Selçuklu’ya başkentlik yapmış, binlerce tarihi esere sahip, kültür, turizm,
tarih, dinî yaşantı, edebiyat konularında kendini kabullendirmiş, Belediye
çalışmaları, sosyal aktiviteler, yaşanabilir bir kent imajı sergilemiş büyük
şehir durumundaki Konya’mız, tarihten gelen bir misyonla görevini yapmaktadır.
Konya denilince akla, öncelikle Meram gelir. Tabii mesele sadece Meram’la
bitmez. Ardından; Sille, Çatalhöyük, Kilistra.... ve akla gelmedik sayısız
tarihi ve kültürel zenginliklerle insanı karşılar. Bu zenginliklerde insan
kendisini kaybeder. Tarih sahnesinde bir gezinti yapmanın hazzını tadar.
Edebiyat ve kültür mirasını görmenin mutluluğunu yaşar.
Konya’yı; büyük mutasavvıf, gönüller sultanı Mevlâna Müzesinden başlayıp,
Sultan Selim Camii, tarihi ve kültürel eserlerle dolu Yusuf Ağa kütüphanesi,
Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesi, Şerafettin Camii, İplikçi Camii, Alaaddin
Caddesi, Alaaddin Tepesi, Alaaddin Camiindeki Sultanlar Türbesi, Karatay
Medresesi, İnce Minareli Medrese, Kazım Karabekir Caddesi, Zafer, Form, Hoca
Hasan Camii, Sadreddin Konevi Camii ve Türbesi, Meram Yeni Yol istikametinden,
Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi yanındaki sokak içinde Mevlâna’nın çağdaşı
ve müridi Ateş Bâz-ı Veli, Meram Yaka yolu birleşeni arasında Turut, Cemel Ali
Camii ve Türbesi, Meram son durakta; birçok çay bahçesi, dinlenme tesisi,
orman, yeşilin tonları…
Belediyenin yeniden dizayn etmeye çalıştığı, Konyalıya yaraşır mekanlar...
Tavusbaba Camii ve Türbesini... gezerseniz, Konya hakkında bir miktar bilgi
sahibi olursunuz. Bir miktar diyorum, çünkü Konya bu değil.
Bir de Konya’yı akşamüstü Akyokuş’tan seyretmeli! Sanki yıldızlar yere
dökülmüş, Konya caddelerini süslüyor. Gökyüzü masmavi rengiyle Konya’ya
şemsiyelik yapıyor. Üzerine kirlilik, çamur, leke bulaşmasın, kültürüne halel
gelmesin, tarihi yok olmasın diye adeta titriyor!
Konya’yı iyi tanımak lazım. Konya
deyince; Selçuklu’ya başkentlik yapması dışında her alanda kendini ispat etmenin,
bir açık hava müzesi olmanın, bağrında bir bu kadar çok değerli insan
barındırmanın mutluluğunu yaşar. Konya’ya: “Belde-i Muhayyere” dedirten mesele
bu olsa gerektir.
Konya’mız; Veliler, Peygamberler diyarıdır. Dünya kurulduğundan beri
yeryüzüne 124.000 veya 224.000 peygamber gelmiştir. Bunlardan bir kısmının
mezarı da Konya’mızdadır. Konya’da yattıkları bilinen Peygamberlerin isimleri
ve yattıkları mezarlıkların bir kısmı varlığını korumakta olup, bir kısmının
yerleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, sadece peygamber isimleri kayıtlara
geçmiştir.
Bilinen ve kayıtlara giren birçok peygamber medfundur bu şehirde.
Mevlâna’nın Konya’yı tercih edişinde bunun önemi vardır sanırım. Konya’yı
bilmek için, meseleleri objektif kriterlerle ele almak yeter de artar bile.
Doğduğum andan itibaren; ekmeğini yediğim,
suyunu içtiğim, havasını teneffüs edip, nimetlerinden yararlandığım, kültür,
sanat, edebiyat… ziyafetlerinden istifade ettiğim, “Bir başkent her zaman
başkenttir” anlayışıyla, her köşesinde kültürün fışkırdığı Konya şehrinde
yaşamaktan büyük bir mutluluk duymaktayım.
Konya’da yaşayıp, bu şehrin güzelliklerini
yazmamak, tarihinden, kültüründen, edebiyatından, sanatından, milli ve manevi
değerlerinden söz etmemek vefasızlık olacaktır. Babam rahmetli; “Konya, medrese
şehriydi, ilimde, irfanda, tasavvufta önde giden bir mana kentiydi” derdi.
“Belde-i muhayyere” sözünü de çok duydum.
“Gez dünyayı, gör Konya’yı” sözü yaygındır. Konya’nın ziyaretçileri eksik
olmuyor. Mevlana’nın, Sadreddin Konevi’nin, Şems-i Tebrizi’nin, birçok
peygamber ve velinin bu şehirde medfun oluşu, bütün dünyaya mesajlarını
Konya’dan ulaştırmaları sebebiyle bu kent ayrı bir özelliğe sahiptir.
Mevlana türbesi, her zaman dikkatimi
çeker. Sadece benim mi? Hayır, tüm dünyanın. Onun ilkelerini, sevgiye,
hoşgörüye dayalı sözlerini bilmeyen ve bu hususta kendine çeki düzen vermeyen
yok gibidir. Konya’ya ve Mevlana’ya
gönül verenlerden bir tanesi;
Fransız aristokrat bir
aileden gelen 1909 doğumlu Eva de Vitray-Meyerovitch (Eva dö Vitre-Meyeroviç)
hukuk ve felsefe eğitimi aldıktan sonra, felsefe doktorası yaptı. Çalışmalarını
edebiyat, felsefe ve tasavvuf konuları üzerinde yoğunlaştırdı. Fransa’nın dünya
çapında saygın bilim ve araştırma kurumu olan İlmî Araştırmalar Millî Merkezi
(CNRS) üyesi olarak bu müessesede yöneticilik ve uzmanlık yaptı.
Mevlâna ile İkbal’in
hemen hemen bütün eserlerini Fransızcaya çevirdi. Gerek bu önemli tercümeleri
gerekse yaptığı salon ve radyo konuşmalarıyla çok sayıda Fransız aydınının
İslam’a ısınmasına ve pek çok kişinin de Müslüman olmasına vesile oldu.
Sorbonne ve Ezher Üniversiteleri dâhil, dünyanın birçok ülkesindeki
üniversitelerde dersler ve konferanslar verdi. Telif ve tercüme olarak kırk
kadar esere imza attı. Mevlânâ’yı mürşidi olarak gördü. Türkiye’yi ve
insanımızı çok sevdi. Eva de Vitray-Meyerovitch, Müslüman olduktan sonraki
adıyla Havva Hanımefendi, 24 Temmuz 1999’da rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Vasiyeti
üzerine naaşı daha sonra Konya’ya getirildi ve Hz. Mevlânâ’nın türbesine yakın
Üçler Mezarlığı'na defnedildi.
“Gel, ne olursan ol, yine gel…” sözleri
her ne kadar Mevlana’ya ait olmasa da, güzel, gönüllere etki eden bir dost
gibidir. Bu söze uyarak Konya’yı mesken tutanların sayısı çoktur.
Bendeniz bunlara; “Dilârâ” diyorum.
“KONYA’DA ZAMAN” çalışmamı yaparken,
insanlar benim Konya’daki yaşamımı değil, Konya’nın; dini atmosferini, kültüre
katkısını, edebi güzelliğini, bayramlardaki manevi havayı, bu şehre has olan,
“Şivlilik” geleneğini, “ferkab” uygulamasını, Üç aylara hazırlık çalışmalarını,
Ramazan gecelerini, teravihlerdeki cemaat coşkusunu, hatim ve mukabele
anlayışını, Bayramlaşmayı, Komşu ziyaretlerini, hastaları ihmal etmemeyi,
kardeşlik duygularını, İslamî hassasiyetin Konya’daki tezahürünü, Selçuklunun
başkenti olması münasebetiyle Medreselerini, ilim ve irfan ehlini, bugün ayakta
olmayan tarihi eserleri, kaybolmuş meslekleri, Konya hatıralarını, …anlatacağız.
Çocukluğumun
Konya’sındaki ulaşımı, ulaşım araçlarını, kaybolan “mahalle Bakkalı ve zimem
defterini”, Kart postal satıcılarını, …ele alacağız.
Bağ bozumu, pekmez kaynatma, imece usulü
yardımlaşmayı, kadınlar pazarını, Üzüm pazarını, Amele pazarını, Söylemez’i,
Ateşbâz-ı Veli’yi, Tavus baba’yı, Pisili Sultan’ı, Hacı Veyiszade’yi ve
konya’nın diğer mana erlerini dile getireceğiz.
“KONYA’DA ZAMAN”; bu kutsal şehirde
yaşadığımız sürece şahit olduklarım, birebir görüşüp konuştuklarım,
sohbetlerinden istifade ettiğim gönül dostlarını anlatır. Tasavvuf erlerine
kapı aralar.
Ahmet Hamdi Tanpınar; “Beş Şehir isimli
eserinde şöyle der;
“Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun
gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap
çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya'ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu
serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık
oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğunuza
uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve
sonunda kendinizi Selçuk sultanlarının şehrinde bulursunuz. Dışardan bu kadar
gizlenen Konya içinden de böyle kıskançtır. Sağlam ruhlu kendi başına
yaşamaktan hoşlanan, dışardan gösterişsiz, içten zengin Orta Anadolu insanına
benzer. Onu yakalayabilmek için saat ve mevsimlerine iyice karışmanız lâzımdır.
Ancak o zaman çeşmelerinden akan Çarbağ sularının teganni ettiği sırrı, zengin
işlenmiş kapıların ardında sırmalı çarşafı içinde çömelmiş eski zaman
kadınlarını andıran Selçuk âbidelerinin büyüklük rüyasını, türkü ve oyun
havalarının hüznünü ve bu oyunların ten yorgunluğunu duyabilirsiniz.
Konya insanı ya bir sıtma gibi yakalar,
kendi âlemine taşır, yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız. Meram
bağlarının tadını alabilmek için ona yerli hayatın içinden gitmek lâzımdır.
Bu alışma bittikten sonra şehir yavaş
yavaş size, tıpkı bugün için verebileceği her şeyi verdikten sonra, sizden
uzakta geçmiş çocukluğunu ve gençliğini de hediye etmek isteyen, kesik, başı
boş hatırlamalarla onları anlatan, güzel ve sevmesini bilen bir kadın gibi
mazisini açar. Ve siz dinlediğiniz bu hikâyelerin arasından sevdiğiniz,
güzelliğine ve olgunluğuna hayran olduğunuz kadını nasıl şimdi küçük ve nazlı
bir çocuk, biraz sonra ürkek bir genç kız veya ilk aşkların, heyecanların
içinde henüz çok tecrübesiz bir kadın olarak görür ve hiç tanımadığınız o
günlere ait bin türlü sevimliliğin, cazibenin, tuhaflığın, korku ve telâşın,
azabın arasından onu başka bir mahlûk gibi sevmeye başlarsanız, Konya'yı da bu
yeni tanıdığınız hüviyetiyle öyle yeni baştan, onunla beraber bu geçmiş
zamanına eğilerek ve âdeta ona hasret çekerek ve artık bu maziyi ve onun
kudretini iyice tanıdığınız için onun arasından bütün bütün sizin olacağına bir
türlü inanmayarak sever ve tanırsınız. O zaman mektep kitaplarında okuduğunuz,
fakat sergüzeştlerini bir türlü bir çerçeveye sıkıştıramadığınız için
muhayyilenizin boşluğunda silâhlan, muzaffer orduları veya hazin talihleriyle
yersiz yurtsuz gölgeler gibi dolaşan bir yığın insan sizin için başka türlü
canlanır.”
………………………………..
Her insanın; yaşadığı
şehirlerle ilgili hatıraları vardır. Zira hayat, hatıralarla dolu bir süreçtir.
Hatıralar anlatılırken içinde şiirler bulunur. Şiirli hatıra daha çok ilgi
çeker. Bu yüzden bu çalışmada şiirlerimle karşılaşacak, hatıralarımı şiirlerle
süsleyeceğim.
Kazım
Öztürk