Doğduğum köy, doğu
Karadeniz Bölgemizin en doğusunda. Köyüm, başları bulutlara dokunan ulu Yalnız
Çam Dağları'nın eteklerine kurulmuş bir güzel bir farklı köy. Daha 1930'larda
öğretmene kavuşmuş. Eğitim- öğretim sorununu ellili yıllarda çözmüş, Atatürk ilkelerini
özümsemiş ve yaşamsallaştırmış. Gürcistan sınırı yakın bize. Çok yakın. Sınıra
dikili direkleri çıplak gözle görmek olası.
Yer şekilleri
oldukça engebeli. Ortaokul yıllarında coğrafya dersinde okumuştuk. Beş çeşit
yüzey şekilleri var diye. Dağ, ova, plato...böylesi yüzey örnekleri çoktur
bölgemizde. Yıllar önce, Fakir Baykurt gözlemlemiş ilçemizi ve köylerimizi.
Efkâr Tepesi kitabıyla bizi anlatmış.
Hırçın ve coşkulu
akan çayları, birbirini kesen derin vadileri, ara ara ovamsı düzlükleri ve
ormanları alabildiğine yeşil. Alabildiğine gür ve sık. Çoğunluğunu iğne
yapraklı ağaçların oluşturduğu ormanlarımız. Yeşilin en tanımsız güzelliği
gözlemlenir yaz kış. Yazın yayvan yapraklı ağaçlar, kışın yeşilin tüm tonlarını
cömertçe sunar ormanlarımızın ağaç türleri. En çok sarıçam, göknar ve ladin
türleriyle kaplı vadilerimizin yamaçları. Kudretten bitip büyüyen meşe, gürgen
yer yer ıhlamur ve daha nice türlerinin büyüyüp kök saldığı yayvan
yapraklılar...
Hazan mevsiminde
doğduğumuz bu yerlerde olamamanın hüznünü var her Şavşatlı'nın kalbinin
derinliklerinde. Gazellenmiş ağaçları görememenin hüznü. Rakım köylerde beş yüz
metreden başlar. Dağ diplerinde köylerimiz var rakımı bin sekiz yüz metre olan
Ardahan'a eş değer yükseklikte. Ortalama üç bilemedin dört ay yaz güneşle
ısınan köyler.
Birde kavak
ağaçlarını severim, orman kavaklarını. Kavak yapraklarının çok az hissedilen
ufacık bir hava akımında bile kıpır kıpır sallanmaları. Tadına doyum olmaz, kuş
seslerini dinlerken kavak yapraklarını seyretmenin.
Ormanlar: ' yağmur çeker' derler Atalarımız. İlkbahar yağmurlu geçer çoğu yıl,
yazlar dâhil. Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında soba yaktığımız çok olur.
Böylesi yağmurlu günlerde yaylalardaki çobanları halleri içler acısı.
Sabahleyin gökyüzü
masmavidir, bir bakarsın kısa sürede gök kubbeni en akından, karasına kadar her
renkte bulutlar kaplar. Rüzgârın esişi hızlanır. Hava soğur aniden. Önden
birazcık dolu yağar Ve başlar yağmur elif elif yağmaya.
Çok uzun sürmez bu olgu. Bulutlar ateş kes yapar, barış havası oluşur
gökyüzünde. Mis gibi tertemiz bir hava, ağaçlardan yavaş yavaş süzülen
damlalar, kuş sesleri…
Derken güneşin yedi
renginin tüm tonlarıyla kaplı çiçekleriyle güzelim çayırlar. Bir ucu bu
çayırlarda bir ucu yamaçlarda ormanlarda düşen bir gökkuşağı. Tüm renkleri ayan
beyan. Gökkuşağı bir tane değil ki, biraz ötesinde yavrusu da var. O da iyice
gözlemlenir.
Sınıflarda kristal prizmalardan ışığın süzülüşünü, güneş ışığının renklere
ayrıştığının deneyini yaptık pencerelerden sızan güneş ışığından yıllarca okullarımızda.
Ben isterim ki, yurdumun okullarından bölgemize geziler düzenlensin. Okul
gezileri. 'İki Sene Mektep Tatili' örneği gibi olmasın, bir haftalık gezi bile
yeterli. Hem yeşil çayırları görsün çocuklarımız, kırlarda uçurtma uçursunlar.
Güvercin taklası oynasınlar, birdirbir oyununu da unutmadan. Uçurma yapıp
uçursunlar. Bölgedeki doğa hayvanlarını yakından görsünler, orman içlerine
yapacakları gezilerle. Kuş seslerinin korosunu dinlesinler. Hem de gökyüzünde
oluşan doğa olayı gökkuşağını gözlemlesinler.
Fazla beklemezler
yağmura tutulma olgusunu kamp yerlerinden uzakta iseler. İki bilemedin üç günde
bir yağmur yağar. Çoğu kez ilkbahar sonu ve yaz yağmurları kısa sürer. Birden
güneş yüzünü göstermeye başlar dağılan bulutların arasından. Topraktan buhar
bulutçukları yükselir. Aniden az ilerinizde bir gök kuşağı oluşur. Şaşırır
kalırsınız. Ellerinizle dokunacak kadar yakın size bu doğa olayı. Ara ve ana
renkleri net görürsünüz. Doğru açı oluşur bir ucu renklerinin tüm tonlarının
sergilendiği çiçeklerle bezeli çayırlarda, bir ucu yemyeşil ormanlarınla kaplı
yamaçlarda son bulan gökkuşağında.
Çocuktum. Okula başlamamıştım henüz. Bir yaz başı yağmurun yağması nihayeti
idi. İyice anımsıyorum. Evimizin biraz aşağısında adlarını tam bilmediğim bir
renk cümbüşü oluşmuştu. Dona kaldım. Kırmızı, mor sarı...renkler. Kırmızı,
sarı...renklerin adlarını öğrenmiştim, annem ve ablalarımın dokudukları
kilimlerin ipliklerini boyarlarken.
Heyecan ve merakla
koşmaya başladım bu renk cümbüşüne dokunayım diye. Kutsal vadide ışığa koşan
Musa örneği. Hayli koştum. Yetişemedim. Ben gittikçe ışıklar kayboluyordu.
Hayal kırıklığı içinde eve dönerken gözüm arkada kalmıştı. Ufukta bile yoktu o
kocaman halka. Özlemle buluşmayı düşleyip randevu yerine gelmeyen ilk aşkıyla
buluşamayan bir garip gencin hüznü kaplamıştı küçücük kalbimi. Durumu anneme
anlattım. Annem okuma-yazma bilmeyen bir feylesoftu. Köyde yaşayıp, dağda,
belde, tarlada ve ev içi işlerin üstesinden gelirdi. Engin halk kültürü
edinmişti. Bazı sözleri, özlü söz değerindeydi. Çoğu hala aklımda. Annem bir
şeyler anlattı gökkuşağı hakkında. Gök kuşağının altından geçen kişi kız ise
erkek olur, erkek ise kız olur diye bir efsane dolaşırmış bizim diyarlarda. Bir
dileği olan gökkuşağının altından geçen o dileğine kavuşurmuş. Ben ara ara
denedim içimde tuttuğum dileğimle böylesi geçişler yapmayı. Dileğim olsun
diye.
Aradan yıllar
geçti. Öğrendim başarmak için önce hayal kurmak gerekiyor. Çok hayallerim oldu.
Çoğunu gerçekleştirdim. Lakin her hayale ulaşmanın da olası olmadığını acı
biçimde yaşadım. Mekân ve ömür denen olgu, yetmiyor tüm hayalleri
gerçekleştirmeye. Gerçekleşmeyen hayaller için kader deyip kolaycılığa
kaçmamalı. Din uluları: 'Önce irade sonra kader gelir.' Diyorlar. Hayal kurmak
yine de güzel. Yakalanamayan gök kuşağını kısa süre de olsa gözlemlemek gibi...