Tam kırk yıl önce; Konya Meram
Ortaokulu, bir cumartesi öğlen, hafta sonu tatili öncesi, bayrak töreni için
tüm okul öğrencileri sıralarına geçmişler, programın başlaması bekleniyor.
Hatırlarsınız o günlerinizi ve o
bayrak törenlerini; haftanın bitmesinin sevinciyle çocuklar cıvıl cıvıl,
sıralarında bir türlü zapt edilemez, öğretmenler susturmaya çalışır, idareciler
mikrofonla seslenir, müdür muavini bağırır çağırır, bir tantanadır gider…
İşte böyle bir sahne, herkes adeta
coşmuş.
Okulun merdivenlerinde Müdür
muavini sıraların içinden bir çocuğa işaret eder ve yanına çağırır.
Çocuk sıradan ayrılır,
merdivenlerden çıkar, yukarıya müdür muavinin yanına gider. Tam yanına
varmıştır ki; bir tokat yanağının orta yerinde patlar. Bütün okul
öğrencilerinin ve öğretmenlerinin gözleri önünde…
Sonra hakaretlerle yerine
gönderilir.
O çocuk herkesin ve arkadaşlarının
bakışları altında sırasına gelir.
Sükûnet sağlanmıştır.
Artık iftiharla istiklal marşı
okunur ve hafta sonu tatili başlar.
Şimdi soruyorum, ne oldu?
Bir çocuk toplum önünde
aşağılandı.
Suçu neydi?
Herkes gibi o da arkadaşlarıyla
konuşuyor, şakalaşıyor, eğleniyordu.
Bir kurban gerekiyordu. O seçildi…
Bu kadar basit mi?
Bir sükûnet sağlanabilmesi için
bir çocuk bu kadar kolay aşağılanabilir mi?
Adeta feda edilebilir mi?
Bir sükûnete bir çocuk!
O çocuğun kalbi yok muydu?
O çocuğun kişiliği yok muydu?
O çocuğun haysiyeti yok muydu?
Kız, erkek sınıf arkadaşları ve
öğretmenlerinin gözleri önünde bir çocuğa böyle bir ceza verilebilir mi?
Sadece sükûneti sağlama adına
böyle bir facia olabilir mi?
Bunu yapan insan bir öğretmen ve
aynı zamanda idari görevi olan bir müdür yardımcısıdır. Pedagojik eğitim almış.
Çocuk eğitmek ve yetiştirmek üzere tahsil yapmış. Devlet uygun bulmuş. Geleceğin
yöneticilerini yetiştirmek üzere onu layık görmüş ve çocukları kendisine emanet
etmiş. Yeni bir nesil yetiştirecek. Geleceğimizin şahsiyetlerinin mimarı…
O çocuk yıkılmıştı.
Ne istiklal marşı, ne hafta sonu
tatili…
Ne çevrede koşturan, şen şakrak
tozu dumana katan çocuklar…
Hiç birisini görmez olmuştu. Darmadağın
olmuş gururuyla, küçücük çocuk kalbine mıh gibi bir kin oturmuştu.
Sadece o adama neler yapacağını
sayıp duruyordu. Bir yerde nefsini avutmaya çalışıyordu. İncinen gururunu
toparlamaya çalışıyordu, çevresindeki arkadaşlarına karşı…
O çocuk okudu, Subay oldu. Vatan
bekçiliği yaptı.
Eğitmenlik ve öğretmenlik yaptı.
Bir kişiye bir fiske vurmadı. Kimsenin şahsiyetini incitmedi.
Bugün 53 yaşında olan o çocuk, 13
yaşında yaşadığı o dramı hafızasından atamamış demek ki, 40 yıl sonra bugün bunları
yazma ihtiyacı hissetti.
Bir tek amacı var; çocuklarımızı,
geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin içerisinden bu kadar düşüncesiz,
beyinsiz ve idraksiz bir kişinin daha çıkıp, başka bir çocuk kalbinin de bu
kadar değersiz ve haysiyetsiz görülmemesini sağlamaktır.
Saygılarımla…