Okumayı sevdiğim kadar; kitaplar, şair ve yazarlar hakkında konuya vakıf bir arkadaşla sohbet etmeyi de çok ama çok severim. Her zaman sohbeti beni doyuracak arkadaş bulmak hiç kolay olmuyor. Çocuklarımla bir araya gelince yerli ve yabancı yazar ve şairlerin kulaklarını çınlatırız. Fakat bir arada değiliz. Kıt kanaat zaman içinde buluştukça öncelikle son okuduğumuz kitaplarla başlarız sohbete.
Birkaç gün önce büyük oğlum Ertuğrul, İstanbul’dan gelip anne-baba bizi alıp bir akraba cenaze töreni için İnegöl’e götürdü. Ve aynı gün Derince ‘ye bizi bırakıp geri döndü. Yol boyunca edebiyat, spor, siyasete… konularını harmanladık. Oğlum bir Ara Muhammed Ali’den bahsetti. Ali’nin çok kibirli, rakiplerini aşağılayan karakterini hiç sevmediğini söyledi.
Ben de centilmenliğe uygun olmayan davranışlarının yıllarca ezilmiş, horlanmış bir ırk mensubu olmasının ya da yoksul bir ailede büyümenin olumsuz etkilerinin ruhunda oluşturduğu acıların birikiminden kaynaklanmış olabilir. Ya da büyük paralar kazanması karakterini etkilemiştir belki… Başka nasıl açıklanır bir ünlünün hoş olmayan davranışları!
Bir ara dilimizde sadeleştirme uygulamaları sonucu bazı kelimelerin yerine kullanılan yeni kelimelerce yetesiye eskilerinin yerini tutmadığını evrildi konuşmamız. Oğlum, Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiirinden beş mısralık bir kıtasını okudu.
“Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? “
Örneğin, ‘tarumar’ kelimesinin yerine hangi yeni kelime konulursa konulsun mısraya aynı güzelliği katamaz. “İşte belgeli kanıt(!)” diyerek sözlerini bitirdi. Belgeli kanıt sözü dudaklarımızda tebessüm oluşturdu karşılıklı.
Ben de “yadigâr” kelimesini çok tuttuğumu, eş anlamlısı hatıra sözünün hele şu şiire hiç yakışmayacağını söyledim. Orhan Veli’nin şu şiirini okudum.
“Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden.
Tabakam senin yadigârın
Nasıl unuturum seni ben
Vesikalı yârim.” Tabakam senin hatıran demek şiirin orijinali gibi yetesiye hoş anlam vermez…
Konuştuklarımızın hepsini anlatsam yazının hacmini aşar. Clay’a dönelim.
İlk kez ortaokul yıllarımda duydum Clay’ın adını. Sevgili kimya öğretmenimiz bir derste anlatmıştı. “Amerikalı ünlü bir boksör askerlik yapmayı kabul etmediği için ağır sıklet dünya şampiyonluğu unvanı elinden alınmış.”
Daha sonraki yıllarda öğrendim: Muhammed Ali, askere gitmeme nedenini şu sözlerle açıkladığını. “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım.” Altmışlı yıllarda ABD- Vietnam savaşı vardı bilindiği gibi. Askere gitse büyük olasılıkla cepheye gönderilecekti. Clay’ın din değiştirip Müslümanlığı seçmesinin de muktedirlerin hoşuna gitmediği yadsınamaz.
Yetmişlerde Muhammed Ali’nin yaşam öyküsünü takip etme olanağı bulabiliyordum. Bir Hayat dergisi geçti elime. Dergide Ali’nin boks yasağının kalktığı ve ilk karşılaştığı rakibini zor da olsa 15. Rauntta yendiği yazıyordu. Özellikle Müslümanlığı seçmesi ünlü boksörü Türk kamuoyunu fazlaca meşgul etmeye başladı. Ali ünvanlını yeniden elde etmek için mevcut şampiyon Joe Frazier ile maça çıkacaktı. Boks severler ve halkımız bu maça kilitlendi.
Yıl 1971 aylardan Mart. Maç gece oynanacaktı ve Orhan Ayhan sunacaktı maçı radyodan. Benim radyom yoktu. Sabah erkenden öğretmen arkadaşın evine koştum. Yerler taze karlarla örtülmüştü. Arkadaşım uykulu gözlerle Ali’nin yenildiğini söyledi. O an hissettiğim tarifsiz üzüntümü anlatamam. Halkımızın hayallerine kara karlar yağmıştı.
Ali’nin yenilmesinin yankıları sürekli konuşuldu. O yaz köylüm bir amca: “Bir öküzüm ölseydi Muhammed Ali’nin yenilmesine üzüldüğüm kadar üzülmezdim!” diyerek halkımızın duygularına da tercüman oluyordu. Traktörün köyümüze daha girmediği yıllarda köylünün öküzleri şimdiki en lüks otomobile eş değerdi.
Ali daha sonraki yıllarda birçok maç yaptı. Unvanını geri aldı. Kaybetti. Yeniden kazandı. Ve üç kez unvanını geri kazanan boksör olarak spor tarihine geçti. “Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım.” Sözü Ali’ye aittir. Erbakan hoca Müslüman dünya şampiyonunu ülkemize davet etti.
Anne-baba ve oğlumuzla yaptığımız yolculuk Derince’ye döndüğümüzde sona erdi. Ertuğrul İstanbul’a döndü.
Bursa yolculuğundaki sohbeti bu kez sosyal medya üzerinden sürdürdük ertesi gece. Oğlum yazmaya başladı:
Şimdi onunla ilgili bir yazı okudum. Yazıda özetle diyor ki “Ali bütün her şeyi şov için yapmış. Para için, ilgi için, herkes maçlarını izlesin diye.”
Frazier öldükten sonra Frazier'in oğluyla beraber Ali mezarlığa gitmiş. Şu sözleri Söylemiş:
Orada Muhammed Ali bir mesaj yazmış.
“Biz yeniden buluşana kadar huzur içinde uyu Joe. Bir dahaki buluşmada artık dövüşmeyeceğiz, aksine birbirimize sarılacağız.”
Çok içli, çok dokunaklı, çok üzücü.
Ben de Ali’nin yaşam öyküsünü işleyen “Ali” filminde Ali-Frazier dostluğunu anlatan birçok replik olduğunu söyledim. Ertuğrul yazmaya devam etti:
Frazier ölünce Muhammed Ali şunları söylemiş:
“Dünya büyük bir şampiyonu kaybetti. Joe'yu daima büyük bir saygı ve hayranlıkla hatırlayacağım. Ailesi ve sevenlerine sevgilerimi gönderiyorum.” Büyük insanların kavgaları kadar dostlukları da hayranlık uyandıracak kadar güzel ve saygıdeğer düzeyde olmuştur.
Ertuğrul’a bu yazıları okuduktan sonra Muhammed Ali’ye karşı duyguların değişti mi diye yazdım. Oldukça değişti diye cevap yazdı. Evet, Muhammed Ali tüm dünyanın hayranlığını kazanan gelmiş geçmiş en büyük boksör olarak spor tarihine adını altın harflerle yazdıran bir değerdir.
(
Muhammed Ali Clay Efsanesi başlıklı yazı
sahara tarafından
26.01.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.