Sanalda hiç ummadık biçimde yıllarca görüşemediğim
arkadaşlarla yeniden iletişim kurmak olanaklı olunca dünyanın gerçekten
küçüldüğüne inancım arttı. Altmışlı yıllarda büyük kentlere göçler başlayınca
köyümüzden de göçler çorap söküğü gibi sökün etti. İstanbul’a gitmek
dedelerimizin yaşadığı yıllarda köyden il merkezine gitmek gibi oldu.
Köyümüzden,
ilçemizin hemen hemen her köyünden ve
komşu ilçelerin bilumum köylerinden başta İstanbul olmak üzere, Bursa, Sakarya’ya
göçlerin yapıldığı iller oldu. Sadece yurt içi göçler kesmedi halkımızı,
Almanya, Fransa, Hollanda gibi sanayisi gelişmiş batı ülkelerine gidenler oldu
köyümüzden. Almanya’ya gidenlerimizden birisi de Reşat ağabeyimizdi. Reşat ağabeyin
iki zeytin gözlü, kömür karası simsiyah saçlı kızları var. Bu kızların
köyümüzdeki ilkokulda okuduklarını ansıyorum. Yaşları birbirine yakın bu güzel
kızlar ailece Almanya’ya gittiler. Öğrenimlerine Almanya’da devam ettiler.
Zaman
su gibi aktı. Güneş, Koyunlu Köyü’nün yaylalarının yüksek sırtlarından kim
bilir kaç kez doğdu. Kaç kez altın ışıklarını yeşil çimenlere serin gecelerde
inen çiğlerde göz kamaştırıcı oyunlar oynadı köyümüzün çayırlarında. Yeşil
çimenlerin büyümesini, çayırları yeşile kesmesinde, rengârenk çiçeklerle bezemesinde
gerekli ısıyı sağladı. Kaç kez nisan yağmurları karla karışık yağdı.
Köyümün
güzel insanları mayıs ayı başında hayvanlarını önleri katıp, yatak-yorgan,
kap-kaşıklarını kağnı arabalarına yükleyip yaylalara çıktı. Ve haziran
sonlarında aynı curcuna içinde dağların yükseklerindeki yaylalara yolculuk
yaptı. Yaylacılık eylül başlarında köye dönüşle bir yıl için bitirildi. Yaylada
yaşlı nineler kış için yağ, peynir hazırladılar. Bu yaşantı yıllarca sürdü…
Sonbaharın
güzellikleri içinde okullar açıldı. Köy okulumuz her yıl şenlendi. Çocuk
sesleri kuş seslerine karıştı. Siyah önlük, beyaz yakalıklarıyla çocuklar büyük
ümitlerle okula koştu yıllarca. Sonbaharda esen soğuk rüzgârlar yayvan yapraklı
ağaçlarda yaprak bırakmadığı gibi göçlerde okulumuzda öğrencilerin bir bir
azalmasına neden oldu.
Cumhuriyetin,
ilanıyla birlikte hızlı bir biçimde yurdumuzun en uzak köylerimizde de
okullaşmaya başlanmış. Üç yüz haneye yakın büyük bir köydür köyümüz. İlkokula
başladığım yıl büyük bir okul binamız vardı. Beş sınıflı kocaman bir bina… Ta
30’lu yıllarda eğitim-öğretime başlanmış. Okul, devlet-halk işbirliği ile
yapılmış. Dedelerimiz okulun yapımında canla başla çalışıp olanakları ölçüsünde
maddi-manevi katkı vermişler.
Altmışlı
yıllarda yine devlet-vatandaş işbirliğiyle kalın taş duvarlı, çimento
kullanılarak beş sınıflı büyük bir okul yapıldı. İkinci sınıftan itibaren yeni
okula devam edip beşinci sınıfta mezun oldum. Kırklı, ellili, altmış ve
yetmişli yıllarda okulumuzda beş sınıf olarak öğrencilerimiz sınıfları
şenlendirdi. Okulumuzun başöğretmeni Abdullah öğretmenimiz köy gençlerini
organize ederek köy kütüphanesi bile açmıştı. Karınca kararınca kütüphanemiz
kitapsever insanımıza hizmet verdi.
Altmışlı
yılların sonlarında başlayan göçler özellikle yetmişli yıllarda doruklara
yükseldi. Adeta yaylacılık yaptığımız köyümüz sınırları içindeki Sahara
Dağı’ndan esen soğuk rüzgârlar ağaç yapraklarının sonbaharlarda uçurduğu gibi
köyümüzün genç nüfusunu da uzak diyarlara uçurdu.
Gittikleri
şehirlerde ayakları yere basan insanımız birkaç yıl içinde çoluk-çocuk
ailelerini yanlarına aldı. Gidişler hazin oldu. 1300-1400 m rakımlı temiz
havalı, soğuk sulu yemyeşil köyleri bırakmak can acıtıyordu. Ne denebilir.
Hayat bu, hayatı kazanmak, eve ekmek getirmek için zorluklara göğüs germek
gerekiyordu. Köyün nüfusu artınca geçinme olanağı kalmamıştı. Tarla ve çayırlar
artan nüfusu besleyecek yetesiye ürün vermiyordu.
Hiçbir
göç isteyerek yapılmaz, arkasında tedavisi olmayan yaralar bırakır. Genç
nüfusun köyü terk etmesinden en büyük yara köy okulumuz adına yaşandı. Seksenli
yılların ortalarında okulumuzda eğitim-öğretim çalışmaları sonlandırıldı. Köyde
kalan iki elin parmaklarından az öğrenci taşımalı eğitim ile ilçe okullarına
gönderildi.
Böylece
genç Cumhuriyetimizin en uzak köye okul açma, öğretmen gönderme projesi
istemeden ortadan kalktı. Köylerimize ışık olan, cehaletle savaşta ön safta
mücadele veren öğretmenlerin köyden ayağı kesildi. Hafta sonları ve hafta
başları okulda okunan İstiklal Marşı okunmaz, al bayrağımız göndere çekilmez
oldu. 40’lı, 50’li yıllarda köy okulsuz, öğretmen ve öğrencisiz kalacak diye
bir haber uçurulsa inana olmazdı böyle bir habere.
Almanya’ya
yaşamlarını sürdüren Reşat ağabeyimizin kızı Belgin yaz tatilinde köye
geldiğinde ilkokulu okuduğu köyümüz okulunu ziyaret eder. Okulun terk edilmiş
metruk halini görünce çok üzülür. Belgin yerden göğe kadar haklı; ders
yapılmayınca okul öksüz çocuklar gibi yetim kaldı. Yapılması gereken onarım
yapılmayınca okul yıkılmaya bırakıldı adeta. Neyse ki duvarları sağlam
olduğundan dimdik ayakta kaldı.
Belgin’in
yakınmalarını sanalda okudum. Okulun bakımı için yazılar yazdım. Yıllar sonra
muhtar arkadaşların öncülüğünde okulumuzun yenilenmesi için adım atıldı. Duyarlı
arkadaşlar katkı maddi sundu. Okulun tüm pencerelerine pimapen takılmasını arkadaşımız
Nihat Yılmaz üstlendi. Nihat arkadaşımızın en çok maddi katkı sunduğu için
adını anmasam haksızlık olur.
Yapılan
mahalli seçimlerde muhtar seçilen Durmuş Aydemir arkadaşımıza okulun eksik
kalan yenilenme işini bir an önce bitireceğine güveniyorum. Çünkü muhtarımızın
girişken bir kişiliğe sahip olduğunu inşaat işlerinde de profesyonel olduğunu
biliyorum.
Dilerim
okulumuzun yenilenmesi kısa süre içinde tamamlanır. Ekonomik koşulların
şehirlerde yaşamayı işinden çıkılmaz hale getirdiği günümüzde. Bu kez
şehirlerden köylere göç olacağı ufuktu gözüküyor. Köylerimizde bir zamanlar her
karış topraklarının işlendiği gibi giderek atıl kalan topraklarımız yeniden
işlenmeyi bekliyor. İşte o zaman köy okullarımızın yeniden şenleneceğini, geniş
bahçelerinde çocuk seslerinin kuş cıvıltılarına karışacağını ümit ediyorum.