Sessizliğin mahşerinde
Saydım göğün şeceresini
Şehrin hücrelerine kara bulutlar inerken
Umudun süvarileri gül kustu
Karanlığın çöl kapısından girerken
Durdu cihanın kalbi
Omuzlar dar geldi vefanın tabutuna
Kalbimizdeki yarayı deşti hüzünbaz kuşlar
Saklı kinayelerin tenhasına damladı
Duasına ah’lar asmış yaşlar
Ütüsüz kefenlerle
Söz ırmağında yıkandı hecenin öfkesi
Hışımla baharın cübbesini giydi kış
Çaylak bir karanlık saldırdı annesiz odalara
Ve kulağa iliklendi
sesler nakış nakış
Hükmünü yitirirken ruhun teri
Deniz kumunda saklandı dalganın dertleri
Her hüzün ayrı ıslak
bir saplantı
Yırtılınca küstahlığın peçesi
Kurudu suyun aklındaki avuça vuç bulantı
Belimizi büküp
Tüm ezberi kuruturken hücrelerin yoksul ateşi
Hatalar yanlışlara yaslandı
Bozgunluğun yılgın atına bindi yas ordusu
Ve tüm yaralar paslandı
. . .
.