Geçen gün mutfakta gördüğüm fırın kabı, fırın tepsisi diye
adlandırılan bir mutfak aracının esinlendirmesi üzerine yazdım bu yazıyı. Bir
akrabadan gönderilen kurabiyeler konmuştu ana maddesi toprak olan bu porselen
kaba. Arkasındaki yazı içimi acıttı. Yazı şu:
“Made in
Portugal”
Hani
Portekiz’den futbolcu transfer ediyoruz. Bunu anlıyorum! Beceremiyoruz bir
türlü acar futbolcu yetiştirmesini! Peki, porselen kap üretemiyor memleket
fabrikaları! Ya da aynısını biz üretemez miyiz?
Sadece
porselen kap mı? Hemen denebilir; AVM’lerde yüzlerce çeşit ithalat malları
pazarlanıyor. Hemde ülkemizde üretilen mal ve ürünlerin aynısı. Geçen yıllar
içinde hiç akla hayale gelmeyecek türde ürünler görüyoruz büyük marketlerde.
İthal elma, ithal mandalina… Oysa gökkuşağının renklerine özdeş güzel
yurdumuzun yedi bölgesinde de elma yetişiyor. Özellikle Akdeniz ve Ege
bölgelerimiz narenciyenin anavatanı. Meyveler için döviz harcamak marifet mi?
Lise
öğretmeni bir arkadaşım anlatmıştı. Yanılmayayım diye telefonla aradım.
Sözlerini teyit ettirdim bir kez daha. Konu aynı; iç acıtıcı:
“Ardahan’da
marketlerde Hollanda peyniri satılıyordu.” Diyordu arkadaşım.
İlkokul yıllarında önce kitaplarda okuduk.
Doğu Anadolu yurdumuzda en çok büyük baş hayvan yetiştiriciliğinin yapıldığı
bir bölge. Büyüdük. Bu durumu çıplak gözle de gözlemledik. Ardahan, Kars,
Erzurum ve diğer doğu illerimizin yaylalarında yayılan büyük ve küçükbaş hayvan
sürülerini. Hollanda nere, Ardahan nerde! Hollanda sığırlarının sütlerinin
besin değeri mi daha fazla memleketimin yüksek yaylalarında yayılan
sığırlarımızın sütlerinden! Böyle olamaz, olmamalı! Köy çocuğuyum. Bilirim. Yüksek
yaylalarda yayılan hayvanların sütleri daha fazla yağlı ve kalitelidir rakımı
düşük ovalarda yayılan hayvanların sütlerinden.
Evet, köyde
doğdum. Bir çiftçi ailesinin çocuğuyum. Yurdumun tüm köylerinde olduğu gibi
köyümüzde de yediden yetmişe herkes çalışırdı. Üretirdik tüm besin maddelerini
hep beraber. Dışarıdan sadece, gaz-tuz-şeker alınırdı. Ve giysi için gerekli
kumaşlar vs…
Babam daha
çok hayvancılığa ağırlık verir, koyun beslerdi. Köylünün koyunu bankaya
yatırılmış vadesiz hesap gibidir. Paraya gereksinim olduğunda sürüden üç-beş
hayvan satılıp ihtiyaç giderilebilir. Meşakkatli iştir koyun beslemek.
Popo ıslatılmadan da balık
tutulmuyor. Ve koyunculuk yapmanın çilesi çekilip zorluklara katlandığımızda
aile bütçemiz fazla verirdi. Biriken para ile de toprak alırdı babam. Toprak köylünün
vaz geçilmez güvencesidir.
Yerli Malı Haftası bir farklı kutlanırdı
öğrencilik yıllarımda ilkokulda. Hala anımsarım. Nazilli Dokuma Fabrikasında
üretilen Yerli Malı kumaş örnekleri göstermişti öğretmenimiz bizlere. Fabrika
özel olarak göndermişti bu kumaşları okulumuza Yerli Malını tanısın diye
çocuklarımız. Bu uygulama yurdun okulları
için de geçerliydi elbette.
Öğretmenimiz aydın yüzü,
içimizi ısıtan sıcak bakışlarıyla, “Bunlar Yerli Malı, bizim ülkemizdeki
fabrikalarda üretildi. Yerli Malı demek Türk’ün malı demektir. Bizler Yerli
Malı kullanmalıyız…” ne güzel anlatırdı Yerli Malı ile ilgili
bilinmesi gereken bilgileri... Çocuk kalbimizle; fabrikalarımız var, ülkemiz
gelişiyor diye anlatılmaz bir gurur duyar geleceğe ümit ve güvenle bakardık.
Öğretmenlik mesleğini icra
ettiğim ilk yıllarda haftanın adı Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası adıyla
kutlanıyordu. Ne acıdır olay şirazesinden çıktı giderayak. Hafta:
“ Yiyin
efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Şiirindeki betimlenen
hale dönüştü.
Günümüzde, benim güzel yurdumun güzel annelerin evlerinde
hazırladığı böreklerin, pazardan aldıkları, çeşitli meyvelerin çoğu kez israflı
bir biçimde okul sıralarında, öğretmen odası masalarında servis edilerek
kutlanıyor adı geçen hafta.
Haftanın ilk kelimeler olan tutum ve yatırım kelimelerini
irdeleyelim azıcık. T.D.K. sözlüğü şöyle tanımlıyor tutum ve yatırım
sözcüklerini:
Tutum: Aşırı harcamalardan sakınma, iktisat, ekonomi.
Tutulan
yol, davranış.
Yatırım: Parayı gelir getirici, taşınır ya da taşınmaz bir
mala yatırma.
Ulusal ekonominin ya da ticaret kuruluşunun üretim ve sunu
gücünü artırıcı nitelikte olan aktif değerlerine yapılan yeni eklemeler.
Tutum kelimesini ben de örneklerle şöyle tanımladım yıllarca
sınıflarımda. Zamanımızı, enerjimizi, araç-gereçlerimizi ve de paramızı gelişi
güzel değil de yerli yerinde harcamaktır tutumlu olmak.
Bu tanımları bir cümle ile şöyle okumak olası. Aile ve
hükümet olarak israftan sakınıp paramızı gelir getirici, istihdam artırıcı
işlere yatırmak gerekir.
Hükümetler ve halk olarak bu konularda karnemiz niye kırık
notlarla dolu. Öz eleştiri yapalım. Nato’ya girdik. Sam Amca’nın himmetine
sığındık. Amcamızı amca bildik. Gevşedik. Savunma sanayimize yetesiye önem
veremedik. Amcamızı bilmem şimdilerde tanıyabildik mi?
Yıllarca AB’nin kapısında bekledik. Avrupa Birliğine girersek
sanki güneş bir farklı doğacaktı ülke ufkundan. İnsanımız Alamanya’ya! gidip
kısa sürede dövizlerle geri dönecek! Ülkenin artık “yetmiş sente” muhtaç duruma
hiç düşmeyecekti…
Bir şair siyasetçimiz
vardı. Onlar ortak biz pazarız (Ortak Pazar AB’nin eski adı) mealinde sözler
etmişti yıllar önce. O sözlerin geçerliliğini umarım şimdi daha iyi anlıyoruz.
Adamlar bizi aralarına almıyorlar. Sürekli ipe un sarıyorlar! Bu yargıya iyice
inandım.
AB’ye girmek için önümüze koydukları koşullarının içinde hiç
denmiyor; okullarınızdaki eğitim sistemini düzeltin… Bizde dershanecilik yok
sizde niçin var? Bizler taşımacılık işlerinde çoğunlukla demir ve deniz
yollarını kullanıyoruz… Sizde öyle yapın!..
Ne yaptı hükümetlerimiz! Tutup adamlarla Gümrük Birliği
antlaşması imzaladılar. Bu antlaşmanın koşulların zorlamasıyla üçüncü ülkelere
ihracatımızda sıkıntılar yaşanıyor. Ve Avrupa malları pazarlarımızı cebren
değil de hile ile işgâl ediyor.
Günümüzde neler yapıyoruz halk ve hükümet olarak? Okullarımızda
tutum konusunda yetesiye eğitim verilmiyor. Halk olarak aşırı tüketim toplumu
olduk. Ürettiğimizden, kazandığımızdan fazla harcıyoruz. Yöneticilerimizin
durumu ortada. En pahalı makam araçları. Dolgun ücretler…
Aile ve hükümet bütçelerimiz açık veriyor. Aile bütçesi denk
gelmeyince aile içi sorunlar ortaya çıkıyor doğallıkla. Boşanmalar, cinayetler…
çığ gibi büyüyor. Hükümet bütçesi açık verince de açıklar borçla kapatılıyor.
Zaman geliyor alınan borç paralar borçların faizini ancak karşılıyor. Ülke borç
batağına iyice saplanıyor. Yeni iş alanları açmaya sermaye yeterli gelmiyor.
Ülkede işsizlik alıp başını gidiyor.
Bu kısır döngü böyle devam eder ürettiğimizden fazla harcama
alışkanlığımızı sürdürürsek ülkede iç barışı, huzuru sağlayamayız. Biz
üretmezsek eloğlunun ürettiği mallar pazarlarımızı işgal eder. Giderek ülkede
hiç duymadığımız beka sorunu ortaya çıkar. Son söz olarak ayağımızı yorgana
göre uzatmayı yurttaşlar ve hükümetler olarak artık yaşamımıza katmalıyız.