Doğup
büyüdüğüm, bulutlara komşu topraklarda Artvin’de bir Atasözü söylenir: “Gelin
bir ayağını üzengiye atmış, ya kısmet demiş.” Dünya bu, insanın başına bir
dakika sonra neler geleceği bilinemez. Bir kem göz, astarı olmayan bir dedikodu
çiftler birleşmeden düğünü, şenliği yasa çevirebilir. Ne zaman ki düğün alayı
damadın evine varır evlilik bağı sağlanmış olur. Bu bakımdan gelin adayı kızlara
gururdan, kibirden uzak durma, son ana kadar sabretmesinin gereğini anlatır,
“….. ya kısmet” deyimi.
Atasözlerini, özlü sözleri, deyimleri
çok beğenirim. Yılların süzgecinden geçip gelen kültürümüzün paha biçilmez
incileridir bu sözler. Ders alabilenlere ne mutlu.
Kitap yazma serüvenimde de tam bir
serüven oldu benim. İçinde sevinç-üzüntü, barış-kızgınlık, umarsız beklenti
gibi daha nice ilginç duyguları barındıran trajikomik bir serüven.
Öğretmenlikte ilk göz ağrılarımdan bir öğrencim beni buldu. Üç beş yıl
aralıklarla görüştük. Okumuş, kendini geliştirmiş. Medya dünyasında yer
edinmiş. Dizilerde oynamış. Yerel televizyonlarda yöneticilik yapmış…
Öğrencilerimi kendi çocuklarımdan
ayırmam. Evime ziyaretleri oldu defalarca. Buluştuğumuzda ilk sözleri:
“Öğretmenim, üzerimde emeğiniz çoktur…
Hakkın ödenmez.” Eşime, “anneciğim” der ellerine sarılırdı. Yine bir gün
ziyaretinde:
“ Öğretmenim anılarınızı nehir-öykü biçiminde yazın. Kitap çıkaralım. İleride çekeceğim dizi için
anılarınızı senaryolaştırırız… Böylece az da olsa emeğinizin karşılığını vermiş
olurum…”
Emekli olduktan sonra ucundan-kenarından
hikâyecikler-deneme yazıları da yazmaya başlamıştım zaten. Öğrencime, “olur”
diyerek malum kitabımızı yazdım. Dosyayı teslim ettim.
Aramızda öğretmen-öğrenci ya da baba-oğul arasında olması
gereken üst düzey, sıcak insani bir ilişki var. Öğrencim kitabın kapağını
hazırladı. Paylaştı. Paylaştım. Bu çalışmalar göz açıp kapama hızlılığında
gelişti. 2017 Ocak ayında kitap çıkacaktı. Maddi yönüne fazla girmeyeyim! Ocak,
şubat, mart bitti. “Dağlarına bahar geldi memleketimin.” Kitaptan bir haber
gelmedi.
Hatlar koptu. Belli ki, sevgili öğrencimin! işleri
yolunda gitmedi. Sözü uzatmayalım. Ekim 2017’de öğrencimle kitap konusunu
bitirdik! Üzülmedim dersem yalan olur… Bilemem, işleri mi düzgün gitmedi. Demek
ki atasözlerinden gerekli dersi yetesiye almamışım! Bu da bir ders oldu bana!
Öğrenmenin yaşı yok…Biz kitap çıkarma işine dönelim.
Her işte bir hayır var deyip kitap konusunu gündemden
çıkardım. Oğlum Ertuğrul ısrar etti.
“Baba vaz geçmek olmaz. Takipçisi olacağım. Yazar arkadaşlarımla
görüşüyorum. Kitabını bastıracağız… Sadete geleyim. Oğlumla kitabı birkaç kez
daha okuduk. Eklemeler-çıkarmalar yaptık. İstanbul kazan Ertuğrul kepçe
yayınevlerinin kapısını çaldı. En nihayet yazılarını beğeniyle okuduğum
öğretmen-hukukçu, şair-yazar arkadaşım Salih Altun’un yayınevinde kitabı
bastırabildik. Sayın Altun’unda kitabın içeriğiyle ilgili değerli katkılarını
emeğe ve sanata saygımla belirtmeden edemem.
Nazım der ki, “Bir şiir yazmak kadınlarımızın doğum
yapması gibi sancılıdır…” Nihayet genç yazar arkadaşım Ayşegül Akdağ’ın
belirtiği gibi, “Sonunda” 8 Şubat 18
günü kitaba kavuştum. Evet, kitabın doğumu çok sancılı oldu.
Kitabın içeriğiyle ilgili alıntılar:
(Öğretmen Aliye-Vurun
Kahpeye-Halide edip Adıvar)
Ulusumuzu
aydınlığa ulaştırmak yolunda şehit düşen adsız kahramanların ebedi hatırasına saygılarımla…
İlkokul yıllarından beri okumayı hep sevdim. Ancak bu bana yetmedi. Edebiyat deryasının kenarına olsun varabilmek adına, bir şeyler yazmalıydım. Büyük bir tutkuyla, coşkuyla, severek sürdür-düğüm meslek yaşamımda, az da olsa yazma denemelerim olmuştu. Emekli olunca yazmayı hayatımın olmazsa olmazları arasına kattım.
Büyük oğlum Ertuğrul, işin
editörlük gibi önemli bir görevini üstlendi. Sevgili eşim Fecriye, kızım İlkay
ve küçük oğlum Ceyhun beni hep desteklediler.
Sanal dünyada, seri olarak
yazılar yazdım, paylaştım. Değerli okur dostlarım, destekleyen, takdir eden
yorumlarıyla hep yanımda oldular, bana yalnız olmadığımı hissettirdiler. Daha
çok ve daha iyilerini yazmak için cesaretlendirdiler.
Bir şey olabilmiş, bir şeyler
yazabilmişsem; bunu, beni ben yapan yurt toprağıma, bu yurdun vefalı
insanlarına, gönülden destekleyen dostlarıma ve elbette ki beni bu yolculukta
yalnız bırakmayan sevgili aileme borçluyum.
Aileme, öğrencilerime, kalem
dostlarıma, beni yetiştiren anne ve babama ve öğretmenlerime, ayrıca eğitim
uğraşının adsız neferleri tüm öğretmenlere en içten duygularla teşekkür
ediyorum.
Göğe komşu topraklarda doğdum.
Sert rüzgârlarla, toprakla, çamurla yoğrularak büyüdüm. Bu coğrafya kimliğim,
kişiliğim, kaderim oldu. Yükseklerden baktım dünyaya. Belki de bu yüzden hep
yükselmek, yükselmek oldu hedefim.
Yurdumun unutulmuş köşelerine,
unutulmuş insanlarına ışık taşıdım. Kendimi, dertlerimi, acılarımı unuttum ama
görevimi asla… Düştüm, kalktım, sevgili öğrencilerimle büyüdüm. Onlara
bildiklerimi öğretirken onlardan da çok şey öğrendim.
Yıllar sonra geriye bakıyorum.
Kırıldığım anlar, yorulduğuma anlar olsa da yaşadığım her şey için İYİ Kİ
diyorum.
Korkmadım,
korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek
getirin yalnız, çiçek getirin.
Ceyhun
Atuf Kansu