100.  Yıldonümünde  Lozan Antlaşması –2. Bölüm--

[ Lozan Antlaşması söz konusu olduğunda aşağı yukarı herkes daha önce ezberlediği şeylerin teyidi niteliğinde bir yazı beklediği için zordur Lozan’ı anlatmak ama yine de yazalım bakalım. ]
28 Ocak 1920’de Osmanlı Parlamentosunda kabul edilip 17 Şubat 1920’de tüm dünyaya duyurulan Misak-ı Millinin maddeleri şöyleydi:
1. Osmanlı Devleti’nin sadece Arap çoğunluğunun yaşadığı, 30 Ekim 1918 tarihli Mütarekenin imzalanması sırasında işgal altında kalan kısımlarının mukadderatı ahalisinin serbestçe vereceği oylara göre belirleneceğinden adı geçen Mütareke hattının içinde ve dışında dinen, ırken, emelen birleşmiş, karşılıklı sevgi ve fedakârlık hisleriyle dolu, örfî ve içtimaî haklarıyla mahallî şartlara tamamen riayetkâr Osmanlı-İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan kısımların tamamı hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.
2. Ahalisi ilk serbest kaldığı zamanda genel oylarıyla anavatana katılmış olan Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum) için gerektiğinde tekrar genel oya başvurulmasını kabul ederiz.
3. Trakya barışına bağlanan Batı Trakya’nın hukukî durumunun tespiti de orada yaşayanların serbestçe beyan edecekleri oylara göre belirlenmelidir.
4. İslâm hilâfetinin makarrı, saltanatın pâyitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehriyle Marmara denizinin güvenliği her türlü tehlikeden korunmuş olmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaret ve taşımacılığına açık kalması hakkında bizimle diğer bütün ilgili devletlerin müttefikan verecekleri karar geçerlidir.
5. İtilâf devletleriyle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan antlaşma hükümleri çerçevesinde azınlıkların haklarına, civar ülkelerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanması şartıyla riayet edilecektir.
6. Millî ve iktisadî gelişmemizin imkân dairesine girmesi ve daha modern bir idareye kavuşmamız için her devlet gibi bizim de gelişme araçlarımızın temininde tam bağımsızlığa ve serbestliğe sahip olmamız hayat ve bekamızın esas temelidir. Bu sebeple siyasî, adlî, malî ve diğer gelişmelerimizi engelleyici kayıtlara karşıyız. Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
Özetle söyleyecek olursak 30 Ekim 1918 Tarihi itibariyle Türklerin elinde bulunan topraklar milli sınırlarımız olarak kabul ediliyor ve bu sınırlar içindeki vatanın bölünmez bir bütün olduğu zikredilirken sınırlar dışında kalan ancak kalben ve ruhen Türklerle birlikte yaşama arzusunda olan milletlerin kaderlerinin de kendi verecekleri oylarla belirlenmesi gerekir deniliyordu.
Peki bu sınırlar nereleriydi? Daha açık izahı neydi bu sınırların?
Bunu anlatacağım. Ama önce Osmanlı Parlamentosundan Misak-ı Milli Kararları çıkınca İtilaf Devletlerinin bu kararlara tepkisi ne oldu?
İtilaf Devletleri ( Özellikle İngiltere ) şok oldu. Bu kararlar hiç beklemedikleri bir şeydi. O sebeple de üzerlerindeki şoku atar atmaz zaten fiilen işgal altında tuttukları İstanbul’u resmen işgal ettiler 16 Mart 1920’de. Parlamenterlerin bir kısmını tutuklayarak Malta Adasına sevk ettiler. Kaçıp kurtulanlar Ankara’ya Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gitti.
Osmanlı Devletinin bir parlamentosu kalmamıştı ama Türk Milleti adına kararlar alıp uygulaması gereken bir parlamentoya ihtiyaç vardı. O sebeple 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı ve hemen ertesi gün yani 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal TBMM’de yeni Türk vatanının sınırlarını şu sözlerle izah etti:
“Vatanımızın hududu olacak bu hududu ihtimaldir ki, teferruatıyla bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Bunu: Şark hududuna Elviye-i Selaseyi (Kars, Ardahan ve Batum) dâhil ederek tasavvur buyurunuz. Garp hududu Edirne’den bildiğimiz gibi geçiyor. En büyük tebeddülat, Güney hududunda olmuştur. Güney hududu İskenderun güneyinden başlar. Halep ile Katma arasından Cerablus Köprüsü'ne müntehi olur bir hat ve Şark parçasında da Musul vilayeti, Süleymaniye ve Kerkük havalisi ve bu iki mıntıkayı yekdiğerine kalbeden hat. Efendiler; bu hudut, sırf askeri mülâhazat ile çizilmiş bir hudut değildir, hudud-ı millî'dir.( Prof. Dr. Nejat Göyünç, “Musul, Misak-ı Millîye Dahil midir, Değil midir?”, Misak-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Ankara 1998, s. 48. )
Dikkat edilecek olursa Mustafa Kemal’in çizdiği hudut ( sınırlar ) Bugünkü Türkiye sınırlarına oldukça yakındır. ( Musul Süleymaniye Kerkük ve Batum hariç )
Ancak?
*Ancak yine dikkat edilecek olursa bu sınırlar çizilirken bugün üç tarafı denizlerle çevrili bir devlet olan Türkiye Cumhuriyet’inin denizleri ile ilgili hiç bir ifade yoktur. Yani gerek Tablusgarp Savaşı sonucunda İtalya’ya kaptırdığımız 12 Ada gerekse gerekse Balkan Savaşları sonunda Yunanistan’a kaptırdığımız Ege Adaları ile tek bir satır yoktur. Türkiye adeta denizlerde kıyısı olmayan bir ülke gibi düşünülmüştür.
*Yine bu Misak-ı Milli metninde Osmanlı Devletinin halen ve her şeye rağmen üzerinde hak sahibi olduğu bir çok ülkenin esamesi bile okunmamıştır.
Şimdi pek çok okuyucudan itiraz gelebilir ‘’ Osmanlı Devleti’inin halen üzerinde hak sahibi olduğu ülke mi kalmıştı hocam? Hem hangi ülkelermiş bunlar?’’ Diye...
Bu ülkeler şunlardı: Mısır, Sudan, Trablusgarp( Libya )... Ayrıca Ege Adaları, 12 Ada ve Kıbrıs...
Şimdi yine itiraz gelecektir: ‘Yahu bu saydığınız yerleri biz I. Dünya Savaşından çok daha önce kaybetmiştik. Neler saçmalıyorsun?’’ Diye.
Evet doğrudur. Biz bu yerleri I. Dünya Savaşından önce kaybetmiştik. Peki kaybettiğimiz halde bu saydığım yerlerle ilgili Lozan Antlaşmasında niçin ‘’ Türkiye Mısır, Sudan, Trablusgarp, 12 Ada, Ege Adaları üzerindeki haklarından feragat eder.’’ Diye maddeler vardı?
Neyse... O konuya Lozan Antlaşmasını ele aldığımızda gireceğim. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Misak-ı Millide Musul, Kerkük, Süleymaniye, Kars, Ardahan ve Batum dışındaki topraklar gözden çıkartılmış, adalar ise umursanmamıştır.
Peki bugün Musul, Kerkük, Süleymaniye de Türkiye toprakları içinde olmadığına göre buralar için de ‘’ Umursanmamıştır.’’ Denilebilir mi?
Başkasını bilmem lakin Mustafa Kemal Atatürk umursamıştır. Hatta Lozan Antlaşmasından on yıl sonra Cumhuriyetin 10. Yıldönümü kutlamaları için Ankara’ya gelen ABD’li General Mc Artur’un ‘’ Sizin Türkiye'nin geleceği hakkındaki tasavvurlarınız nedir? Sorusuna karşılık ‘’ “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dâhil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım” Demiştir ki o tarihten yedi sene önce 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul, Kerkük, Süleymaniye elimizden çıkmıştır ve dahi Hatay’ın ana vatana katılması konusunda büyük çaba sarfeden Atatürk’ün ömrü Hatay’ın ana vatana katıldığını görmeye yetmediği gibi adaları, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi geri almaya da yetmemiştir. Adaları geri almak ise sanrım ilk kez bu konuşmada dile getirilmiştir.
Devam edecek..
Resim: Misak-ı Milli ile belirlenen sınırlar.
( 100. Yıldonümünde Lozan Antlaşması –2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 17.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu