“Dünya dediğimiz rüyalar âlemi, bir uykudagezerin şaşkınlığı
içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak
istediğimiz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler,” diyor, Orhan
Pamuk Kara Kitap adlı eserinde.
Diri bir özlemde saklı ölgün ten ölümcül taarruzu kurşun
askerlerin ve anlaşılamamanın verdiği hüküm:
Soytarı bir sitemde buluyorum kendimi derken kayboluyorum.
Semazen imgelerle tozu dumana katıyor kalemim ve hatırşinas
bir sevgiyle bir aşkla çözülüyor dizlerim derken dizelerim ve işte ve işte
ruhumun tozlu raflarına dizemediğim kadar sözcük diziyorum aslında yaralı
kalbimin un ufak edilmiş suretinde ve insanların kayıtsızlığında tüm ama tüm
söküklerimi dikiyorum.
Adını koyamadığım bir arayış bir hüzün çizelgesi belki de var
oluş ki varlığıma eşlik eden sadece insanların yokluğu yoksunluk olarak
addedilen kimsesizliğim ve kilitli çekmecelerim…
Çekincelerim var misal.
Çekemeyenler var gıybet ile hemhal.
Çemkiren zalimse zulümle iştigal ve:
Artık neye meyyal ise ruhumun dikiz aynasında saklı biliyorum
ki ben en çok kendime en çok çocukluğuma sadece dünüme hasretim.
Yorgunluğumun kıblesi.
Tavaf ettiğim Aşkın Kâbe’si.
Sefil yüreğimi titreten sesler yok artık lakin sözcükler var
ve imgeler ve şiarım şiir oysaki ben namı almış yürümüş bir şair olmaktan çok
uzak aslında dünü iken tuzak ve işte afallıyorum ne zamanki kalemim çorak çöle
dönsün ne zamanki hizalayamayayım duygularımı ve işte duruşumu daha da dik bir
konuma getiren soytarı sessizliğin yankısında ve yansımasında saklı iken
ölümden beter olan ve ben telaşla seviyorum yetmiyor yazıyorum yetmiyor kitap
kurdu olduğum o uzun yılların yeşerdiği edebiyatın coğrafyasında anladığım o
ki:
Ben sadece edebiyattan filan da ibaret değilim.
Kolumun altında kalın bir hikâye dosyası.
Kolluk kuvvetim iken hayal dünyam.
Korumacı hayatımın aslında bir kozadan ibaret olduğu ve işte
tek kozum: sevgiyle eşleşen bir nefer bir yürek bazen bir kaos bazen sınır
ihlali bazen doz aşımı ve rengi kaçan kimi insan gibi olmadığım kadar duyguların
minvalinde nasıl da renk veriyorum.
Sözcükler dil yaram.
Aşk ise yüreğimi k/özleyen.
Surdan serden kumdan kaleler ve feraha çıkmanın diğer adı ve
ben illa ki kalemimle hasbıhal etmeliyim ki böylelikle daha çok insanı yüreğime
alayım ve de onlar beni yüreklerinde saklasınlar.
Bir sakınca belki de hayal dünyamın ıslığı.
Bir sevecen gülüş iken bir şiire yolumun düştüğü ve şiirden
yüreğime uzanan o yol o köprü ve işte ilhamın eşliğinde kalemimle yazmaya
doyamadığım şiirler ve hikâyeler belki de binlerce deneme ve nesir birkaç roman
ve…
Topa tutulmasam da yağmura yakalanıyorum ve iyi ki de:
Yeşeren ruhum.
Yeşeren gözlerim ve yaşaran.
Kemale ersem bile bin yaşında bir çocuğum ben:
Söyleyemediklerimi bir ömür kimselerle paylaşamadığım kadar
kalemimle hem ifa hem ifşa ediyorum iç dünyamı.
Bir çürük diş gibi ya da ayarı bozulmuş bir piyano.
Fildişi tuşlarında yalnızlığımın da bekası iken çocukluğumda
nasiplendiğim o duvar piyanom gerçi üstünden yıllar geçti ama ne babamın kızgın
sesini unutabiliyorum ne de çiroz piyano öğretmenimin parmaklarımla hızlıca
vuruşunu.
Diklendiğim kadar da var hani dünyanın ve insanların
sonlanmayan yaptırımları…
Direttiğim kadar da var hani: mademki mesleğimdi uyumsuz olan
ve arayışlarım ve dinmeyen insan sevgim yolumun Rabbimin Dergâhına çıktığı.
Modern zamanın dervişiyim belki de zikrime eş olansa sadece
fikrim değil ve yaza yaza çoğaldığım ve yana yana yaşadığım ola ki yazmadığımda
günün de ilhamın pimini çekip de infilak ettiğim bir o kadar yazılası şiirlerim
ve denemelerim ve hikâyelerimle örülü bir mayın tarlasında yürümekle de eş
değer çabaladığım ve emek verdiğim ve içime tek nefeste çektiğim.
Hayatın gerçek yüzünü ise çok geç fark edebilmişken.
Sözcüklerin nüansı ve valsı benim için bir servet değerinde
iken.
Yalnızlığımı sonlandıran ise kalemim sayesinde yolumun
kesiştiği ne çok insan.
Kısaca hayata tutamağım kalemim devreye girdikten sonra
kendime ve çocukluğuma öykündüğüm kadar öldürdüğüm nefsim ve dünüm ve dünde
kalan acılarım elbet erbabı değilim hayatın ve de sihirli değneğin hali hazırda
şarıl şarıl akan hayal çeşmemden ne de çok hüzün akıyor ve ben yazarak
sağaltıyorum acılarımı açamadığım bir kutudan elime geçen ne de değerli bir
açılım ve geçirdiğim evrim…
‘’Bende o şaşkın uykuda Gezerlerden biri olduğumu fark ettim.
O an yönümü duvarımda asılı edebiyatlara çevirdim. Bir baktım ki vakit vedayı
gösteriyor. İçimde hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Gözlerimdeki perdeler
aralandı.
Vedanın tadını
hissettim. Önlenemez bir çaresizlikle büyüyordu ve sözcükler… Asimetrik bir
kargaşayla çoğaldılar. Anlatılamayanların karanlık sokağına sığındılar. Ürkek
adımlarla yaklaştım. Her birine dokundukça, sayfama döküldüler. Kalbimden
çekilip birer birer düştüler. ’’(Alıntı)
Usta romancı Pamuk’un da vurguladığı üzere:
‘’Çok talihsiz bir
zamanda karşılaştık. Ve de:
Şairi önce
asacaksın sonra da darağacının altında ağlayacaksın.’’
Edebiyatın
kalıcılığında esir düşmenin güzelliği ve umudu ile yazıyorum ve hücrelerime
kadar hem edebiyattan hem de duygulardan ibaretim…
Hayatımın iki
çeyreği ve son yıllarımın en büyük lüksü hatta tek lüksü iken anlamlandırmak ve
de anlaşılmanın gayreti içerisinde sözcüklerdir benim meşrebim ve edebiyatın
çekiciliğinde hayatımın nerede ise tamamında iyi bir okuyucu olmanın verdiği
hem coşku bir o kadar yetinememe duygusu ile yazıyorum yazılarımı ve şiirlerimi
bilip bilmeden ve de ansızın içine düştüğüm bu ateşte yanmanın ve yazmanın
güzelliğini ve de acısını yaşıyorum demek ki gözüm açık gördüğüm göreceğim rüya
da asıl şimdi başlıyormuş ve ucu yanık yüreğimin külünden sözcüklerinse
gülünden ibaret o tabiat harikası evrenin sunumunda yeşerdiğim kadar yaşarıyor
ruhum ve sözcüklerin üzerini örten tülün de artık olmadığını görmek bana huzur
ve ilham veriyor:
Sadece ben ve
kalemim ve de hayatın durağanlığından sıyrılıp dinmek bilmeyen coşkumu ve
hüznümü ve tüm benliğimi okuyucularla paylaşmanın verdiği mutluluğu da hiçbir
şeye değişmeyeceğim kadar da gerçeğim…