
Mizacı olmayan bir düş gibi mesela
yoksa mesafeyi yok sayıp arşınlamak mı olmayanı?
Tekeri kırık bir düş aslında tüm olup
biten bir de düşmeyen yakasından hani uzatsam elimi yakalayacak gibiyim bazı
şeyleri iyi de aslı astarı yok ki hiç birinin.
Son sürat giden, freni boşalmış bir
araba ve direksiyonu nefes nefese kalmış bir rabıta gibi. Komik ve çok da
aykırı bir de ısrarcı iken Tanrı.
Yakaladığım… yok, yok, yakalandığım
al işte: takılıyım misinanın ucundaki yem’e sonra da içimdeki hava boşalıyor
belki de tam tersi benim havayı boşaltan.
Ben seçmedim üstelik: öğrenmeyi filan
da dilemedim ama öğrettim adam akıllı.
İnsan olmayı öğrettim içimdeki
seyirciye ve adam gibi sevmesini öğrettim tüm çocuklarıma. Sayısı kaç, unuttum
bile daha doğrusu bir gün bile saymak gelmedi aklıma ne de olsa her gün nüfus
sayımı yapılmıyordu.
Ayağımdaki ayakkabıya dahi sahip
çıkamadım ve kocaman adımlarla yalpalaya yalpalaya giderken nihayetinde ayağıma
iki numara büyük gelen üstelik fıtratıma da aşırı yük bindiren hele ki mokasen görünüşlü
lenduha saksıdan sıkılmışken… kısaca soğuk ve kış demeden yalın ayak yürümeyi
öğrendim.
Yalıtılan bir kelam olmayı da iyice
ezberledim. Düşlerimde ve düşüşlerimde hep eksik telaffuz edildi adım.
Muzaffer olmayı ben seçmedim aslında
Muzo denmesini ben istirham etmedim.
Kayıkların dibi su alırken alık alık
bakınırken etrafına eşrafım ben hala yolda bulduğum gazete kâğıtlarını dibine
kadar okudum gerçi artık ne satan bayi kaldı ne okuyan bir akıllı ne de olsa
akıllı geçinen herkes aklını elindeki cihazlardan alıyordu ama… aldı da ne oldu
üstelik ben bir kez elime cep telefonu almamışken üstüne üstük cep delik
paltomda ayrıca ismim bile yazarken yakamda gerçi başka bir isimdi paltomdaki
ne de olsa paltonun ikinci sahibiydim belki de üçüncü… canım, neyse ne alt
tarafı soğuk içime işlemiyordu gerçi işleyen başka şeyler de vardı… of,
sıkıldım.
Sandal gibi salındığım mı?
Salkım saçak gezindiğim mi mevzu
bahis?
Ayrıntıya gireceksek başlayayım
efendim.
Kurtköy’de bir ilköğretim okulunun
hem müdürüydüm hem de sınıf öğretmeni 1-B sınıfının ve aynı zamanda bekçisi… ah,
evet, bir de hizmetlisi.
Güzel devletimin ayıramadığı bütçeyi
ilk zamanlar cebimden ödeyip bayağı bir güzelleşti okulumuz.
Konu eğer ki eğitim ise ve sorumlu
olduğumun da bilincinde ve ben seve seve neyim var neyim yok sattım savdım
yetmedi çocuklara kadar uzandım. Yanlış anlamayın sakın lakin terlikle okula
gelen öğrenci mi istersiniz ya da kıt kanaat geçinen nice ailenin okula
göndermediği özellikle kız çocuklarının tahsiline köstek çıkıldığı…
Öncesinde senelerce köy köy gezdiğim
ve öğretmenlik yaptığım yıllarda biriken üç kuruşum sonra da babamdan kalan
arsayı satıp da araziye dikilen apartmandan payım üç daire düşüp de… ikisini
boş tuttum senelerce hani olur da kalabalık bir ailem olur doluşuruz hesabıyla…
memurdan hatta öğretmenden başka bir kimliğim olsun istemedim zaten paranın
adını da tadını da sevmedikten sonra ve üçüncü dairemi de Mehmetçik Vakfına
bağışladığım için… nihayetinde ben okula yakın bir daire tuttum üstelik gelenim
gidenim olmadığı için de fazlaca eşya almadım evime.
Bu konuların gereksiz ayrıntılar
olduğunu düşünmeyiniz sakın ha ya da benim ticaret yapma amacı güttüğümü filan
da getirmeyin aklınıza.
Anamı Doğu’da görev yaptığım 1999
senesinde toprağa verdikten sonra benim için artık İstanbul’a dönmek bir anlam
ifade etmiyordu yine de doğduğum ve büyüdüğüm şehri hep özlemle andım ve
nihayetinde yeniden döndüm memleketime üstelik tayin olduğum okulun
kapasitesini ve imkansızlıklarını bilip ve de seve seve devam ettim
öğretmenliğe. Başka seçenek yoktu ki olsa bile ben yine ne yapar eder
öğretmenliği seçerdim.
Paltom… Kürk yakalı üstelik belli
başlı bir giyim mağazasından aldığım ve şık ayakkabılarım ne de olsa İstanbul’da
yaşamak değil miydi ye kürküm ye, diyenlerin cenneti/cehennemi?
Makul ölçüde para biriktirip iyi bir
izdivaç yapma hayallerimi de bunca zaman ertelemişken…
Aslı astarı olmayan hikâyeler anlattı
tanıdıklarım. Filancanın kızı pek güzelmiş de lakin benden takriben on yaş
büyük.
Ve bir diğeri:
‘’Selim Bey, oğlum. Çok hanım çok
munis bir kız lakin günde on vakit…’’
‘’Beş vakit namaz kılıyorsa ne mutlu
bana ve ne mutlu ona. İyi de bunun ne gibi bir sakıncası olabilir?’’
‘’On vakit evladım, şey, on vakit
banyo yapar ve iki saat aralıkla evi şartlar da şartlar. Eh, bir de eve
gelenleri illa ki deterjan ile yıkar. Ayda bir gider ilaçlarını da yazdırır ama
geri kalan her şeyi ile mükemmel bir ev hanımı olacağı da garanti…’’
‘’Yemeğe yağ yerine çamaşır suyu
koymasın hani? Bu kadar temizlik beni aşar ve…’’
‘’Lafını balla kestim. Evet, bir kere
ailecek zehirlenmişlerdi. Zeytinyağı şişesi ile çamaşır suyu şişesini
karıştırmış garibim.’’
‘’Demek durum bu kadar vahim! Ki ben
espri mahiyetinde söylemiştim.’’
‘’Boy boy damacanalarınız olur şey
çocuklarınız diyecektim.’’
‘’Damacana nereden geldi ki
aklınıza?’’
‘’Temizliği iyi suyla yapar da bizim
kız. Hem fena mı şartlı şurtlu yaşamak ve yaşatmak? A, nereye oğlum? Daha
anlatacaklarım bitmedi.’’
Ayrıntıya dahi girmedim ama aklım
kalmıştı bir sonraki gizemli kızda.
‘’Ne mezunu demiştiniz?’’
‘’Ev ekonomisi. Bir ara bakanlıkta
memur olarak çalıştı hatta milletvekili adayı olmayı bile düşünüyordu.’’
‘’Sonra?’’
‘’Bir kaza geçirdi ve malulen emekli
oldu. Aldığı engelli maaşıyla gezip tozuyor. Bir de kabul eder misiniz, bilmem
ama? Geceleri sık sık dışarı çıkar.’’
‘’Geceleri şehir daha bir sakin.
Üstelik cesaretine hayranım hem de bir bayan olarak kendine olan güveni ve
cesareti. Ev ekonomisi okumuş olması da takdire şayan. Üstelik geçirdiği kaza
neticesinde hayattan kopmamış. Bir tanışalım o zaman. Bu akşam görmeye
gelebilirim.’’
‘’Bu gece olmaz. Pazar geceleri bezik
oynar arkadaşlarıyla.’’
‘’Hım. Peki, Pazartesi o zaman.’’
‘’Hafta içi illa ki üç gün gider
Kıbrıs’a ve…’’
‘’Her mevsimi güzeldir yavru vatanın.
İyi de neden sadece üç gün ve her hafta?’’
‘’Rezervasyon yaptığı otelde sadece
kumar makineleri var üstelik fiyatta indirim yapıyorlar abone oldu mu.’’
‘’Bayağı yüklü olsa gerek otel
fiyatı.’’
‘’Altılı ganyandan büyük bir meblağ
kazandı. Ancak karşılıyor otel masrafını. Ama dilerseniz Cumartesi akşamı,
görüşebilirsiniz. Selim Bey oğlum nereye böyle acele acele? Şey, bari telefon
numarasını alsaydınız.’’
Velhasıl akıl karı değildi benim
evlenmem ya da düzenlerine uymam aslında onların kölesi olmaktansa ben yurduma,
devletime bir ömür hizmet etmeyi bir kez mademki gönülden dilemiştim.
Sıra sayı sıfatları gibi iklimler
geçti üzerinden İstanbul’a geldiğim ilk günden beri masrafım arttı da arttı ne
de olsa müdavimi olmuştum yeni alışkanlıklarımın ve yeni dostlarımın.
Önce Zübeyde Hanımın tuhafiyeci
dükkanına ortak oldum ve evlerden birini elden çıkarttım. Okuldan çıkıp
dükkanda duruyor ve vaktimi sözüm ona ticaretle değerlendiriyordum ama gelen
müşterilerin durumu ortaydı.
‘’Bir metre lastik istiyorum bir de
yüksük.’’
‘’Üç yapsak, abla.’’
‘’Üçün biri emeklisiyim evladım.
Nerde? Daha gidip ev için alışveriş yapacağım pazardan. Gerçi yol çok uzak
ama…’’
‘’Ablam, al şunu. Bak maaşımdan
kalanın hepi topu bu. Yarım kilo da helva al annemin ruhuna da gönder
gönderebildiğin dualarını. Allak kerim sonrası.’’
‘’Hiç olur mu, kardeşim?’’
‘’Olur, olur hem de nasıl olur. Al bu
da benden.’’
‘’Helal et ama.’’
‘’Etmem mi? Hadi, rast gele.’’
Okul aile birliği görmüştü bir kez
çabamı, gayretimi ve bakanlığa sundukları bir dilekçe ile benden bahsettiler.
Semtin en dar bütçeli okulunda yaptıklarım bir devrimdi sözüm ona. Sözün
bittiği yerdeydim. Bu kez ikinci daireyi elden çıkardım ve tüm paramı yine
okula harcadım. Helal olsun.
İşler hayli yoluna girmişti hani ve
derken bir gün…
‘’Aramıza hoş geldiniz, Selda Hanım.
Hayırlı olsun, efendim. İlk görev yeriniz mi?’’
‘’Evet, müdür bey. İlk tayinim İstanbul’a
çıktı ki İstanbulluyum da.’’
‘’Aman, efendim, Maşallah, Maşallah.
İnşallah çok güzel günler geçireceğiz şey yani demek istedim ki; çocuklar
gibisi yok. Bakın her yer çocuk kaynıyor. Bu gün bana yarın size… şey, yani,
Allah çocuğu olmayan herkese nasip etsin. Şey, demek istedim ki; öğrencilerimizi
bizim geleceğimiz. A, zil çaldı. Hadi, sizi öğrencilerinizle tanıştırayım.’’
‘’Çok naziksiniz, müdür bey.’’
‘’Efendim, vazifemiz. Rica ederim.’’
Okul daha sıcak bir hava almıştı
artık gerçi okulum benim zaten yuvamdı ama yuvayı da dişi kuş yapmaz mı?
Pardon, dilim sürçtü. Her kadın çiçektir. Özür dilerim, efendim: öğretmenler,
yeni nesil sizin eserinizdir. Elbet ben de birilerini eseri olacaktım daha
doğrusu olurdum, değil mi?’’
Dağ dağa kavuşmaz insan sevgilisine kavuşur…
pardon, yine sürçü lisan ettim ama Selda Hanım bende akıl mı bırakmıştı?
Okul çıkışı illa ki bir yerlere gidip
bir şeyler yiyip sohbet ediyorduk hele ki üstümüzdeki çekingenliği de attıktan
sonra.
Tuhafiyeci dükkânına artık
uğramıyordum hani neredeyse kanatlanıp uçacaktım göklerde. Ayağım yerden
kesilmişti adeta.
Bir anne babanın biricik kızıydı
Selda öğretmen aslında onun dediğinin yalancısı değilim elbette ne de olsa her
dediği doğru idi ve her söylediği kelime ok gibi kalbime saplanıyordu.
Bazen devamsızlık yapıyordu genç öğretmeniz.
Aman, efendim, ne demek ne demek? Kesin rahatsızdı ya da bir işi çıkmıştı.
Derslerine ben giriyordum üstelik MEB’na dahi bildirmeden. Gerçi usulsüzlük
yapıyordum ama… aman canım, o kadar da olsun hani: ne de olsa koskoca müdürdüm.
Birbirimize git gide alışıyorduk ve
elim bir kez bile eline değmemişti. Kıyar mıydım hiç prensesime?
Gelin güvey oluyordum gerçi ama
böylesine can kurban.
Mesleğime yeni başlamış gibi
heyecanlı ve istekliydim. Taş mı taşıyordum da kolum yoruluyordu ve bir gün…
‘’Sizden istemeye yüzüm kızarıyor
ama…’’
‘’Ne demek, hocanım? Elbette. Siz
söyleyin ben emir telakki ederim.’’
‘’Küçük bir meblağ sayın müdürüm. On
bin kadar. Çok değildir değil mi sizin için? Bir tanıdığım rahatsızlandı da.
Malum ilaç paraları ve hastane masrafı. En kısa zamanda size ödeyeceğim.’’
‘’Yanımda o kadar nakit yok ama ben
hemen gider kredi çeker teslim ederim size. Şey, mademki hasta ziyaretine
gideceksiniz ben de eşlik etsem.’’
‘’Ah, ah, İstanbul kadınıdır kendisi
ve pek hoş karşılamaz böyle şeyleri. Malum, bekâr kızım ben. Yanlış anlar da
hani sonra da yüreğine iner. Sonraki sefer İnşallah.’’
‘’Elbette. Hiç rahatsızlık verir
miyim? Hemen bankaya gidip geliyorum.’’
Demek ki koca memlekette tek
güvendiği inandığı insan bendim Selda Hanımın. Bakar mısınız, Selda demeye bile
dilim varmıyor. Ah, bir de o pembe yanakları yok mu? Nasıl da mahcubiyetten
pembe pembe oldu yoksa hep başı önde gezer. Bir tek öğrencileri ile beraberken
göz göze gelir yavrularıyla yoksa ne edepli he hanımdır, ah bir bilseniz.
Umuyordum ki; iyi haberler alacağım o
yaşlı tanıdığından ve bir sabah telefonuma gelen mesajla:
‘’Şehir dışına gidiyorum cenaze
işlemleri için sayın Müdür Bey. Yalnız uçak param yetmedi. Aşağıda yazılı hesap
numarasına acilen beş bin lira havale yaparsanız çok makbule geçer. Selamı var
rahmetlinin oğlunun ve o da size çok teşekkür ediyor. Teşekkür ediyorum.
Görüşmek üzere.’’
Saygın ve muteber bir hanımefendi ve
ben tekdüze yaşayan bir adam. Altı üstü ne ki? İyi de banka bana tekrar kredi
verir miydi ki?
Teyzeyi de görememiştim üstelik.
Neyse, dedim.
Üstümde de o kadar para yok ve aklıma
ilk olarak anamdan yadigar kalan üç beş ziynet eşyası kalmıştı. Gerçi onları
gelini için bir köşeye atmıştı iyi de zaten aynı hesaba gelmiyor muydu? Ne de
olsa Selda benim ruh ikizimdi ve evleneceğim kadın…
Günbegün aşkım büyüyordu ve sık sık şehir
dışına gidip geliyordu Selda.
Hatta neredeyse her hafta sonu. Hafta
başı derse yetişemediğinde eksikliğini aratmıyordum bu arada bayağı
borçlanmıştım kredi çektiğim bankalara. Evler de elimden gitmişti yine de dert
etmiyordum nihayetinde kiraladığım daireyi de boşalttım ve okulun bodrum
katındaki o tek göz odaya yerleştim elbette kimsenin haberi yoktu olan bitenden
zaten durumu bakanlık öğrendi mi anında kovulurdum öğretmenlikten hele ki Selda’nın
yerine derslerine girdiğimi bir öğrenseydi müfettişler onun da kariyeri
tehlikeye girerdi.
Şehir dışına çıktığından beri fazla
yüzünü görmez oldum nazenin sevgilimin. Ne komik bir adamdım ki bir kez bile
elini tutmadığım biri için ne hayaller kuruyordum?
Soru sormak aklımdan bile geçmiyordu
sadece onun iyi ve mutlu olması idi tek temennim.
‘’Çok yoruluyorsunuz Selda Hanım.
İsterseniz size rapor alalım da gidin şöyle bir kendinize gelin.’’
‘’Ah, aklımı okudunuz, hocam. İki ay
mesela…’’
‘’Biraz zor ama mademki siz öyle
istiyorsunuz.’’
Bu, aramızda geçen son konuşmaydı
zaten olan oldu sonrasında.
Raporu nihayetinde almış ve yeniden
şehir dışına çıkmıştı ben de pembe hayallerimle baş başa ne planlar yapıyordum
kuracağımız yuvamız hakkında ta ki sabahın beşinde gelen o mesajı görene kadar:
‘’Müdür bey, ben bu gün istifamı
verdim. Artık İstanbul’a dönmeyeceğim. Haftaya bu gün nikahım var. Hani size
bahsetmiştim. Rahmetlinin oğlu zaten çocukluktan tanışıyoruz. Sizin de nikahta
bulunmanızı isterdim ama aile içi olacak. Her şey için çok teşekkür ederim. Bu
arada; bakanlık hakkınızda soruşturma açmış elinizi çabuk tutsanız iyi
edersiniz.’’
Elimi çabuk tutmak?
İyi de ne için?
Ben kötü bir şey yapmamıştım ki?
Ve onlar harala gürele geldiler
üstelik tek laf etme hakkım olmadığını da çok iyi biliyordum.
Ellerinde sayfa sayfa raporlar ve tüm
okulu titizlikle teftiş edip…meslekten men edilmiştim üstelik çalıştığım tüm
yıllarım yanmıştı ve mesleğimi ihlal ettiğim için hele ki Selda uğruna
yaptıklarım da ortaya çıkınca…
Aynı paltoyu giyiyorum ama dediğim
gibi ilk sahibi ben değilim ve aynı ayakkabılar ta ki onlar dün ayağımdan çıkıp
da ayakkabısız kalana değin. Sonrası mı? Artık bir sonram yok ki tıpkı öncemi
bir hiç uğruna heba edip an’ımı da yok saymamla nihayetlenen.
Şimdi tüm boş zamanlarımda ki zamanım
zaten hep boş okul önlerine gidip dağılan öğrencilerin başlarını okşuyorum ve
sırf bu yüzden kaç kez gözaltına alındım üstelik kimseye de ispatlayamıyorum
öğretmen olduğumu hele ki adım çıktıktan sonra…
Özledim çocuklarımı tüm çocuklarım
gözümde tütüyor ama hepsi bu.