Bir alt yaylaya inme vakti gelmişti Ekim sonlarında.
Yüksek yayla düzlükleri yeşilliğini gri rengin göze hoş olmayan tonlarına
bırakmış, sular da iyice azalmıştı. Keçiler soğuk havalardan hoşlanmaz. Göç
başlamalıydı. Yaylacılar yaptıkları, yağ, peynir benzeri yiyecek ve
yatak-yorgan, kap kacaklarını kağnı arabalarıyla alt yaylaya taşındılar. Alt
yayla diye adlandırdığımız yerleşim alanın adı yöresel deyişle Kışla’dır.
Ahmet’te keçileriyle göçe katılanlar arasındaydı.
Kışla
yakınlarındaki otlaklar da gürdür. Dağların yamaçlarından doğan suların
oluşturdu derin vadilerin yamaçları zengin bitki örtüsü barındırır Karadeniz
Bölgesinde. Vadileri süsleyen bitki örtüsünün yanında keçiler için kolayca
atlayacakları, sırtların kaşıyacakları kayalarda mevcuttu. Keyfine diyecek
yoktu Ahmet’in. Otlaklar gür ve genişti. Keçilerin sütü eksilmemişti. Bazı
günler köye yakın otlaklara yönelirdi sürüsüyle. Böyle günlerde yayla
düzlüklerinde hasret kaldığı köy çayırlarında bulunan meyvelerden nasiplenirdi.
Sabahleyin kışladan köye, akşama doğru da köyden kışlaya gidip dönen kadın ve
genç kızları yakından seyretmenin zevkinden mahrum etmezdi kara gözlerini.
Sayılı
günler gibi mevsimler de çabuk geçer. Vadileri yeşil yapraklarıyla süsleyen,
gürgen, huş, ıhlamur benzeri ağaçların yaprakları yeşilden sarıya, sarının koyu
tonlarına dönüştü. Sert esen rüzgârlar gazellenen ağaçların yapraklarının
dökülmesini hızlandırdı. Günler iyice kısaldı. Sonbahar tüm güzelliğiyle veda
etti. Keçiler için teke katımı da yapıldı. Bazı günler Cin dağı ve Sahara
Dağı’nın dorukları aksakallı dedelerin sakalları gibi beyazlaşıyordu. Kış çarığıyla,
çorabıyla geliyorum diyordu. Kışla ’da konaklayan köyün büyük çoğunluğu
hayvanlarını önüne katıp köye döndü.
Kışla
‘da az sayıda küçükbaş hayvancılık yapanlar kalmıştı. Bunlardan birisi de Ahmet’ti.
Kasımın daha haftası dolmamıştı. Bir gün sabaha on santimden fazla karla bezeli
doğayı şaşkınlıkla seyrederek uyandılar. Kar yağışı devam ediyordu. Artık yılın
son göçüne sıra geldi. Altı ay sonra görüşmek dileğiyle veda edildi Kışla ’ya. Sürülerin hedefi köy çayırları ve köyü
çevreleyen kırlardı. Çobanlar sürüleriyle karları çiğneyerek köye yaklaştığında
öğlen olmuştu. Kar yağışı durdu. Köyün çevresindeki toprakları kapatacak
düzeyde yağmış olan karlar ısınan havanın etkisiyle eridi. Küçükbaş hayvanların
çayır ve kırlarda salınması devam etti.
Gün gün soğudu havalar. Her taraf karlarla
örtüldü. Koyun sürüler yeşil çimenlere yayılmaları için Nisan sonunu
bekleyecekti. Ahmetlerin ve amcalarının köyün dışında, köye yakın ahır ve
kömleri (koyun ve keçiler için ahır) ve küçük kulübeleri vardı. Hayvanlarını
köy dışında barındırırlardı. Kulübenin karşısı engin köknar, ladin ve çam
ormanlarıyla kaplıydı. Ahmet keçileri sabahleyin ormana salar, çam ve ladin
ağaçlarını budar; dallardaki iğne yaprakları ve yosunları kıtır kıtır sesler
çıkararak yerdi keçiler. Akşamleyin de bir miktar ot keçilerin günlük nevalesi
olurdu.
Kışın
ilerleyen günlerinde yağan karın yüksekliği bir metreyi aşması keçileri ormana
götürme olanağı kalmadı. Ahmet, rakımı düşük, akrabasının yaşadığı bir köye
gitti keçileriyle. Yanına bir de yardımcı aldı. Gittiği köye kar az düşer ve
köyün güney yamaçlarında yağan kar tutunamaz, yağan karlar bir-iki gün içinde
eriyiverirdi. Böyle bir köyde akrabalarının olması bir şanstı Ahmet için. Köyün
çevresi meşe ormanıyla kaplıydı. Meşelerin filizleri severek yer keçiler. Fakat
köylüler durumdan hiç memnun kalmadı. Karakeçi orman düşmanıdır. Köylülerin
meşe filizlerini yemeleri hoş değil. Ahmet, bin bir rica minnetle muhtar ve
ihtiyar heyetine bir miktar para ödeyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Çok
sızlanan bazı köylülere de ilerideki günlerde birer erkek oğlak hediye edeceği
sözünü verdi. Ve ilkbahar aylarının gelmesini beklemeye başladı.
Yardımcı
çoban arkadaşıyla her günkü gibi meşelik ormana yöneldiler sürüyle. Ne geçmiş
çobanlık yıllarında karşılaştığı ne de yaşam boyu karşılaşacağını hayal bile etmeyeceği
bir olaya tanık oldu. Sürü, önü yalman(sarp) bir kayaya yaklaşmıştı. Yardımcı çoban sesini
çıkarabildiği kadar gür sesle:
“Ahmet ağabey, acele yetiş keçiler keçiler…” diye
haykırıp bir türlü sözlerinin gerisini getiremiyordu. Hayra alamet değildi
yardımcısının telaşesi. Çobanın yanına vardı bir hamle. Gördüğüne inanamadı.
“Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur.” Sözünü boş yere söylememiş atalarımız.
İki keçi zaten sarp kayanın yamacında bir tutam ot görüp bir biçimde ota
yaklaşmışlar. Yaklaşmışlar yaklaşmasına da lakin geri dönmeleri olanaklı
değildi. Bir hayli de ilerlemişler. Acı acı
meleyip yukarıya bakıyorlardı. Gel de kurtar keçileri! Varsa bir çözüm
olanağın!..
Kara kara
düşünceler sardı Ahmet’in dimağını. Keçilerin acınacak hallerine uzun uzun
baktı. Makbul bir çözüm bulmak gerekti ama nasıl? Zamanın nasıl geçtiği fark
etmedi. Yardımcı çoban sürüye sahipmiş hiç olmazsa. Çobana ne yapacağının
talimatını verip köyüne doğru yola çıktı.
Çözüm
fikri kafasını içinde oluştu. İş büyüklerine kabul ettirmekte keçileri kurtarma
planını. Eğer planını uygulayamazsa iki keçinin sonunu düşünmek bile
istemiyordu. İki keçinin maliyeti önemli değildi; vicdanı rahat etmezdi
hayvanların meleye meleye ölmelerine. Baba evine ulaştığında hava kararmıştı. Olayı
anne- babasına anlattı. Kurtarma planı için annesi razı olmuyordu. Planını uygulayacaktı.
O gece yarı uyku yarı uyanık karabasanlarla dolu bir gece geçirdi.
Sabahleyin
köydeki akraba ve tanıdıkları bir bir ziyaret etti. Kimler yoktu aradıklarının
içinde. Bıyıklı Hasan, Topal Zeki, Kör Recep, Kaba Hüsnü, Deli Bekir, Uzun Ahmet,
Tilki Osman, Hoca Fehmettin, Çito Ayhan, Pehlivan Ekrem… Kendi babası. Köylü seferber
oldu. Baba evinde kahvaltı yapıp yanlarına mazmanların keçi kılından büktükleri
kalın ve uzun urganları alıp keçilerin sıkıştığı kayanın başına geldiler.
Ahmet’i
urganlara bağlayıp kayadan aşağı keçilere doğru saldılar. Keçilere yaklaşırken
ayağını altından bir taş koptuğunda kemiklerinin içi sızlıyordu. Esmer yüzü taze
yağan karlardan da daha beyaz oldu. Yaptığı iş her babayiğidin işi değildi. Yukarıdan
bağırarak söylenen “ bravo Ahmet, bravo, az kaldı keçilerin yanına ulaşmana” sözlerini
duymuyordu.
Keçilerin
yanına vardı. Hayvanlar soğuk bir gece yaşamışlardı. Aç ve susuzdular. Gözlerinin
ışığı sönmek üzereydi. Ahmet, önce keçileri sağlamca bağlayıp sırayla kayanın
başına çekilmelerini başardı. Sonunda salınan iple kendisi çekildi yukarıya. Arkadaşları
sırayla sarılarak Ahmet’i kutladılar. Keçiler şaşkın şaşkın aşağıya bakıyordu…
Yaşamının
en akıl almaz, Azrail’le buluşmasına ramak kalmış bir gününü yaşadı. Ölümle randevulaştı
adeta.“Hayat demek mücadele demektir. Hayatı kazanmak için mücadeleyi kazanmak
gerekir.” Özdeyişinin gereğini yapmanın buruk sevincini yaşadı Ahmet.