır çarşafı ama hükmü sadece saraya çarşafla girilemeyeceğine yetmiştir. Onun dışına gücü yetememiştir.
Evet.. Avrupalı üzerindeki Türk hayranlığını ve taklitçiliğini bir süre taşıdıktan sonra kaldırdı attı. Darısı Türk milletinin de başına. Bakalım biz batı hayranlığımızı ve taklitçiliğimizi ne zaman üzerimizden atacağız?
&autoplay=1/?autoplay=1&mute=0" allow="autoplay" frameborder="0" allowfullscreen>
( Heykelini Yaptıran Padişahtan Nü Tablolar Çizen İslam Halifesine/ Her Ki başlıklı yazı Sami Biber tarafından 30.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu