Ölüden bozma can kırıklarım var benim
ölümü biteviye övdüğüm dünüm var saklandığım ve bununla sakit olsun, dediğim
hüzünlü öykülerim var malulen emekli ettiğim hayallerimi yeniden doğurduğum
kalemim var kalender meşrep sözcüklerden diktiğim yamalı yaralı kalbim var
insanların hor gördüğü…
Renkler azadesi iklimin
Azat edilesi sözcükler diktiğim
Belki de bir dilaltı acımla
bütünleşip şiirlerin
Hükmettiği benliğimin
Hegemonyası bilinmezin
G/izinde dilimlediğim yüreğim.
Günü öğüttüm de geldim, hafız ve övünç
dolu mevsimin çırpınan yüreğiyim.
Dikilesi değildir varlığım
diklemesine yaşadığım direttiğim ve direndiğim…
Dilemması yaşamın dilaltı şiirlerim
ve imgelerin salkım saçak varlığından doğan güneş gibi şiirsel bir d/okunuştur
benimki hayata.
Bir rutin duyguların körüklediği
yazma arzusu ve bir avuntu saf tuttuğum duyguların nüktedan varlığında saklı
hem sessizliğim hem çığlıklarım.
Azat edilesi bir kıtadır içine
saklandığım yazdığımda kıtalar aştığım coğrafyalardan geçtiğim.
Azabı yalnızlığın ve kök hücresi
hüzün denen martavalın.
Öykündüğüme öldürdüğüm nefsimle sahip
çıkıyorum ve ben tek sahibim var bense sahibesi olduğum ne var ne yok aç
gözlülükle yazıyorum her aş erdiğimde hüzne boyut değiştiriyorum ne zamanki
kalemi alsam elime kale duvarlarına seriyorum sözcükleri.
Edebiyat nasıl ki benim kale’ m, kale
alınmadığım zaman zaman.
Kalem’ imse içime estiğim ve haşat
olmuş dünümden yeni benler yarattığım gün dönümü ve gecenin bitimi ve saydığım
şafakların şafağının attığı.
Mikado çöplerinden derlediğim bir
hayatım var benim.
Diklemesine yazdığım şiirlerim var
benim.
Yazıp da beğenmediğim belki yüzlerce
sayfayı binlerce cümleyi silmişliğim var…
Tarafınca silindiğim nice insan var
beni ben olmaktan çıkaran ve silik el yazısında tanrısal d/okunuşlar var her
okuduğum hutbede ve surede saklı iken mevsimin sureti ve de yüzümden düşen
binlerce parça ile baştan inşa ettiğim bir dünyam var benim içine kimseyi
almadığım ya da itildiğim dışlandığım hayatlar var kayda değer sevgimden ödün
vermeden sığındığım duvarlar var ve ağaçlar ve dallar…
Aslında hepsi yalan.
Yalanı şiar edinmiş insan neslinden
korktuğum da yalan.
Kelli felli adamlar var uzağında durduğum
ve kayıp kadınlar var erkeklerin üstünlüğünde bozguna uğramış ve çocuk kalmayı
sevdiğim kadar çocuksu hayallerimden de ödün vermediğim.
Renk vermeyen bir yüzü var
gölgelerin.
Gölgemi çoktan kapı dışarı kovmuşsam
da askıntı olan gölgeler var çengel takan çelme takan bense engelli yüreklerden
çektiğimin çok azını kaleme alıyorum çünkü ruhsuz tatsız tuzsuz yüreklerden
bana yansıyanı görmek istemediğim kadar birilerine benzemediğim de yalan değil
hani.
Ölümcül bir güdü yazmadığımda geçmek
bilmeyen zaman.
Zuhur eden tedirginlik kalemle
kavgalı olduğumda kendime yüklendiğim.
Şaşaalı bir aşk benimki kalem’ in
dikte ettiği her duyguyla yeniden âşık olduğum ve aşkın da şekli şemaili yok
iken yazarak aşka giydirdiğim mintanlar hem etek boyunu aldığım hem de eksik
etekli addedildiğim kadar solmuyor içimdeki yıldız sönmüyor coşkum ve ben
devasa bir es veriyorum hayata ne zamanki kalemi elime alsam süpürüyorum
kapının önündeki çer çöpü.
Ben bir yılkı atıyım.
Ben bir yanılgıyım.
İnsanların gözünde yenildiğim.
Yandığım kadar da yakıyorum yâd
ettiğim kadar dünü yaren biliyorum günü ve yağan yaftalardan arınıp yağmuru
giyiniyorum ve ıslak yüreğimden savrulan nidalarla saçını örüyorum gizemin ve
gizlendiğim o kır evinde kır saçlı şiirleri aşka ve aşkla boyuyorum…
Kırıldığım kadar da kıracağım artık
ve kırılası putlardan kendime yarattığım bu yalnızlık dergâhında bazen susup
bazen eseceğim ve içtimada geçen ömrün sefasını süremediğim kadar cefa yüklüyüm
ve randıman alamadığımda hayattan yeniden yazacağım hayat hikâyemi bir nesir
bir şiir ne ki ben çoktan esiri olmuşken kalemin ve aşkın hüzün dolu
seslenişinde içime yağdığım kadar da yağdırıyorum sözcükleri…