Amcamlardan ayrılıp ne zaman köyden uzak evimize
çıktığımızı anımsamıyorum. Altı kardeş ve anne baba bir kocaman aile. İki odalı
bir evde yıllarca barındık. Çocukluk, dünyadan habersiz en güzel yıllarım bu
evde geçti. Koyunların kuzuların arasında ve evimizin hemen yakınındaki küçük
deremizin yaz kış şırıl şırıl akan su sesini dinleyerek büyüdüm. Bir yanımızda
yemyeşil çayırlar diğer tarafımızda da yaz kış tanımsız güzellikteki
yeşilliğiyle iğne yapraklı ormanlarımız uzanıyordu. Ormanımızdaki günün her
saatinde ötüşen kuş seslerini hiç unutamam.
İlkokula
bu evimizden gidip geldik kardeşimle. Ortaokul yıllarımda babam iki katlı güzel
bir ev yaptırdı. İlk gençlik yıllarımı bu yeni evimizde yaşadım. Bu evde
delikanlılığın en havai günlerim geçti. Kafamda kavak yellerinin estiği yıllar.
O yıllar da güzeldi. Kaygısız olduğum günler. Hani denir ya gençler ümitle
yaşar. Ufkumun enginliği sonsuzdu. Gelecek günler adına ne çok tatlı ümitlerim
vardı kendim ve ülkem adına.
Okul
yaşamı ile birlikte gurbet yılları başladı. Artık baba evinde yıl on iki ay
yaşamak kısmet olmadı. Ortaokuldan itibaren ancak yaz mevsiminde baba evine
gelme yılları başladı. Ne kadar güzel yerlerde yaşansa bile yaşama gözlerimizi
açtığımız, çocukluk yıllarımızın geçtiği yerlerin havası bir farklıdır.
Unutulmaz. Bülbülün altın kafesi beğenmeyip büyüdüğü dikenleri arasını özlemesi
boşuna değildir. Gerçi bülbülün sevdiği ortam dikenlerin arası olmasına karşın
benim büyüdüğüm topraklar güzeldir. Hala bakirdir. Hava kirliliği, trafik
sıkışıklığı yaşanmaz bu topraklarda.
Aradan ne kadar yıllar
geçse baba evine, köyüme duyduğum özlem hiç eksilmedi. Her yaz köyümü ziyaret
ederim. Çocukluk ve ilk gençlik anılarımı yaşadığım kırları kutsal mekânları
ziyaret edercesine dolaşırım. Bir daha yaşanması mümkün olmayacak anıları
anımsamakla farklı yılın tüm yorgunluklarını unuturum.
Evimizin bulunduğu yer abartısız dağların hemen yakını.
Rakım tamı tamına bin beş yüz metre. Bazı seneler tufan ölçeğinde rüzgârlar
eser. Bu rüzgârlardan maalesef evimiz nasibini alır. Evimizin yapıldığı
yıllarda öyle durumlar olmazdı. İklimler mi aşırı değişti bilinmez. Bu sert
rüzgârlar evimizin çatısını uçurdu. Bu durum bir kez olmadı. Aralıkla birkaç yıl
çatının hasar görmesi sürdü gitti. Tabi çatının uçmasıyla beraber sırıklar ve
binanın diğer aksamları zarar gördü. Galvanizli saclar ezildi, büzüldü. Çoğu
kullanamaz oldu.
Sonbahar sonu, havaların
iyice soğuduğu zamanlarda meydana geliyordu çatının hasara uğraması. Onarım
yaptırılıncaya kadar yağmurlar ahşap binanın tahtalarının yıl çürümesine neden
oluyordu. Ne yazık ki, otuz yıl içinde güzel baba evimiz kullanılamayacak hale
geldi. Köyde evimizin olmaması kabul edilecek bir durum olamazdı. İş başa
düştü. Yeni bir ev yapmanın hesaplarını yapmaya başladık.
Kardeşimle yeni ev
yapmaya karar verdik. Maddi durumlarımızı zorlayarak beton arma bir bina yapma
çabasına girdik. Demirdir, çimentodur, kumdur derken malzemeler temin edildi.
Ustalar bulundu. İnşaatı başlattık. Tek daire üzerine iki katlı olmasını
planladığımız binanın ilk yıl kaba inşaatını bitirdik. İşlerin bitirilmesini gelecek ilkbahar ve yaz
sezonuna bırakıp görev yerlerimize döndük.
Ertesi yıl bizi daha
büyük işler bekliyordu. Bir konutu oturulacak hale getirmek için ne çok çaba
gerekiyor. Bizi en çok binanın çatısının bağlanması yordu. Çatı için beşe on,
ona on diye tabir edilen malzeme ve de tahtaya ihtiyaç vardı. Bu malzemeler
elde etmek için orman müdürlüğüne müracaat etmek gerekiyordu.
Köyümüz orman bölgesinde
bulunduğu için orman müdürlüğü kendi depolarından uygun fiyatla kereste veriyor.
Hemen orman müdürlüğüne müracaat ettim. Prosedür gereği önce işin dilekçe
yazılacak. Dilekçe gerekli dairelerce incelenip izin çıkarsa ancak kereste
alabilmemiz mümkün olacaktı.
Allah ne verdiyse en
süslü cümlelerle ve içtenlikle sorunumu ilgili memur arkadaşlara anlatmaya
başladım. Şöyle laflar ediyordum:
Beyler evimiz Ardahan
Şavşat Yolunun hemen kenarında. Eskiden beri özellikle kış günlerinde cankurtaran
görevi yapmıştır. Ayrıca köyden ilçeye ilçeden köye götürülen hastalar içinde
yine evimiz bir durak görevi yapmıştır. Ahşap evimiz eskidi. Baba ocağını
yeniden tüttürmek istiyoruz. Sağ olsunlar memur arkadaşlar beni hiç kırmadılar.
Hatta istene dilekçeyi onlardan isteyip aldığım kâğıda hemen yanlarında yazdım.
Dilekçeyi elden takip ettim.
Genç bir kadın mühendis
çalışıyordu müdür olarak. Mühendis hanımdan randevu alıp kesin izin için köye
kendi aracımla götürdüm. İzin çıktı. Sıra depodan tomrukları almaya gelmişti.
Depo memuru arkadaş da kolaylık gösterdi. Hemen tespit yaptık. Depodan tomruk
taşıyan bir kamyonla tomrukları ilçenin tek fabrikası sayılacak ağaç biçme
fabrikasına taşıdık.
Eski binadan kalma ahırın
üstü için kullanılan tomruklar vardı. O tomrukların da fabrikaya nakli
gerekiyordu. Elbette ormancıdan izin alarak. Ormancı arkadaşla da gerekli
işlemleri kısa sürede bitirdik. Sıra evimizin yanındaki tomrukları fabrikaya
nakil işine geldi. Köyümüzde kamyonu olan bir kamyoncu arkadaşla anlaştık.
Köydeki tomrukları fabrikaya nakledeceğiz. Daha sonra aynı gün fabrikada
tomruklar biçilecek ve köye nakledilecek.
Bir taraftan sıvacı
ustalarımız çalışıyor. Bir taraftan da çatı işi için çalışıyoruz. Ağustosun
içindeyiz. Günlerim azalıyor. Eylülün başında okulda olmalıyım. Fabrikadan da
randevu aldık. Sabah erkenden kalktık. Kahvaltı için masanın başına henüz
geçmiştik. Bir de ne görelim.
Kamyoncumuz gelmiş bizi çağırıyor. Günlerden cumartesi, fabrika öğleyine
kadar çalışıyor. Bir an önce fabrikada olmamız gerekiyor. Kahvaltıyı bıraktık.
Çabucak tomrukları kamyona yükleyip ve hareket ettik. Kamyonla yeğenimle
beraberdik.
Kamyoncu arkadaş kamyonu bırakıp
ilçeye geri döndü. Öğleden sonra gelip keresteleri köye götüreceğini söyledi.
Fabrika ilçeden hayli uzak bir yere kurulmuş. Artvin yolu üzerinde çevresinde
konut, bakkal diye bir şey yok. Biz telaşemizden yemek olayını unuttuk. Bir an
önce işimizi bitirmekten başka kaygımız yok.
İşçiler tomrukları
biçiyor. Yeğenimle bende ortaya çıkan keresteleri kamyona yüklüyoruz. Zaten
yetesiye kahvaltı yapamamıştık. Zaman geçtikçe karnımız zil çalmaya başladı.
Kollarımızda kuvvet kalmadı. Son gücümüzü kullanarak çalışıyoruz. Güneş iyice
yükseldi. Ağustos sıcağı. Otantik deyişle ter tırnağımızdan çıkıyor. Odun
talaşı her tarafımızı sardı. Zorlukla soluk alabiliyoruz. Talaş adam olup
çıkıverdik!
Bol bol su içerek
susuzluğumuzu gideriyoruz. Su içmekle açlığa çare olmuyor. Savur zamanına
uyanamayıp yirmi dört saat yemek yemediğim günler olmuştur. Fakat böylesi açlık
hiç yaşadığım. Bir türlü iş bitmiyor. Köydekiler bizi unutmuş gözüküyor. Ne
gelen var ne giden. Bizim bu halimizi tahmin etseler kardeşim birazcık nevale
ile yanımıza gelebilirdi. O, köyde çalışan sıvacılarla ilgileniyor.
Tam öğle saatinde
tomrukların biçme işi bitti. Biçilen her kalası tekmil kamyona yükledik. Sıra
geldi kamyoncuyu beklemeye. Zaman bir türlü geçmiyor. Bir tarafta açlık bir
taraftan yüzümüzü, gözümüzü kaplayan talaş tozunun verdiği ıstırap çekilecek
gibi değil. Ne yapacaksın. Rahmete kavuşmak için zahmet çekmek gerekiyor.
Gün batıncaya kadar sürdü
bizim çileli bekleyişimiz. Nihayet kamyoncumuz geldi. Hedef köy. Evimiz
yolculuk başladı. Eve vardığımız zaman ortalık kararıyordu. Damperli kamyon bir
anda bütün tahta ve kalasları evimizin önüne har diye döküverdi. Hemen kapının
önünde akan çeşmede yüzlerimizi yıkayıp yemeğe koştuk yeğenimle.
Komşuların bir ay içinde kereste sorununuzu
çözerseniz ne mutlu size sözleri havada kaldı. Üç gün içinde tüm formalitelerle
beraber çatı için yetesiye keresteyi kapımıza getirmiş olduk. O yaz hayli
yorulduk. Çatısı rüzgâra dayanıklı oldukça güzel bir ev yaptık. Baba ocağını
yeniden tüttürür hale getirdik. Tıpkı anne ve babamın yaşadığı yıllardaki gibi
kapımız tanıdık tanımak herkese açık. Yaz tatillerinde evimizde dostlarla
buluşup yaptığımız doyumsuz sohbetlerle zaman zaman binayı yaparken yaşadığımız
sıkıntıları artık tatlı birer anı olarak anımsıyorum.