Napolyon’a
atfedilen bir söz vardır sınavlarla ilgili. Bir zamanlar tüm Avrupa’yı titreten
hatta Moskova’yı bile işgal eden ünlü Fransız sınavlardan çok korkar:
“Benim için üç
meydan savaşını idare etmek bir sınav yaşamaktan daha kolaydır.” Diye bir söz
söylemiş derler.
Gerçekten sınavların
kendine has bir havası vardır. İnsanın sinirleri gerilir. Vücut kimyası allak
bullak olur. Adrenalin yükselmesi yaşanır.
Sınavların,
yaşamımıza girmiş, aşılması gereken engeller olduğu gerçeği yadsınamaz. Bu
engeller, bazılarımıza göre Ağrı Dağı, bazılarımıza göre de Trakya’da ki
Istranca Dağları’dır fazla yüksek olmayan. Evet, birer engeldir sınavlar
aşılması gereken. Hepimiz bu engellerle az ya da çok karşılaşmışızdır.
Sınav
benim için bir düğün bayramdır diyene rastlamadım. Barış istenirse, savaşa
hazır olunmasını tembihleyen güzel bir söz vardır. Başarı kazanmak adına
girilecek sınavlara hazırlanmak çok önemli. Gerçi görev ve sorumluluk duygusu
gelişmiş bireyler işlerini şansa bırakmazlar. Yaşamın karşılarına çıkardığı
sorunlarla karşılaşmak adına gerekli hazırlığı yaparlar. Her ne kadar
hazırlıklı olunursa olunsun yine de girdiğimiz sınavlarda başarıp başaramama
tedirginliğini hep yaşarız. Bu olgular hayatın yadsınamaz bir gerçeği.
“Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.
Başarı ise başaracağım diye başlayarak sonunda başardım diyenindir.” Mustafa
Kemal Atatürk’ümüzün güzel bir özdeyişi vardır. Bu ve benzeri sözler kişinin
kendisine güvenmesi, öz güveninin yüksek olmasını salık verir. Tüm bu
gerçeklere karşın, her ne kadar hazırlıklı olunsa bile sınavların ruhumuzu
saran tatlı heyecanını yaşamak ilginçtir. Adrenalin yükselmesi bizlere farklı
zevkler tattırır. Paraşütle metrelerce yükseklerden atlayan bir sporcunun
yaşadığı heyecanın derecesini tahmin etmek bile zordur yarışlara, sınavlara katılmayanlarca…
Böylesi heyecanları yaşamak da hayatın bir başka özgün güzelliği.
Yaşamımda
aktif olarak yaşadığım onlarca spor karşılaşmaları olmuştur. Hepsi bir birinden
heyecanlı. Fakat bu kez anlatacaklarım spor karşılaşmaları değil; bilgi
yarışmalarıyla ilgili kısa kısa öykücükleri kapsıyor. Sınavlar ve bilgi
yarışmaları.
Hala anımsarım ortaokul
yılları. Sınıfın iftihar listesine geçem iki öğrenciden birisiyim. Okulumuzda
her yıl tekrarlanan bilgi yarışması yapılıyor. Orta birler, ikiler ve üçlerin
en iyileri seçilecek. 1-H Şubesinin yarışacak elemanı olarak jürinin önündeyim.
Salon tıklım tıklım dolu. Köy çocuğuyum. Nutkum tutuldu kalabalığı görünce! İlk
iki soruyu duyduğumu bile anımsamıyorum! Son iki soruya doğru cevap verdim
lakin başarılı olamadım. Giderek böylesi yarışmalara ilgim gitgide arttı.
Öğrencilik yılları.
Yazılı ve sözlü sınavlar. Ortaokul bitirme sınavları. Öğretmen Okulu için iki
sınavı geçip yatılılık yılları. Son sınıf, sıcak haziran ayı boyunca okulu
bitirme sınavları. Bir dersten başarılı olunamama durumunda en az üç ay mesleğe
geç başlama riski! Nihayet öğretmenlik. Müfettişlerle ilişkiler, teftişler… Derken
seksenli yıllarda öğretmenlere uygulanan ön lisans eğitimi. Anadolu
Üniversitesi bünyesinde iki yıl ön lisans eğitimi yaptık tüm öğretmenler. Ön
lisans eğitimi bizlere bir derece ve bir kademe kazandırdı. Mali durumumuzda
bir iyileşme sağlandı. Ve birinci dereceden emekli olma hakkı elde ettik.
Ön lisans eğitimi benim
için yeni bilgiler kazanma, bilgilerimi yenileme adına bir şans oldu. Beş yıl
ilkokul, üç yıl ortaokul üç yılda öğretmen okulu okuyarak hayata atıldık.
Yıllarca içimde, yüksek tahsil yapma, ruhumu yakıp kavuran yeni bilgiler
edinebilme isteği tatmin edilemeyen bir uhde olarak kaldı. Ön lisans
kitaplarına sahip olmak benim için tanımsız bir mutluluktu. Yıllarca gömüt
arayan bir define avcısının gözlerini alan çil çil altınları bulma coşkusuna
denk bir heyecan yaşadım ön lisans için hazırlanmış kitaplara kavuşunca. Güzel
Türkçemiz ile yazılmış eğitim-öğretimde çağdaş yaklaşımları içeren faydalı bilgilerle
dolu kitaplar.
Birer kutsal metinler
gibi okudum bu kitapları. Ünite sonlarındaki değerlendirme sorularını
yanıtladım. Nihayet sınav günleri geldi. İlk sınav yerimiz Kadıköy’de
Fenerbahçe Lisesi. Sınavda birbirimizi eleme diye bir durum yok. Amaç iki
yıllık eğitimi herkesin bitirmesi. O bakımdan olabildiğince meslektaşlar bir
birimize yardım etme çabası içindeyiz. Sınav görevlisini rahatsız etmeden
yardımlaşmak, klasik deyişle kopya çekmek olası.
Sıralarda birer birer
oturmuşuz. Önümde iki kadın meslektaşım var. İş bölümü yaptık. Öndeki arkadaş
İngilizce ’den bana güvenin diyor. Hemen önümdeki arkadaşım Matematikle ilgili
uzman olduğunu söyledi. Geri kalan Türk Dili, Tarih ve de sosyal bilimlerle
ilgili derslerden de yeterliyim diyorum. Sessizce soruları yanıtlıyoruz. Otuzlu
yaşlarla, kırklı, ellili yaşlarını yaşayan öğretmenler hep birlikteyiz. Biz
ekip olarak üç meslektaş otuzlu yıllarımızı yaşıyoruz.
Sınav devam ediyor. Kendimizden
emin bir biçimde işimizle meşgulüz. Arkalardan bir arkadaş kalktı ayağa.
Saçları aklaşmış bir garip meslektaş. Başladı sızlanmaya:
“Hocam varlığınla bizi
eziyorsun!”
Sözün muhatabı sınav
görevlisi ellili yaşlarda deneyimli bir lise öğretmeni. Garibim, arka sıralarda
oturuyor. Kitabı açmış, sorulara yanıt arıyor. Ama o kadar da amatörce yapılmaz
ki, bu işler! Haliyle görevli müdahale ediyor. Hemen ayağa kalktım, söz alarak:
“Sayın hocam arkadaşın
sözlerini ne olur hoş görün. Sınav heyecanından olacak…”
Öncelikle amacım ortamı yumuşatmak. Yoksa
bizim yardımlaşmamız sekteye uğrayabilir. Görevli, yarı tebessüm ederek yerime
oturmamı işaret etti. Olay tatlıya bağlandı. Tabi bu arada sınıfta herkes
ucundan kenarından yardımlaşma seferberliğini devam ettiriyor.
Görevli meslektaşımız
biraz sonra yanımıza geldi. Üç kafadar bizlere sessizce:
“Bu sınıfta toplumsal
uyumu en iyi siz gösteriyorsunuz.” Diyerek bize iltifat etti. Evet,
yardımlaşıyorduk, fakat gayet sessiz ve de derinden. Ön lisans sınavları için
İstanbul, Kocaeli ve Sakarya illerinde ne çok tatlı heyecanlar yaşadım girdiğim
sınavlarda. Kitapları okuduğum için sınavlar heyecanlı olsa bile çok çok
güzeldi benim için. Tüm dersleri başarı ile geçerek az da olsa lisans
eğitiminin yarısını bitirmiş oldum. Bu arada bütünlemeye kalan iki yıllık
eğitim süresini uzatmak zorunda kalan meslektaşlarımız da oldu.
Sınav heyecanı yaşamak
bir tutku oluştu bende. Daha sonra ön lisans eğitiminin verdiği bilgilerle yurt
dışı öğretmenliği sınavları kazanma serüveni yaşadım. O sınavlarda çok
ilginçti. Yaşamımı değiştirdi. Öykümü
başka bir sınav biçimindeki yarışmalarla sürdürmek istiyorum.
Ulusal televizyon
kanallarımızda; ucunda para kazanmak da olan yarışmalar yapılır. Bu yarışmaları
izlemekle ve soruların çoğunu doğru yanıtlayabilmekle tanımsız tatlar almaya
başladım. Bilgi yarışmalarının müdavimi olup çıktım. Ben de müracaat etsem
yarışabilir miyim derken. Beş yüz bin, bir milyonluk yarışmaya müracaat ettim.
Telefonla sorulan ilk soruyu geçtim yarışmacı olmak adına. İkinci soru
şöyleydi:
Ülkemizde kaç adet Sulh Ceza Mahkemesi var?
Cevabım yeterli gelmemiş ikinci etabı kazanıp esas yarışmacı için çekilecek
kuraya.
Şansımı denemeye devam. Deneyen
ne kaybeder? TRT’nin bir kanalında Şans Yıldızı adlı mütevazı bir yarışma
programı var. Yarışmacılar mektupla müracaat edenler arasından kura ile
seçiliyor. Haftada bir kez yarış yapılıyor. Katılımcılar cevapladıkları sorular
sayısınca para ikramiyesi kazanıyor. Üç kitaptan oluşan bir set de hediye
veriliyor yarışmacılara.
Hemen mektup yazdım.
Telefonla sorular soruldu. Yanıtladım. Kuraya katılmış oldum. Kuradan birinci
yedek olarak adım okundu. Bu durumu evden izliyorum. Yarışmayı birinci bitiren
diğer hafta da yarışmacı olabiliyor. Üç hafta birinci gelirse dördüncü haytaya
katılma hakkı olmuyor. İşte o zaman yarışa yedek yarışmacı katılıyor.
Kurumdan telefon geldi.
Yol ücretini ödeyeceğiz. Ankara’ya gelir misin?
Yarışmacı son hakkında yine başarılı olursa bu kez onun dördüncü hakkı
yerine sen yarışacaksın…
Okuldan bir gün izinle
Ankara’ya gittim. Karlı bir kış günü. Bazı yerler karlarla kaplı. Dolmuşlarla
aktarmalı TRT’nin Oran Stüdyosu’na vardım. Benim gibi adaylar buluştuk.
Selamlaştık. Yarışmayı düzenleyen, sunucu ve diğer görevlilerle konuşmalar
derken adayları sırayla makyaj odasına aldılar. Kadın bir görevli yüzüme pudra
örneği bir kimyasal sürdü.
Yarış başladı. Önceki
haftalarda birinci gelen yarışmacı teklemeye başladı. Benim yarışabilmem onun
durumuna bağlı. Kısmet olmadı. Başaramadı! Televizyonlarının başında, beni
merakla bekleyenlerin beklentileri karşılanmamış oldu! Haliyle ben de, hani hep
söylenir ya “milyonların karşısına” çıkamadım!
Buruk duygularla
stüdyodan ayrıldım. AŞTİ’ye (oto gar) gideceğim. Kar yağışı yağmura çevirmiş.
En yakın dolmuş durağı arıyorum. Stüdyo sıcaktı. Palto var sırtımda. Hayli
terledim. Trenle gece yolculuk yapmıştım, üzerimde birazcık kırıklık var.
Selpak mendille terimi siliyorum. Yüzümü, dudaklarımı sildim. Bir bakarım beyaz
mendil kırmızıya boyanmış! Bu kadar kızıllık ne! Aman Allah’ım diyorum. Hasta
mı oldum! Kan ciğerlerimden mi gelmiş diye iyice tedirgin oldum.
Ankara’nın ortasında bir
garip öğretmen! Heyecan yaşıyayım, adrenalim yükselsin! Televizyona çıkayım. Dostlara
bir selam göndereyim derken ne hallere kaldım diye düşünmekten kendimi
alamıyorum. Mendile biraz daha dikkatli bakıyorum. Heyecanım geçti! Bu kızıllık
kan rengi değil! A…bu kızıllığın stüdyodaki makyajın marifeti olduğunu
anlıyorum. Hayat bazen bizlere böylesine adrenalin yükseltmeleri de yaşatıyor.