Bir vadinin müsaade ettiği; yükseltilerin
eteklerinde kurulan küçücük ilçemizde orta dereceli okul olarak tek bir
ortaokulumuz vardı. İlçe ve ilçeye bağlı köylerinin öğrencilerinin eğitime
atılmak için açılan kutlu kapıydı ortaokulumuz. Köy çocukları, en az iki, azami
altı öğrenci ilçede bir oda kiralayarak barınma sorununu çözerdik. Öğrencilerin
birisinin ninesi ya da annesi öğrencilerin yemek ve temizliğini yapardı.
Cumartesi öğle paydosunda genelde öğrenciler köylerine gider. Bir geceyi
ailesiyle geçirip Pazar günü öğleden sonra ilçeye yürüyerek dönerdi.
Çok
sıkı disiplin altındaydık. Örneğin güneş battıktan sonra öğrencilerin sokağa
çıkması kesinlikle yasaktı. Okul kurallarından istemeyerek azıcık da olsa
sapmak hiç hoş karşılanmaz; suç işlendiğinde ise çeşitli cezalar uygulanırdı.
Şapkasız sokaklarda dolaşmak kesinlikte yasaktı. Bayrak törenlerine şapkasız
katılmak olanaklı değildi. Okulda sadece A şubelerinde okuyan az sayıdaki kız
arkadaşlarımızla üst üste iki söz söyleyemezdik. Kız öğrenciler ilçede görevli
memurların ya da bazı köy öğretmenlerinin kızlarıydı. Bu kızların kıyafetleri
çok şıktı. Çoğunluk köy çocukları lastik ayakkabı giyerdik. Yamalı elbiseler,
lastik ayakkabılarla kız arkadaşlara yaklaşacak özgüven elde edinilmezdi elbet.
Ayrıca köylerde yaşanan yoksulluğun kişiliğimize yapışan utangaçlığı vardı
üzerimizde.
Öğretmenlerimiz
saygınlıkları, bilgi düzeyleri her türlü övgünün üstündeydi. İlginçtir; okul
idarecileri geceleri öğrencilerin ders çalışıp çalışmadıklarını gözlemlemek
adına odalarını ziyaret ederlerdi. İlçede tek eğlencemiz öğleden sonra ders
yapılmayan çarşamba günleri sinemaya gitmekti. Elli kuruş denkleştirdikçe
sinemanın müdavi olurduk.
İlkokulu
sınıf birincisi olarak bitirmiştim. Ortaokula kayıt yaptırırken babam, “
iftihara geçmeni beklerim” diyerek hedef belirlemişti benim için. Öğrencilik
yıllarımda bir şubede sadece notları en yüksek iki öğrenci iftihara geçerdi.
Babamı üzmedim. Orta bir ve ikide sene ortası ve sene sonunda olmak üzere iftihara
geçtim. İftihara geçince okul müdürü, velimize yarım A 4 kâğıdına daktilo ile
yazılmış öğrencinin başarısını öven bir yazı gönderirdi zarfsız. Niçin zarfsız?
Okulun olanakları çok kısıtlıydı.
İlkokul
yıllarından itibaren kitap kurduydum dersem abartı değil. İftihara geçmek için
daha çok ders çalışmaya zaman ayırmalıydım. Ders dışı kitaplardan uzak durdum.
Yine de sınıf kitaplığından yararlanıp bazı kitapları örneğin daha birinci
sınıfta Ömer Seyfettin’in Bomba ve Yüksek Ökçeler adlı öykülerini okuduğumu
ansıyorum. Orta ikinin sene sonuna doğru Murat Sert’ten efe romanları, Abdullah
Ziya Kozanoğlu’ndan tarihi romanlar okudum.
Orta
üçe başladığımda romanların büyülü dünyasına yüz metre koşucusu hızıyla daldım.
Sınıf kitaplığında yirmiye yakın roman vardı. Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü
’nü (!), Orhan Kemal’in El Kızı’nı sınıf kitaplığından okudum. Reşat Nuri
Güntekin’in romanları da vardı kitaplığımızda. İnce Memed’ den aldığım tat hala
ruhumda. Birçoğu Yeşilçam melodramlarına konu olan Kerime Nadir, Esat Mahmut,
Oğuz Özdeş romanlarının çoğusunu bir gece de okuyup yenisine başladığım
oluyordu.
İlçemizin
doğu yamacı çam ve iğne yapraklı ağaçlarla kaplıdır. Sonbaharda havaların açık
olduğu günlerde okul paydosundan sonra romanımı alır, ormanın derinliklerine
açılırdım. Sararıp yerlere dökülmüş yapraklardan bir minder oluşturup romanın
bir kahramanıyla özdeşleşip olayları bire bir yaşardım. Şubat başında başlayan
birinci sömestrsiye kadar tam otuz beş roman okumuştum. Çalıkuşu da okuduğum
romanlar arasındaydı.
Orta
üçe başlarken iftihara geçmeyi hedeflememiştim. İftihara geçenler karne
verilmeden önce cumartesi öğleyin her sınıfı şube şube okul müdürü tarafından
adları okunurdu. Adı okunan öğrenci sıraya geçmiş olan arkadaşlarının önünden gururla
yürüyerek müdürün yanına geçerdi. Dört kez iftihara geçerek gururla yürümenin
doyumuna ulaşmıştım. Bir de köyde iftihara geçenler takdir görürdü. Köyümüzde
benden başka arkadaşlar da vardı aynı başarıyı gösteren.
Hedef
kesin değilse varılmak istenen noktaya erişilmez elbette. Orta üçe başlarken iftihara
geçmeyi amaçlamamıştım. Hiç olmazsa karneme kırık not getirmemenin telaşı sardı
beni yarıyıl tahlili yaklaşırken. Hala ansırım Fizik dersinden kırık not
getirme durumu vardı. Öğretmenimle görüşerek bir sözlü sınav istedim.
Öğretmenim not defterine baktı olumlu cevap verdi.
Bu anı
öyküyü okuyanların şaşıracaklarına kaniyim kesinlikle. Doğu Karadeniz Bölgesinde garip bir uygulama
var; çok az sayıda da olsa erkek çocukları küçük yaşta evlendirme… Bu
uygulamanın en açık nedeni üretim için fiziksel güce dayalı ailenin çalışanlarının
sayısının azalmaması. Altı çocuklu ailenin dördüncü çocuğuydum. Benden büyük
ablalarım evlenip kendi yuvalarını kurmuştu. Evde kalan büyük erkek çocuk
bendim. Babamın bir sürü koyunu vardı. Yaylacılık yapılan bölgemizde annem
yaylada hayvanların sağımı benzeri işler için köyde kalamazdı. Köyde, çapa,
biçim işleri için çalışacak insana gereksinim vardı. Altıncı çocuk kız kardeşim
daha ilkokul çocuğuydu. Babam düzenin bozulmasına hiç taraftar değildi.
Tüm bu
nedenlerle ortaokul üçüncü sınıfta daha birinci sömestrinin ortalarında
nişanlandım ailenin isteğiyle. Daha çocuk yaşta özgürlüğüm yok edildi!
Romanlara büyük ilgimin artmasına istemsizce yaşadığım bu durumun etkisinin
olduğu da yadsınamaz.
Derken
Şubat geldi, karneler verildi, iftihara geçemedim. Kırık notum yoktu. Ailede
alacağım tepkiyi tahmin ediyordum. Köyümden yirmiye yakın arkadaş vardı karne
alan. Karnelerinde kırık not olmayan yoktu. Çoğunun ikişer, üçer kırık notu
vardı. Hep birlikte köye giderken onlar güle oynaya, şakalaşırken yol boyu ben ise
üzgündüm.
Eve vardım. İlk soru iftiharla ilgiliydi!
İftihara geçemediğimi fakat kırık notumun olmadığını söyledim. Anne-baba şöyle
tepki verdi: “Köyde diyecekler ki, çocuğu nişanladılar onun için iftihara
geçemedi…” Elbette ben soramazdım, madem nişanlanmak başarımı düşürüyorsa niçin
düzeninizin bozulmamasını tercih edip benim geleceğimi etkilediniz!? Büyüklere
karşı söz söyleme hakkı kesinlikle yoktu bölgemizde hele de ailemizde.
Romanlardan
nefret ettim. Aile içinde küçük düşmeme sebep olmuşlardı. İkinci sömestri için
sadece ders çalışıp iftihara geçmeyi amaç edindim. Ve hiç roman okumadım.
Yılsonunda ortaokul son sınıflar için mayıs sonunda okullar tatile girer haziran
ayı boyunca her dersten yazılı sınav yapılırdı. Bu sınavda geçer not almak
zorunluydu okuldan mezun olmak için. Sınavlar benim için su içmek gibi geldi. Notlarım
yüksekti. Fakat bu notlar iftihara geçmeme yetmedi. İyi bir derece ile
ortaokulu bitirdim. Anne ve babamın yüzlerini
Orta
dereceli bir okulu bitirmenin mutluluğu ve özgüveniyle arkadaşlar yaz tatiline
dönerken ilk gençlik duygularının coşkusu gözlerinden okunuyordu. Özgürdüler.
Aynı duyguları ben buruk yaşıyordum. Önümde sınavlarına katıldığım yatılı
okulların heyecanına evlenme gibi büyük bir yola girmenin kaygısı da
eklenmişti.