Bir  eğitimci  olarak  Mustafa  Kemal  Atatürk’ün  fikir  ve  düşünceleri  içinde  en  katıldığım  düşüncelerinden biri  şudur:   "Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir.’’

Evet...İnsanlar  dinleri  ile  ilgili  ilk  bilgileri ailelerinden  yani anne-babalarından öğrenseler de  bu  bilgilerin  hem  doğrusunu  hem  de  daha  geniş  ve  kapsamlısını  öğrenecekleri  yer  okuldur.

İyi de  okullarda bu  dini  bilgileri  verecek  olan  öğretmenlerin  yetiştirileceği okullar ile ilgili  bir  şeyler  yapılmış  mıdır  Tevhid-i Tedrisat  Kanunundan  sonra?

Bu  sorunun  cevabına  geçmeden  önce  gelin  Osmanlı’da bir  imam  nasıl  yetiştirilirdi?  Nerede  yetiştirilirdi?  Ne  gibi  görevleri  vardı  bir  bakalım.

Osmanlı Devletinde İmamlar üç kaynaktan gelirdi 1- Ülkenin yüksek öğretim kurumları olan medreselerden... Ancak hemen belirtelim medreseler asla imam yetiştiren kurumlar değillerdi. Medreseden mezun olan herkes din görevlisi olacak diye bir kural yoktu. Tam tersine, medreselerden yetişenler eğer kendileri talep ederlerse imam olabilirlerdi. Genelde ‘’Selatin Camileri’’ denilen ve padişahlar tarafından yaptırılmış olan büyük camilerde medreseden yetişenler imamlık yapardı. 2- Camilerle devamlı bağlantı halinde olan ama camilerden ayrı bir kurum olan tekke ve dergahlardan. 3- İmamların asıl büyük çoğunluğunun yetiştiği yer ise camilerin hemen yanında yer alan ve ‘’Dar-ül Kurra’’ adı verilen müesseselerdi. Köy ve mahalle imamlarının neredeyse tamamı bu Dar-ül Kurralarda yetişirdi.

Dar-ül Kurralarda okuyacak çocuklar yine cami bitişiğinde olan sıbyan mekteplerinde başlardı eğitim hayatına. 4-5 yaşlarında sıbyan mektebine başlayan çocuklar bu mektepte Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, yazı, ilmihal, Arapça dilbilgisi (sarf-nahiv), Dinler Tarihi, Ahlak (Edeb) ve Aritmetik dersleri öğrenir, sonra eğer imamlık mesleğini seçecekse Dar-ül Kurralara geçer ve orada da ağırlıklı olarak kıraat ve tecvid dersleri görürdü. Ancak yine buralarda fen derslerinin ve hatta müzik eğitiminin verildiği de kayıtlarda mevcuttur.

Osmanlı Devletinde İmamlar kesinlikle ve kesinlikle sadece namaz kıldıran bir ‘’Namaz kıldırma Memuru’’ olmamışlardır. Onların vazifelerini kısaca özetleyecek olursak II. Mahmut döneminde muhtarlık teşkilatı kuruluncaya kadar bir muhtar köyde ya da mahallede ne görev yaparsa imam da aynı görevi yapmıştır. Bir özellikleri de direkt padişah fermanıyla göreve atanmış olmalarıdır.

Oldukça sorumluluk gerektiren bir iş olduğu için devamlı kadıların gözetiminde olmuştur imamlar. Hatta mahalle ya da köyde bir asayişsizlik olduğunda kadı efendinin ilk hesaba çektiği kişi imam olmuştur.

Kısacası imam mahallenin( ya da  köyün) her şeyinden sorumludur. O bakımdan mahalleye gelenin gidenin kaydını tutmak, kişiler arasındaki kavgalara ilk müdahale, hatta mahallede huzursuzluğa sebep olan insanların ( Bilhassa fahişelerin) mahalleden kovulması için kadıya müracaata bulunmak, fuhuş olaylarına karşı kolluk kuvvetleriyle birlikte baskınlar düzenlemek imamın görev ve yetkileri arasındaydı.

İmamlar devletten maaş almazlardı. Çünkü Osmanlı Devletinde Selatin camileri de dahil hiç bir cami devlet hazinesinden para çıkarılarak yaptırılmamış, hepsi vakıflar tarafından yaptırılmıştır. Dolayısıyla da imamın maaşı bu vakıflar tarafından karşılanırdı.

Devlet, imamların pek çoğuna ekip biçmesi için toprak da verirdi. İmamlık görevleri süresince bu toprakları işleyebilirlerdi.

İmamlar ayrıca pek çok vergilerden muaf tutulmuşlardı.

II. Mahmut ve Tanzimat dönemiyle Osmanlı Devletinde batılılaşma hareketlerine paralel olarak köy ve mahallelerde muhtarlık teşkilatları kurulmaya başlayınca imamlar artık eskisi kadar etkili ve yetkili olmadıkları için bu mesleğe olan eğilimde oldukça önemli azalmalar olmuştu. Diğer taraftan Devlet, imamların -batı normlarıyla kıyaslayınca- oldukça bilgisiz olduklarını görerek yeni tedbirlere yönelmiş ve İmam-Hatip Okullarının ilk çekirdeği olan Medereset’ül Eimme vel Hüteba yı (Yani İmam-Hatip Medresesi) açmıştı 1913 yılında. Kısaca Osmanlı Devleti’nin imamları artık yüksek öğrenim göreceklerdi.

Medresetü’l Eimme vel Hüteba daha sonra "Medreset-ul-Vaizin = Vaizler Medresesi’ ile birleştirilerek ‘’Medreset ul-İrşad" adını almış ve varlığını 3 Mart 1924 de çıkartılan Tevhid-i Tedrisat kanununa kadar devam ettirmişti.

Yani Cumhuriyet döneminde 3 Mart 1924 de çıkartılan  Tevhid-i Tedrisat kanunu öncesindeki imam- hatip yetiştiren son Osmanlı kurumu ‘’ Medreset’ül İrşad’’  adı  verilen  Medreselerdi.

3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4. Maddesinde:  ‘’ Devlet, din işleri uzmanlarını yetiştirmek için Darü’l  Fünun ( İstanbul Üniversitesi )bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi ve imam - hatipler yetiştirmek için de ayrı okullar kuracaktır.’’ Denmekteydi.

Evet...  Devlet  imam  ve  hatip  yetiştirmek  üzere  okulların  açılmasına  karar  vermişti. Yani  en başta  belirttiğim  Mustafa  Kemal  Atatürk’ün  dediği  olmaktaydı.  Ne  demişti? ‘’ "Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir.’’

Hemen  1924  yılında  hiç  vakit  geçirilmeden 29 adet  İmam  Hatip  Mektebi  açıldı yurdun  değişik  yerlerinde.  Mustafa  Kemal  Atatürk  bizzat  kendisi  bu  mekteplere  gitti.  Öğrencileriyle birlikte  fotoğraf çektirdi. Dediği  gibi  bu  ülkenin  insanlarına  dinini  diyanetini  öğretecek  olan hocaların yetiştirileceği  mektepleri  gözleriyle  gördü  denetledi.                     ( Fotoğrafta  gördüğünüz  gibi)

Peki  bu  mekteplerin  hocaları  kim  olacaktı?  Tabii  ki  kapatılmış  olan Medreset’ül İrşadların  hocaları...

Ancak  bu  yirmi  dokuz  İmam- Hayip  mektebi  sadece  bir  yıl  içinde( 1925’de)  sayı  olarak  9’a  indi.  1926 Yılında  ise sadece  2 İmam-  Hatip mektebi  kalmıştı: İstanbul  İmam Hatib  Mektebi  ve  Kütahya  İmam- Hatib Mektebi.

1930  yılında  o  iki  tane  de kapandı.

Eee  hani  milletin  dinini  diyanetini  öğrenmesi  için  tek  bir  yere  ihtiyacı  vardı  ve  o  yer  mektepti?   Kapatılan  mekteplerle  mi bu  millet  dinini-diyanetini  öğrenecekti?

Okul  müfredatlarından din  dersleri  çıkartılmıştı.  Camiler  bünyesinde  din  dersi  veren mahalle  mektepleri  kapatılmıştı.  Peki bu  millet dinini  nerede  nasıl  öğrenecekti?

Bu arada antiparantez  belirtelim:  Bu  imam-hatip  mekteplerini  devlet  kapatmıyordu.  Burada  okuyacak  öğrenci  bulunamadığından kendiliğinden  kapanıyordu(!) aynen din  derslerini  hiç  bir  öğrencinin  seçmemesi  gibi. ( yerseniz  eğer)

Peki Tevhid-i Tedrisat  Kanununda  işaret  edilen  İlahiyat  Fakültesi  açıldı  mı?

Evet  İstanbul  Üniversitesi  bünyesinde 21  Haziran 1924’de öğretim  süresi  üç  yıl  olan  bir  İlahiyat  Fakültesi  açıldı.  Ancak  bu  fakültenin  ömrü de  fazla  uzun olmadı. 1933  Yılında  kapatıldı.


1933 de tek İlahiyat Fakültesinin kapatılmasından sonra ülkede on beş sene boyunca imam ve hatip yetiştiren bir kurum olmadığından önceleri eski medreseliler tarafından yürütülen bu hizmetler yavaş yavaş cahil insanların eline geçti.( Bilhassa Atatürk’ün ölümünden sonra) Yani bu gün çok şikayetçi olduğumuz ve sık sık gündeme gelen ‘’İndirilen din mi uydurulan din mi?’’ tartışmalarının ‘’Uydurulan Din’’ grubu işte o yıllarda ortaya çıktı. Gerçek dinin yerini çok kısa bir süre içinde uydurulan bir din almıştı artık. Hatta Türkiye’nin en büyük camilerinden biri olan Süleymaniye’de daha önce yirmi beş sene arabacılık yapmış olan birinin imamlık yaptığı söylentisi bile vardı bu dönem için.

1948 yılına gelindiğinde artık neredeyse köylerde cenaze namazı kıldırabilecek salahiyete sahip bir imam bulmak bile mesele olmuştu.

1948’DE  NE  OLDU DA  DİN  ÖĞRETİMİNE  YENİDEN  BAŞLANDI?

Evet.. 1948’de  din  eğitimine  yeniden  başlandı.

Bunun  sebeplerini  şöyle  açıklayabiliriz:

25 Nisan 1945’de San  Fransisco Konferansına  katılan  Türkiye  26  Haziran 1945’de   Çok  Partili  Siyasi  Hayata  geçişi  öngören  Birleşmiş  Milletler  kararını  imzalamıştı.  Bunun  sonucu  olarak  da 7 Ocak 1946’da  Demokrat  Parti  kuruldu  ve  bu  parti 21  Temmuz  1946’da  yapılan  seçimlerde – her  türlü  alavere  dalavereye  rağmen – TBMM’de  61  sandalyeye  sahip  olmuştu. Bir  sonraki  seçim  için  gümbür  gümbür  iktidara  yürüdüğü  gün  gibi  aşikardı.  Peki  DP  ne  söylüyor  halka  ne  vaad  ediyordu  ki  halkın  bu  kadar  teveccühüne  mazhar  olmuştu  hem  de  kısa  bir  süre  içinde?

İşin  doğrusu  DP  de  fikir  ve  ve  düşünce  yapısı  olarak  CHP’den hiç  de  farklı  bir  parti  değildi. Zaten  kurucuları  olan  Adnan  Menderes de  Celal  Bayar  da  eski  CHP’li  olup  CHP  felsefesinin  dışında  insanlar  değillerdi.  Ama  iktidara  gelebilmek  için  CHP’den  farklı  söylemlerde  bulunuyorlardı.  Örneğin  1932’den  beri  Türkçe olarak  okutulan  ezanı  yeniden Arapçaya döndürecekleri  ve  İmam- Hatip  Mekteplerini  yeniden  açacakları  gibi  vaadler.

DP’nin  daha  dindar  bir  görüntü vermesi  CHP’yi  ürküttü.  Kendileri  de  dindar  olduklarını  halka  göstermeliydi (  Alın  size  dinin  ülke  siyaseti  üzerindeki  etkisi...)

İşte  bu  sebeple  1947  yılından  itibaren  okullarda  din  derslerinin  yeniden  konulacağından  bahsetmeye  başladılar.

1947  de  ‘’ Din  derslerini  yeniden  başlatacağız.’’  Dediler.  1948’de  yine  ‘’Din derslerini  yeniden  başlatacağız’’  dediler  ancak 1  Şubat  1949’da  tüm  valiliklere  gönderilen  bir  genelge  ile  15  Şubat  1949’dan itibaren  bütün  ilk  okulların  dördüncü  ve  beşinci  sınıfına  -SEÇMELİ  DERS  OLARAK – din  dersleri  yeniden  kondu.

Ancak din  dersinin  seçmeli  bir  ders  olarak ve  sadece  ilk  okul  dördüncü  ve  beşinci sınıflar için  geri  gelmesi  bile  TBMM’de  kavgalara  sebep  oldu ( fotoğrafta  gördüğünüz  gibi )  

Peki  imam-  Hatip  mektepleri?

1948  Yılında Diyanet  İşleri  Başkanlığı  imam- hatip-  vaiz ve  yüksek öğrenim  seviyesinde  din  eğitimi  verecek  okulların  açılması  yönünde  TBMM’ye teklifte  bulundu.

İmam- Hatip  mektepleri  değil  ama  10  Ay  süreli  İmam- Hatip Kursları  açıldı.  Ancak  bu  kurslardan  mezun olanlara  herhangi  bir  camide  imamlık  kadrosu  filan  verilmediğinden  kısa  sürede hiç  kimse  rağbet  etmedi.  

İlahiyat  Fakültesi  açıldı  mı?

Evet..1949 Yılı  Mayıs  ayında  Ankara  Üniversitesi  bünyesinde  bir  ilahiyat  fakültesi  -  kadrosu  geniş  tutulmamak  şartıyla-  açıldı.

Peki  din  derslerinin  orta  okul  programlarına  alınması  ne  zaman gerçekleşti?

Zamanın Milli Eğitim Bakanı Ahmet Özel’in imzasını taşıyan 19 Eylül 1956 tarihli genelgeyle din dersleri ortaokul programlarına girdi

Genelgeye göre; bu dersler, velilerin isteğine bırakılacak ve çocuklarına bu derslerin verilmesini “istemeyen veliler taleplerini ders yılı başında okul idarelerine yazı ile bildirdikleri takdirde bu öğrenciler, din derslerinden muaf tutulacaktır. Ortaokulların birinci ve ikinci sınıflarında haftalık ders programındaki serbest çalışma saatlerinden birer tanesi din derslerine tahsis olunacak; din dersleri, bu derslere devam eden öğrenciler için mecburi sayılacak ve  sınıf geçmede de etkili olacaktı.

 

                                             II

Tevhid-i  Tedrisat  Kanunu  başka  ne  getirdi?

Hemen  olmasa  da 1927/1928  Öğretim  yılı  başından  itibaren  okullara  karma  eğitimi  getirdi.  Yani  kız  ve  erkek  öğrencilerin  aynı  çatı  altında  öğrenim  görmesi  esası...

Efendim  karma  eğitim de  eleştirilebilir bir  konudur tabii ki.  Bana  soracak  olursanız  ben  karma  eğitimden  yanayım  her  zaman. Ancak karma  eğitim  mi  kız  erkek  ayrı  eğitim  mi’den önce çok  sağlam  bir  ahlak  eğitimi  olmalı. Çok  sağlam  bir  disiplin  olmalı. Yoksa  karma  eğitim  yapan  mesela  liselerde  bir  sürü  kürtaj  masasına  yatan  kız  çocuğuna  da  şahit  olmanız  mümkündür / aynen  benim  şahit  olduğum  gibi  sadece erkek  öğrencilerin  öğrenim  gördüğü  bir  okulda aklınıza  gelmeyecek  iğrençlikleri  görmeniz  de ...

SONUÇ: 

I.  Bölümde  de  belirtiğim  gibi  Tevhid-i  Tedrisat  Kanunu  aslında  eleştirilecek- aleyhinde  laf  söylenecek  bir  kanun  değildir.  2.  Bölümde  dediğim  gibi  kaşke  Osmanlı  Padişahları  cesaret  edip  onlar  çıkarsalardı  bu  kanunu. 

Tevhid-i  Tedrisat  Kanunu bu  ülkenin  en  önemli  sorunu  olan  eğitim  ve  yabancı  okullar  sorununa  köklü  çözümler  getirmek  amacıyla  hazırlanmış  harika  bir  kanundur. 

Ammavelakin  kanunun  uygulanmasında  kanunla  hiç  bağdaşmayan  faaliyetlerin yapıldığı  da  maalesef  acı  bir  gerçektir.

Atatürk’ün  açtığı  imam- hatip  mekteplerinin  bir  iki sene  içinde  ve  o  daha  hayattayken  kapatılması ona  rağmen  yapılan  bir  şey  midir  yoksa onun  da  onayı  ile  yapılan  bir  şey midir?

Okullardan  din  derslerinin  kaldırılması  ‘’  Daha  dindar  olmalıyız’’  Diyen  Mustafa  Kemal  Atatürk’e  rağmen  yapılan  bir  iş  midir  yoksa  zamanla  fikrini  değiştiren  bir  Mustafa  Kemal Atatürk’ün  de  onayı  ile  yapılan  bir  iş  midir?

Ben  işte  bu  sorunun  cevabını  aramayacağım zira  böyle  bir  sorunun  cevabı  beni ister  istemez siyasetin  içine  sokacaktır. Size  tavsiyem  siz  de  Atatürk’ün  söyledikleri  ortada  olduğuna  göre (  geçen  bölümde  yazdım )  kendi  kararınızı  verin  ama  bu  konu  ile  ilgil  hele  de  siyasete  bulaşan  bir yorum  yazmayın.  Bunu  özellikle  istirham ediyorum.

                                 BİTTİ 
( Tevhid-i Tedrisat Kanunu --3. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 13.05.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu