Sınırsız istekleriyle
soğuttuğu bir dünyada sıcaklığı arıyor insan. Bulunduğu konum
daha dün imkansızken bugün dar geliyor. Hep daha zengin , hep daha huzurlu, hep
daha özgür, hep daha mutlu, hep daha bilgili, hep daha sağlıklı, hep hep hep
daha da ötesini istiyor.
Mutsuzluğun formülü bu
işte ; İstemek, daha da istemek , çok istemek ve hep daha fazlasını istemek.
Sonunda ya sahip olamayıp mutsuz olmak, ya da sahip olup değerini bilmemek ve
istemeye devam ederek yine mutsuz olmak.
Mutsuzluktan başka bir sonucu
olmayan fasid dairede tur atmaktır bu. Aza kanaat etmeyenin çoğu bulamayacağı
günün arifesidir. ‘’Mutlu olmak , sahip olmak demek’’ yanılgısına düşenlerin
içine düştüğü , sonu görünmeyen dipsiz bir kuyudur.
Hep daha fazlasını istemek,
asla mutlu olamayan insanların çabaladığı ve neticesinde hem kendinin hem de
çevresindekilerin yorulduğu çırpınışlardır. Sürekli olarak reklamlarla
insanlara empoze edilen sihirli kelimelerin, toplumsal girdabıdır.
Hastalıklı ruh halinin,
kapitalizmle el ele vermişliğidir hep daha fazlasını istemek. Çok yüksek en
yüksek bir dağa tırmanmaya azmetmek ve tırmanışın hiç bir aşamasında mola verip
manzarayı izlemenin keyfini sürememektir. Gözün hep zirvede olması ve o zirveye
ulaşıldığında daha önce görülmeyen bir başka zirvenin göze çarpması halidir .
İnsanın bilişsel
dışında tüm ihtiyaçlarının ciddi bir sınırı var. Hiç durmadan ve hep daha
fazlasını yiyemez insan, midesinin bir limiti var. Ne kadar iştahlı da
olsa, kursak her şeyi alabilecek kadar
büyük değil. Hiç durmadan eğlenemez, koşamaz, yorulur, sıkılır insan. Hep gülemez ağzı ağrır, hep ağlayamaz gözü
şişer. Bir tahammül ve enerji sınırı var. Hep daha fazlasına müsait değildir
insan.
Hep daha fazlasını
istemek, bireyin çeşitli adaptasyonlar sonucu oluşan doyurulamayan bir
durumdur. İstekleriyle ihtiyaçları arasındaki karışıklıktır. Bu hal, tüketim
odaklı toplumlarda bireylerin içine
düşeceği öyle bir bir bataklıktır
ki, doyumsuzları her geçen gün iyice içine çeker. Sınırı aşarak mükemmeliyetçi
olmaya, huzursuzluk ikliminde sürekli kaygılarla yaşamaya neden olur.
Fazla mal göz çıkarmaz
ninnisiyle büyüyüp, hep daha fazlasını isteyen bireyler, sürekli olarak
diğerlerinin sahip oldukları ve sahip olmadıkları şeyler üzerine
değerlendirmeler yaparak kendilerini bu buhranın içine sokarlar. İstekler
sonsuz ve sınırsız olduğu için , hep daha fazlası için açlık duyan insan
tutkularının kölesi olur.
Evi olmayan birey 1+1 olsa da yeter derken, 1+1 evi aldıktan sonra 2+1 ve sonra da 5+1
havuzlu villa daha iyi olur sanki der. Daha dün dolmuşlarda ayakta giderken
, bugün aldığı arabanın son model olmasının hayali ile yaşar. Dur durak
bilmeyen bir tamahkarlıkla , kendini
bitmek bilmeyen bir borç yükünün altına sokar.
Nükleer reaktör gibi
yaşamak demektir bu. Devamlı tepkime vardır
bu tiplerin içinde. Başkalarına göre daha fazla enerji üretir hep.
Durdurması zordur ve kontrol edilmediğinde büyük patlamalar yaratırlar.
Zirve diye bir şey
yoktur onlarda. Çünkü her varış noktası, yeni isteklere açılan kapı, her
doyum noktası, yeni bir açlığın başlangıcıdır.
Daha iyisini istemek
tabiki en doğal hakkımız ancak bu arzu ve istek ölçülü olmalıdır.
Bu isteklerin içinde kaybolurken , yetinmeyi bilmeden, hep daha fazlanın
peşinde koşturup dururken kaçırdığımız onca şey var ki.
Hep daha fazlası adına
bazı gerçekleri , küçük mutlulukları ve duygularımızı erteleyip görmezden
geliyoruz. Duygusuz bir robottan hiçbir
farkımız kalmıyor. Sonra da başlıyoruz hissetmiyorum hissizleştim diyerek hayatımıza
yeni anlamlar bulmaya .
Oysa ki az hiçten
iyidir. Düşünsenize, denizin tuzlu suyunu içip daha da susayacaksak, neden o
suyu durmadan içelim ki ?