Askerliğini
bitirip çok sevdiği köyüne, köyünün derelerine, ak köpüklü çayların aktığı
derin vadilerine ve yayla düzlüklerine kavuştu Ahmet. Yürümeye başladığı çocukluk
ve ilk gençlik yılarını yaşadığı toprakları yeniden görmek, havasını solumakla uçarcasına mutlu
oldu. Askerlik günleri ilk kez ailesinde
uzaklarda yaşamanın dayanılmaz sıla özlemiyle geçti. Aylarca köyünü,
anneciğini, kavalını, köpeği Çomarı en çokta keçi-koyun sürülerini düşünürdü. Köye
vardığında evine, köyünün meyve bahçelerine, karşı köylerin yukarılarında
uzanan dağlara uzun uzun baktı. Yaşadıkları rüyamaydı! Hayır, artık doğup
büyüdüğü topraklara basıyordu ayakları. Dudaklarında tatlı bir gülümseme
oluştu… Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının çobanlık yaşantısına bir an önce
bismillah demenin tam zamanıydı. Otlakların en gür olduğu vadiler, dağ
yamaçları, yayla düzlükleri onu bekliyordu.
Köyde kısa
bir süre gezdi. Akraba ziyaretleri yaptı. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce
yayla evine gitmek istiyordu. Askerlik süresince hiç unutamadığı çobanlık
günlerine dönebilmenin heyecanı tüm benliğini sardı. İki saat yürüyerek yayla
evine ulaştı. Annesine sarıldığı zaman kalp atışları hızlandı. Ağlamaklı oldu. Erkekler
ağlamaz ki!
Nihayet
önünde sürüsü güneşin dağların doruklarında yüzünü gösterdiği güzel bir Ağustos
günü çobanlık mesaisi başladı. Yıllar ne çabuk geçtiğini düşündü. Çobanlığının
ilk yılları genç bir çobanın yardımcısıydı. Görevi, büyük çobanın emirlerini
yerine getirmekti. Ve ilkokulun 4 ve 5 sınıflarını okuduğu yılların yaz
tatillerinde önüne katılan sürüsünü tek başına otlatabiliyordu. Aile, bazı yıllar
koyun bazı yıllar da keçi edinirdi.
Yaylaya
göç başladığı günler Ahmet erken uyanır. Sürüsüyle dağların doruklarındaki boy
atmış gür otlaklara bir an önce varabilme telaşesinde olurdu. Yayla göçü
başlayıncaya kadar alabildiği geniş otlakların otlatılması yasaklanırdı köy muhtarlığınca.
Çimenler boy atar, beyaz papatyalar, mor menekşeler, daha nice nice renk renk
çiçeklerle bezenirdi otlaklar. Cami imamının vaazlarında sık sık betimlediği
cennet gibi olurdu yaylaların düzlükleri. Kudretten çıkan soğuk sular, serin
serin eser rüzgârlar ve yayla kuşlarının şarkıları tamamlardı yaylaların
yalancı cennetini.
Geçen yıllarla beraber Ahmet de yaylaların
sayılı acar çobanlarından biri olup çıkmıştı. Geniş yayla düzlükleri, vadilerin yamaçları sürülerini
güttüğü otlaklardı. Orta boylu, güneş yanığı yüzü esmer tenini daha da
esmerleştirirdi. Geniş omuzlu, kalın gövdeli güçlü kuvvetli bir köy
delikanlısıydı. Haziran ortalarında başlardı ortalama 2500 m rakımlı yayla
yaşamı. Ta ki, Eylül ayının sonlarına kadar çoğu kez yağmurlu, puslu ara ara
güneşli günler içinde geçen yayla dönemi biter bu kez köye yakın kışlalara
inerdi sürüler.
Her mevsim
sürüsünün peşindeydi. Bir elin parmakları sayısınca ziyaret ettiği köy sayısı
ve Şavşat ilçesi oluşturuyordu engin(!) dünyasını. Bir de Ardahan’a gitmişliği
vardı. Ancak askerlik hizmeti için ta Isparta’ya kadar gitti. Gidiş ne gidişti
ama. Kara trenle günlerce yol almış, yol boyunca nice nice kentler, geniş
ovalar büyük akarsular görmüştü. Ülkesinin ne kadar da büyük olduğuna şaşırıp
kalmıştı. Bütün gördükleri onun için ilkti ve ilginçti.
Terhis
olduğunda tam adam olduğunu hissediyordu. Askerlik kutsal bir görevdir,
olgunluk göstergesidir ve askerlik yapmayanı adam saymazlar kültürümüzde.
Askerlik görevini yapmakla kendine güveni artmış, hayata daha bir öz güvenle
bakıyordu. Askerlik dönüşü babasıyla anlaşıp koyunlarını satıp keçi edinmek
istedi. Keçiler daha fazla süt verir ve daha uzun süre sağılır koyunlara
göre. Bulutlara komşu, rakımı yüksek
köyünde kışların altı ay sürer. Koyunlara uzun kış boyu otla beslenir. Köyde
çayırları yeterli değildi. Ancak sekiz-dokuz kağnı arabası miktarı ot
alabiliyorlardı çayırlardan.
Ve
Yığılı ve Bilbilan yaylarında yaz mevsimini geçiren Hopalılarla koyunlarla
keçileri değiştiler. Bir koyun verip karşılığında iki keçi aldılar. Hopalılardan
aldıkları keçilere parayla yirmi-yirmi beş tane keçi satın alıp sürülerine
kattılar. Kalabalık keçi sürüsüne sahip oldular kısa süre içinde. Terhis
günleri bir ay olmuş, bıyıkları da uzamıştı. Otantik deyişle, Ahmet’in kara
bıyıklarını balta kesemezdi artık. Keçilerin sağımı tamamlanınca otuz litreye
yakın süt elde ediliyordu bir öğünde. Akşam sağımında elde edilen süt miktarı
daha da fazla oluyordu. Yayla evinden sürünün başında otlaklara açılırken; fetihlere
çıkan askerlerinin önünde yürüyen Osmanlının yükseliş devri paşaları gibiydi
adeta. Kendisiyle gurur duyuyordu.
Çobanlık,
kendi sürüsünün başında çobanlık güzeldir. Hele güneşli havalarda çiçeklerle
bezeli yemyeşil düzlüklerde sürünün yayılması. Doğanın müziğine karışan çan
seslerini dinlerken zamanın nasıl geçtiği fark edilmez. Bir bakarsın ta
uzaklardaki Karçal Dağlarının sivri doruklarına yaklaşmış gökteki altın tepsi.
Sağım için yayla evine dönme zamanı gelmiş demektir. Sahara Dağı morun tüm
tonlarıyla akşamı karşılamaktadır.
Tüm bu güzellikler yağmurlu ve sisli havaların
için geçerli değildir. Karadeniz’den yükselen bulutlar dağları aşıp gökyüzünü
kaplayınca Ahmet ve diğer çobanlar için çile başlar. Sıkça yön değiştiren rüzgâr hızını artırır. Hava
sıcaklığı iyice düşer. Bazen dolu şeklinde yağar yağmur. Keçiler kuyruklarını
asıp sığınacak kaya kovukları koşar. Bulabilirlerse elbet. Çobanlık acısıyla tatlısıyla
yaşanan bir uğraştır köy yaşamında.
Ahmet
memnundu hayatından. Kısa sürede kilolarca yağ yapmıştı annesi keçilerin
bereketli sütünden. Yağları amcasıyla babası akşamın yaklaştığı, güneşin
etkisini kaybettiği bir gün gece boyunca da yolculuk yaparak kağnı arabasıyla
Ardahan’a götürüp pazarladı. Umduklarından da iyi geçmişti satışları. Cepleri
hayli ısınmıştı. Yaylaya döndüklerinde sevinçleri yüzlerinden okunuyordu.
Tüm
bunlar güzellikti Ahmet için. Yaz ayları bitmiş, yemyeşil otlaklar yeşilin mat
tonlarına dönüşmüş sular azalmıştı. Yaşanacak sonbahar vardı önünde. Sonbahar
da sorunsuz geçecekti Ahmet için. Köye yakın vadiler, otlaklar alabildiğine
geniş ve keçiler için uygundu. Ve kış beyaz kürküyle doğayı bezediği zaman
keçileri kışlatmak kendi köyünde olanaklı değildi. Kış tüm haşmetiyle
yaklaşacaktı. Köyü uzun kış boyu karlanırdı. Kışları hafif geçen köylerde
kışlatmak olanaklıydı. Bu özellikte köy bulmak zorunluydu. Rakımı yüksel
olmayan köyler vardı ilçe sınırları içinde. Fazla kar almayan kışların ılık
geçtiği köyler. Sorun böylesi köylerde kışı geçirmek için izin alabilmekti. Bu sorun
çözülmesi gereken büyük mü büyük bir problemdi. Hiçbir köylü keçilerin kendi
köyünün ormanında, meşe filizlerini yemesine tahammül etmezdi.
Devam edecek…