Ülkemizdeki
okulculuk çalışmalarını yaşadıklarım ve gözlemlediklerim ışığında edindiğim
izlenimlerimi irdelemek gereğini hissettim. İsterdim ki, ülkemizde uygulanan ve
sürekliliği takdir görev eğitim-öğretim çalışmaları diğer ülkelerce gıpta ile
izlensin. Tıpkı 40’lı yıllarda uygulamaya konan etkileri ve yankıları yıllar
geçse de bitmeyen maalesef kapılarına kilit vurulan Köy Enstitülerimiz örneği
uygulamalarımız yine ses getirsin. Maalesef uluslararası platformlarda yüzümüzü
ak edecek başarılar yakalamak bir yana okulculuk çalışmalarımız çözülmesi
olanaksız bir iplik yumağı gibi geleceğe güvenle bakma arzumuzu söndürüyor.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın utku ile
sonlanması arkasından Cumhuriyetin ilanı ile halkımızda özgüven patlaması
yaşadı. Her alandaki çalışmalarda olduğu gibi okulculuk faaliyetlerin içeren
çalışmalara da hız ve şevkle başlanır. Genç Cumhuriyet yurdun en uzak köyüne
okul açmak ve öğretmen göndermeyi hedefler. Sadede gelirsem; örneğin yurdun en
uzak köşelerinden biri olan bulutlara komşu, ulaşımı kağnı arabaları ile
sağlanan köyümüzde Cumhuriyetimizin ilânından yedi yıl sonra 1930 yılında
açılmış.
Babamın
doğum tarihi, defter biçimindeki nüfus cüzdanında 1335, miladı takvime göre ise
1919’du. Babam köyümüzde başlamış ilkokula. İlk açıldığı yıllarda okulumuz üç
yıllıkmış. Babam üç yılda mezun olan öğrencilerdenmiş.
Her
köylü gibi bizimde geçim kaynağımız tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Babamın
ömrü tarla, çayır, yaylacılık gibi uğraşlarla doğayla mücadeleyle geçerdi.
Ellerinin nasırı her yıl biraz daha artar, yüzünün rengi hiç şehirli memurların
rengine benzemezdi. Soğuk ve rüzgârların etkisiyle bakır yanığına yakın bir
rengi hiç değişmezdi babamın yüzünün rengi. Tıpkı tüm Anadolu Köylüsünün
yüzlerinin rengi gibi… Tüm bunlara karşın babam dört işlemi içeren problemleri
zorlanmadan çoğu kez kâğıt kalem kullanmadan çözerdi. Ve kâtipleri
kıskandıracak düzeyde bitişik eğik yazıyla yazardı bize gönderdiği
mektuplarını.
Altmışlı
yıllarda ilkokulu köyümde okudum. Beş sınıflı okulumuzda sadece bir eğitmen
çalışırdı. Birinci sınıf öğretmenim eğitmendi. Sene sonunda sınıfta bütün
arkadaşlarımla birlikte rahatça okuma-yazma öğrenmiştik… Başöğretmeniz (okul müdürü)
köy kütüphanesi kurmuştu. İlkokul beşinci sınıfta ve ortaokul yıllarında köy
kütüphanemizden hayli öykü ve romanlar okudum.
İlkokul
dört ve beşinci sınıfta okurken dokuz çeşit kitabımız vardı. Örneğin Türkçe
Kitabına eş ayrı bir kitap Dilbilgisi Kitabı, Matematik Kitabının yanında da
Geometri Kitabı vardı. Cumartesi günleri öğleye kadar ders yapılırdı. Beşinci
sınıflar ders bitiminde bir haftalık yazılı ve sözlü sınava tabi tutulurduk. 90’lı yıllarda uygulamadan kaldırılan sınıf
tekrarı kesintisiz uygulanırdı. Özellikle beşinci sınıfta şimdiki moda deyişle
sınıf tekrarı yapıp daha sonra eğitimine devam arkadaşlarımızın adlarını hala
ansırım.
Dünya
Tarihi, Osmanlı Tarihi, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetimizin ilanı benzeri
konuları Tarih dersinde öğrenirdik. Coğrafya dersinde ülkemiz ve büyük ülkeler
hakkında kapsamlı bilgiler edinirdik. Matematik derslerinde dört işlem, kesirler,
Geometride cisimler şekiller, alan ve hacim ölçüleri işlediğimiz konular
arasındaydı.
Yetmişli
yıllarda Cumartesi günleri tatil sayıldı. Ülkemizde zorunlu beş yıllık eğitime 1923
yılında başlanmış. Buna karşın zorunlu sekiz yıllık eğitime ancak 1997 yılında
geçebildik. Biz sekiz yıllık zorunlu eğitime geçerken Dünya’da sadece beş ülkede
beş yıllık eğitim zorunluydu!
Ortaokul yıllarımda abartısız askeri disipline
eş disiplin kuralları uygulanırdı. Köy çocukları ilçede kiraladığımız tek odalı
evlerde ikamet ediyorduk. Ortalık karardığından itibaren öğrencilerin sokağa
çıkması kesinlikle yasaktı. Başta okul idarecileri ve öğretmenlerimiz
odalarımızı ziyaret eder öğrencilerin ders çalışıp çalışmadıklarını kontrol
ederdi. Ancak öğrenci şapkası ile sokaklarda dolaşabilirdik. Ve sokakta
öğretmenlerimizle karşılaştığımızda askerler gibi sağ el parmakları şapkanın
tereğine dokundurarak selam verirdik. Her dönem için üç yazılı bir sözlü sınava
tabi tutulurduk.
Sene sonunda en çok dört dersten bütünlemeye
(ikmal) kalmak olasıydı. Yaz aylarındaki bütünleme sınavlarında sınıf geçmek
için başarılı olmak zorunluydu. Ortaokul son sınıfta okurken okul müdürümüz tek
dersten bütünlemeye kalan öğrencileri için bir kez daha sınav hakkı tanındığını
duyurdu. Tek dersten ikinci sınavda
başarı gösteremeyen bütünlemeli öğrenciler bir üst sınıfa geçemez sınıf tekrarı
yapardı.
Ortaokul yıllarımda orta son sınıfta mayıs
sonunda dersler biter okullar tatile girerken son sınıflar haziran ayında bir
ay süreyle bitirme sınavlarına tabi tutulurduk. Yıl içindeki notlara
bakılmaksızın haziran sınavlarında okulu bitirmek için geçerli not almak
gerekliydi. Sadece ilçemizde değil yurdumuzun dört bucağında bütün köy
çocukları aynı koşullar altında sıkı disiplin içinde öğrenim yaşamlarını
sürdürdü. Sırtımızda yıpranıncaya kadar giydiğimiz tek kat elbise,
ayaklarımızda lastik ayakkabı giydik. Sıkı disiplin bizi sıksa bile ancak
okuyarak yoksulluğun yakıcı acılarından azat olacağımıza inancımız sonsuzdu.
Öğretmenlerimiz yetkin idarecilerimiz kuralları uygulamakta tarafsızdılar. Kısa
sürede kalkınmasını tamamlamış bir ülkeler arasında ülkemizin yerini alacağına
inanıyorduk. Bu uğurda ne ölçüde başarılı olabildik mi!?
Devam edecek…