Zaman daha nelere gebe; bakalım, yaşadıkça
göreceğiz.
Bu yazımda ismini vermeyeceğim üç "yoldaş" devremle, birlikte yediğimiz bir akşam yemeğini konu edeceğim.
Evet, üç “yoldaş” ve bir “dinci”!
Kader bizi bir araya getirdi diyebilir miyiz?
Evet, aynen öyle!
Dört sene boyunca aynı sınıfları, sıraları,
yemekhaneyi, yatakhaneyi, paylaştığımız ve fakat birbirimize bir selam dahi
vermediğimiz, adeta nefretle donandığımız devre arkadaşlarımızla bu gün aynı
masada, aynı sofrayı paylaşmak ve aynı dert ile dertlenebilmek. Güzel yurdum
tam otuz yıl bekledi bu mutlu tablo için.
Aynı darbeyi farklı versiyonlarda, farklı
zamanlarda yemiştik.
Hepimiz darbe mağduruyduk.
12 Eylül 1980 darbesi onları teğmen rütbesinde
yakalamıştı. Sorgu, sual, dayak ve işkence...
Yasa dışı görüşleri benimsediği kanaatine
varıldığından; hiçbir delil olmadığı halde, yargılanmadan kapı dışarı
edilmişlerdi.
Onların suçu o zaman, sosyalist düşünce yapısında
olmaları imiş…
Ben ise inancım nedeniyle hep horlandım. Sicilime
“dini kitap okumaya meyillidir” diye notlar düşüldü. Ağzımla kuş tutsam belli
puanın üzerine çıkamayacağım sicil notlarında kaldım. Hele bir de başörtülü
hanımla evlendim ki; bu katmerli suç oldu!
Sürekli üzerime düştü düşüverecek giyotinle görev
yaptım.
Nihayet 28 Şubat süreci bizi binbaşı rütbesinde
yakaladı. Onlar ipimi çekmeden ben bitirdim işimi. En verimli rütbe ve
tecrübeye sahipken sevdiğim mesleğime veda etmek zorunda kaldım.
Ama binlerce meslektaşım sorgusuz sualsiz, adeta
darağaçlarında sallandırılmıştı. Bu sefer adı post modern olan darbe, şimdi
inanç kıyımı yapıyordu.
Çok şükür ki; cinnet çok uzun sürmedi. Halkın
şamarı Osmanlı sillesi gibi indi vesayetçilerin tümüne. Aklıselim hâkim oldu;
referandum ve seçimlerde…
Süreç ve Cumhuriyet tarihinde yaşanan bir ilk; cuntacılara
gelen darbe hepimizin gözleri önünde yaşandı. Onların itibarsız kıldıklarının itibarları
halkın tercihi ve iktidarıyla iade edildi.
Devrelerimden biri Amerika’dan gelmişti. Diğeri
İngiltere’den. Kapı dışına itilince; ekmek derdine oralara kadar gitmişlerdi.
İşlemlerini yapmak için yurda dönünce biz de
Kadıköy’de buluştuk.
Ne kadar keyif aldık, o birlikteliğimizden…
Gördük ki; yurdum yelken açmış güzel günlere, bahar
mevsiminin insanın ruhunu coşturan iklimine…
Bizler; önce insan olduğumuzu ve birbirimizi
olduğumuz gibi kabullenebilmeyi idrak ettik. İnançlarımıza, duygu ve
düşüncelerimize hürmet göstermesek bile en azından tahammül edebilmenin ne kadar
elzem olduğunu müşahede ettik. Yaratılıştan gelen temel haklarımızın hiç kimse
ve hiçbir otorite tarafından zorla elimizden alınamayacağını tespit ettik. Ayrıca
gökkuşağının tek renkten meydana gelmediğini de hatırladık.
Evet, "yoldaşlar" yine kendi yollarında yürüyecekler,
biz de dinimizin gereğini yapma gayreti içinde olacağız. Ama bir konuda kol
kola, omuz omuza, birlikte mücadele edeceğiz ki, o da; zulmün yeryüzünden
kalkması, insanlık onurunun korunması, vesayet zihniyetinin ve cuntacı
anlayışın ebediyen yurdumuzu terk etmesidir.