AKLIMDAKİ
SORULAR
Bazı konulara çok
fena kafayı takıyorum. Durum bu olunca; İslam’ı, kalıplaşmış din anlayışının
çok ötelerinde aramak gerektiğine inanıyorum. Vicdanım beni buralara
sürüklerken, inancım bana temel kaynağa, öz kaynağa yönelmemi ve farklı
bilgileri oralarda aramamı emrediyor.
Bazı konuları
nasıl anlıyoruz?
Kuran’da cin,
melek, şeytan, ifrit, iblis gibi terimler geçmekte ve meleklere iman etmemiz
istenmektedir. Evet müminler olarak Kuran’ın bahsettiği meleklere tam olarak
iman ederiz ancak Yüce Allah melek derken 1400 yıl önce algıladığımız meleğe
mi, yoksa başka anlamı olan meleğe mi inanmamızı istiyor? Yıllarını Kuran
araştırmalarına ayıran pek çok ilahiyatçının bu konuda yaptığı açıklamalara
bakıldığında melek konusunun geleneksel İslam’ın anlattığı gibi olmadığını
görebiliriz. Dikkat edersek; dört büyük melek olarak bildiğimiz meleklerin
sonlarında “il” kelimesi bulunur. Dört büyük melek çalışmalarında bu “il” ve
“el” kelimeleri İbranicede “Tanrı” anlamına gelmektedir ve Arap diline “Allah”
olarak girmiştir. İl ve el kelimelerini ayırdığımızda vahiy meleği olduğuna inanılan
Cebra-il kelimesinin güç ve kudret anlamına geldiği teoloji bilimi ışığında
ortaya çıkmıştır: Hakka suresi 40. Ayet: “Kuşku
yok ki, O Kuran şerefli bir elçinin sözüdür.” Necm suresi 3-4. Ayet. “O
konuştuğu zaman kendi kuruntularına göre konuşmaz. O’nun söylediği yalnızca
O’na bildirilenlerdir.” Bu ve benzeri ayetlerden şu sonucu çıkarmak
mümkündür. Yüce Allah, vahyetme kudretiyle peygamberlerin gönüllerine-zihinlerine
ayetlerini yazmıştır. Ayetler, programlandığı gibi peygamberlerin dillerinden
söz olarak çıkmaktadır. Ancak geleneksel İslam düşünürleri-mollaları,
Cebrail’in vahiy getirdiğini ileri sürerler!
Azra(il) de
Allah’ın can alma kudretinin adıdır. Zira Yüce Allah, ölümü yaratmış ve ölümü
gerçekleştirecek olan yüzlerce sebebi de yaratmıştır. O sebeplerden bir veya
birkaçı bir canlıya değmiş ise o canlının ölümü gerçekleşir.
Mikail, kâinatı
yönetmekle görevli meleğin adıdır. Yine (il-el) kelimelerini Mikail kelimesinden
ayırdığımızda yönetme kudreti ortaya çıkıyor. İkisi birleşik haldeyken Allah’ın
kâinatı yönetme kudreti olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Mikail, Allah’ın
programladığı kâinat üzerinde nasıl bir tasarrufa sahip olacak? Hangi doğal
olayların oluşmasını sağlayacak? Olması gereken zaten Allah’ın yüce ilmi dâhilinde
olup durmaktadır, öyle değil mi?
İsrafil; kıyamet
günü “sur” borusuna üflemekle görevli meleğin adıdır. Bu melek, ağzında
borusuyla kıyamet gününe kadar öylece bekler. Allah, emir verdiğinde sur
borusunu çalar ve kıyamet kopar. Yüce Allah, kâinatı yaratırken nasıl ki hiçbir
yardımcıya ihtiyaç duymadı, kıyamet kopacağı zaman da herhangi bir meleğe
ihtiyaç duymaz. Zira Yüce Allah, kâinatın kopmasını belirli zamana göre
kodlamış ve programlamıştır. O vakit geldiğinde kıyamet zaten kopacaktır. Sur
borusu sesi dediğimiz ses ise; kıyametin kopma anında doğal olarak ortaya
çıkacak seslerdir ve Yüce Allah bu sesi “boru sesi” olarak tasvir etmiştir.
Yani, İsrafil dediğimiz melek de Yüce Allah’ın kudretini temsil eden mecazi bir
kelimedir.
Şahsen ben, teoloji
biliminin ortaya koyduğu bu sonuçların doğru bir anlamlandırma olduğunu şu
sorularla anlamaya çalışıyorum.
Yüce Allah’ın
hiçbir yardımcıya ihtiyacı yoktur. Kâinatı kendi ilmi ve kudretiyle
yaratmıştır. Kainatı yaratırken milyarlarca varlığı yaratmayı murat etmiş; her
varlığı oluşturacak milyarlarca bileşeni de yaratmıştır. “OL” emri ile oluşum
sürecini başlatmıştır. Milyarlarca yıl süren bu oluşum sürecinde oluşması
gereken tüm canlılar ve diğer varlıklar, çeşitli evrelerden geçerek kodlandığı
ve programlandığı gibi hareket ederek bugünkü durumuna gelmiştir. Yüce Allah’ın
hay/can verme, hayatı sonlandırma, yeryüzünü istiva etme ve yönetme kudreti
kendi sistemi içerisinde dönüp duruyorken görevli meleklere neden gerek
duyulmuş? Bir ayet ile devam edelim: Fatır-41 Gökleri ve yeri hiçbir arızaya meydan vermeden tutan ve yok olup
gitmekten koruyan Allah'tır. Şayet yıkılıp gidecek olsalar, yemin olsun ki,
Allah'tan başka onları tutabilecek hiçbir güç yoktur.” İşte bu ayetlerden
dolayı tüm doğal olayları Allah’ın melekleri olarak anlıyorum ve bunda da
herhangi bir anormallik görmüyorum.
Hafaza melekleri:
Geleneksek İslam
anlayışında hafaza melekleri; insanoğlunun yaptığı iyi-kötü bütün davranışlarını
kaydeden ve insanları korumakla görevli olan meleklerdir. Bu meleklerin diğer
bir ismi de Kiramen Katibîn’dir. Bununla birlikte hafaza melekleri ile kiramen
kâtibin meleklerinin farklı olduğu şeklinde bazı görüşler de bulunmaktadır.
Bugünkü bilim
insanları, atmosferde her nesnenin hareketini kayıt altına alan bir manyetik
alanın olduğunu ispat etmiştir. Yüce Allah’ın böyle bir kudreti var iken sağ ve
sol omuzlarımıza kondurulan meleklerin sevapları ve günahları yazması Yüce
Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında oldukça amatör kalıyor. Hesap
gününde amel defterleri açılacağı bildirilir. Bana göre bu amel defterleri,
meleklerin yazdığı defterler değildir. Amel defterleri, manyetik alanda kayıt
altına alınan seslerimiz ve görüntülerimizdir. Zira her sözümüz ve hareketimiz
neticede enerjidir. Ve insanlar, yapıp-ettikleriyle yüzleştirilip, hak
ettikleri yere gönderilecektir.
Bir başka konu;
hafaza melekleri insanları korumak için görevlendirilmiş! Onca masum insan haksızlığa
uğrayıp, hayatını kaybederken var olduğu iddia edilen melekler neden
görevlerini yerine getirmiyor? Neden insanları o tehlikeler karşısında
korumuyor veya kurtarmıyor?
Her Müslüman, bir
işe başlarken besmele çeker. Anlamı; “Rahman Ve Rahim Olan Allah adıyla” olarak
ifade edilir. Euzubillahimineşşeytanirracim; “Esirgeyen bağışlayan Allah'ın
adıyla demektir.” Günlük yaşamda kısaca Bismillah olarak okunmaktadır. Bazı âlimlere
göre müstakil bir ayet olan bu tümceye baktığımızda esirgeyenin de bağışlayanın
da Yüce Allah olduğu açıkça bildirilmiştir. İnsanları korumakla görevli
herhangi bir melek söz konusu değildir.
Cin, şeytan ve
ifrit kelimeleri Kuran’da sıklıkla geçmektedir. Yine birçok ilahiyatçıya göre
bu kelimeler insanların içindeki kötülüğü temsil eden sıfatlardır. Şu gerçeği
hatırlatmakta fayda vardır: Kuran’da çok sayıda mecaz anlamlı ayetler
bulunmaktadır.
Kader konusuna
gelince: Kaderi yine Yüce Kuran’dan anlamaya çalışalım: İsrâ Sûresi'nin 13.
Ayeti'nde; “Biz, her insanın kaderini
(kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık
açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız; 'oku sicilini' bugün kendi
hesabını kendin çıkaracak durumdasın” hükmü yazılıdır. Bu ayette insanlar
uyarılmaktadır. İnsanların kendi elleriyle ve dilleriyle bilinçli olarak
yaptıklarının sonucudur kader. Kader, geleneksel İslam’ın anlattığı gibi
“Allah’ın takdiri” değildir. Yani Yüce Allah, hiç kimseyi kötü işlere yöneltmez.
Pek çok ilahiyatçıya göre kader; Yüce Allah’ın Sünnetullahıdır, yani değişmeyen
kozmik sistem kanunudur.
Geleneksel İslam
anlayışına göre kabir hayatı vardır ve her insan mezara konulduğunda Münker ve
Nekir isimli melekler tarafından din ve peygamberi ile ilgili sorular sorarlar.
Mezar ehli, bu sorulara doğru cevap verirse sağ tarafından bir alan açılır ve
haşr zamanına kadar cenneti seyreder. Sorulara doğru cevap veremeyenler ise hem
azap görürler hem de sol taraflarından açılan alanlardan cehennemi görür ve haşr
zamanına kadar cehennem azabı çeker.
Pek çok Kuran âlimi/ilahiyatçı,
dünya ile ahiret hayatının Kuran’da geçtiğini söylerken, kabir hayatıyla ilgili
ayetin olmadığını ileri sürerler. Olduğunu iddia edenlerin tek kaynağı “berzah âlemi”
diye geçen bir sözdür. Geleneksel İslamcılar, “Berzah Âlemi” kelimelerinden kabir
hayatının var olduğu sonucuna varmıştır. Pek çok din âlimi ise; Berzah Âlemi’nin
kabir hayatı anlamına gelmediği, ölüm ile dünya arasına konulan bir engel
olduğunu ileri sürerler. Bu durumda reenkarnasyonun imkânsızlığına da dikkat
çekerler. Bazı âlimler ise ruhların toplandığı âlem olarak düşünürler. Bu bilgiler
ışığında kabir hayatının olmayacağına ve imamların da defnedilen ölülere “talkın”
vermelerini batıl inanç olduğunu düşünüyorum. Zira ölüler işitmezler. Ve dünya
ile alakaları kesilmiştir.
Aklımda oluşan bu
tür sorulara; yapılan bilimsel çalışmalara, Kuran’ın muhkem ayetlerine
dayanarak cevaplar aramaya çalıştım. Elbette bahsi geçen konularda her
Müslümanın kabulü kendinedir ve hiçbir Müslümanın inancını sorgulamak değildir.
Faydalandığım
kaynaklar: Kuran’ın ilgili ayetleri, İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Prof. Dr.
İsmail Yakıt.