
‘’Bayram değil seyran
değil bu hikaye
de nereden çıktı’’
Demezsiniz umarım zira
hem bayram, hem
seyran ve hem de
Mecit Aktürk istemişti
Necla’ın hikayesini. Yani
ilk aşkımın…
*****
Yüzümde ergenlik sivilcelerinin çıkmaya, sesimin
de ciyaklama makamından boru makamına dönüştüğü yıllardı. Her delikanlılığa
adım atan vatandaş gibi ben de fena halde aşıktım. Kime diye sormayın zira onu
tarife ne kalem, ne mürekkep ne bilgisayar klavyesi ve dahi ne de binlerce
gigabayt gücünde bilgisayarların ram bellekleri yeterli olacaktır.
Karşımızda yeni yapılan apartmanın birinci
katından daire alan Necdet Amca’nın kızı Necla’nın iki mermer sütun üzerinde
konuşlanmış bedeni, sapsarı lepiska saçları ve de özellikle yemyeşil gözleri
bendenizde çok kısa sürede derûni bir aşkın oluşmasına vesile teşkil etmeye
yetmiş de artmıştı bile. Öylesine
aşıktım ki Üsküdar’a
giderken yağmura yakalanıp
sırılsıklam olan katip
benim yanında solda
sıfır kalırdı. Ben, daha
bi sırılsıklam aşıktım.
Necla’ya deliler gibi aşıktım lakin bu aşkı nasıl
anlatabilirdim? O Şinşilla cinsi bir
hamfendü ben ise bir sokak çomarıydım.
Kendimi ona fark ettirmeliyim ama nasıl?
O dönemlerde her hafta mutlaka sinemaya giderdim.
Filmlerde bir şey dikkatimi çekti bu kadar çok film izleyince: Yabancı
filmlerde vatandaş aşık olduğu kızın balkonunun altına geliyor, elinde gitar
ile bir şeyler tıngırdatıyor iki dakika sonra kız aynen vatandaşın kollarında.
Türk filmlerinde de durum farklı değil. Vatandaş alıyor sazı eline başlıyor ‘’
Su gelir güldür güldür , gel de yar beni güldür’’e hatun hemen koşa koşa
geliyor ve de bir samanlıkta güldürüyor abinin yüzünü. Ama beni en çok Fikret
Hakan ile Türkan Şoray’ın oynadıkları ‘’ Cemo’’ adlı film etkiledi.
Çancı ustası Memo ile Yörük kızı Cemo’nun
hikayesinde güzeller güzeli Cemo , Memo’nun çanlarının sesine sanki koyun
misali düşüyor peşine.
Bir kaç tane cangur cungur çan sesiyle koskoca Cemo tavlanabiliyorsa ben bir flüt
ile neler yapmazdım ki?
Allah razı olsundu Birsen Hanımdan. Yani müzik
öğretmenimizden. Herkese bir soprano blok flüt aldırmış ve çalmasını da
öğretmişti. İşte ben de blok flütümle etkileyecektim Necla’yı.
Artık Necla ne zaman pencereye çıksa ben de
evimizin bahçesine çıkıyor ve başlıyordum çalmaya:
‘’ Ay akşamdan ışıktır, Yaylalar
yaylalar, Yüküm şimşir kaşıktır. Dilo dilo yaylalar’’
‘’Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü?’’
‘’ Kaç yıl oldu saymadım köyden gideli…Arkadaşım eş, arkadaşım şek , arkadaşım
eşşeeekkk’
’’ Samanlıktan kaldıramadım samanı da Zühtü’
Namussuz kız bayılıyor benim türkülere ama naz
yapıyor. Ben ne zaman çalmaya başlasam mahcubiyetinden hemen
pencereyi kapatıp içeri
kaçıyor.
Üç- dört günlük bir çalma-çığırma faslından
sonra kendi kendime ‘’ Artık işlem tamam’’ diyerekten Necla’ya bir mektup
gönderdim. Daha doğrusu bir beyitlik bir mesaj…Biraderin eline sıkıştırdığım
yirmi beş kuruş sayesinde mesajım Necla’ya ulaştı. Ona ‘’ Engine gel yeşil
gözlüm engine/ Hasret kaldım gözlerinin rengine’’ yazmıştım.
Cevabı hemen geldi ‘’ Gayretini takdir ederim lakin,/ Davul bile çalar dengi
dengine’’
Vaaayyy bana ha. Ertesi gün bir beyit daha salladım ‘’ Bu kalbimin sahibi
sensin ancak,/ Gerekirse varım meydan cengine’’
Cevap yine fazla gecikmedi: ‘’ Fukarasın, hemi de bahtı kara/ Babam beni
veriverdi zengine’’
Vazgeçtiğimi sandınız değil mi? Mümkün mü? Bu
yola baş koymuşum bir kere. Bahçede flüt konseri tam gaz devam ediyor ‘’
Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı’’
‘’ Derule del derule, derule del derule’’
‘’Deli kız sinin geliyooor. Sinide neler geliyooor’’
Aynen devam. Repertuvarım da bir
geniş ki sormayın. İlle tavlayacağım Necla’yı çaresi
yok. Çancı Memo kadar da olamayacaksam ne halt etmeye yaşıyorum ki.
Bir sabah baktım Necla bizim eve doğru geliyor.
‘’ Aman Allah’ım! Rüya mı bu? ‘’
Rüya değil. Bayağı bayağı bizim bahçe kapısını açtı ve içeri girdi.
-Merhaba Sami
-Merhaba Necla. Hoş geldin. Buyur otur.
Necla bahçedeki sandalyelerden birine oturdu.
Benim yürek, dalak, böbrek ne kadar sakatat varsa gümbede güm güm atıyor.
-Bir şeyler alır mıydın? Çay, kahve, kola, gazoz? Alaska- Frigo da
var buz dolabında.
-Teşekkür ederim. Ben buraya sana bir fıkra
anlatmaya geldim. Anlatıp gideceğim.
-Fıkra mı?...Neyse…Buyur seni dinliyorum.
‘’Olay Kanuni zamanında yaşanmış galiba. Viyana
Senfoni Orkestrası önce Almanya’da bir konser vermiş. Alman İmparatoru konseri
çok beğenmiş ve ‘’ Bütün çalgıları parayla doldurun’’ diye emir vermiş. Davul
ve zilin üzeri bile parayla dolarken zavallı flütçü bir lira bile görememiş.
Orkestra daha sonra Rus Çarının huzurunda çalmış. Çar da çok beğenmiş konseri
ve o da aynı emri vermiş. Keman, kontrbas, Korno, fagot tüm çalgılar para dolmuş
ama flüte yine metelik yok. Son olarak bu orkestra Kanuni’nin huzuruna çıkmış.
Çalmışlar ama Kanuni beğenmemiş. O da
aynen ben gibi
asabi biraz. Emir ve
ferman buyurmuş: ‘’ Bütün çalgıları, çalanların münasip
yerlerine sokun’’ Emir tabii ki can-
baş üstüne ama hiç bir çalgıyı o münasip yere
yerleştirmek mümkün olmadığı için diğer çalgıcılar kurtulmuş. Flütçü hariç
tabii ki...Beni dinlediğin için teşekkür ederim. Bana müsaade.’’
Necla geldi, fıkrasını anlattı, mesajını gayet
net bir şekilde verdi ve çekip gitti.
Gidiş o
gidiş. Benden bir kaç
yaş büyük olan
Necla’yı bir daha
hiç göremedim zira
bu müessif olaydan
bir iki hafta
sonra evlendi.