Fazla ısıtmayan güneşli bir gün başlıyordu Derince’
de. Soğuk bir rüzgâr yüzüme tokat gibi aksediyordu. Mart ayının son on gününe
girmemize karşın bir türlü tadında gitmiyordu havalar. Bölgemizde bu ayda bazı
günler sıcaklık 20 dereceleri zorlar. Güneş sırtımızı ısıtır. Ceketle sokağa
çıkılır. Yağmurlu, sisli günlerin bittiğine seviniliriz. Sevincimiz uzun
sürmez. Mart hırçın yüzünü gösterir
yeniden. Soğuk soğuk rüzgârlar eser, kazma-kürek yaktırma teranesi tekrarlanır.
Her ne kadar coğrafya kitaplarında Marmara Bölgesinde kışların kısa sürdüğü
söylense bile durum öyle değildir.
Çocukluk
ve ilk gençlik yıllarını yaşadığım doğduğum topraklarda ilkbahar geç gelir.
Lakin hoş gelir. Gün gün hava ısınır. Meyveler çiçeğe durur. Çayırlar göverir.
Mor menekşeler boy gösterir kırlardaki fundalıklarda. Kuş sesleri, yeşil
çimenlerde annelerinin yanlarında zıplayan kuzu melemelerine karışır. Doğa
canlanır. Tarlalarda ekinler boy atar. Biz çocuklar sabahları erken uyanıp
guguk kuşuna yenik düşmeme çabasında olurduk. Erkenden yatağı terk ederek
çabucak yüzümüzü yıkardık. Yüzümüzü yıkamadan guguk kuşunun sesini duymak kuşa
yenilmek demekti. Tembel çocuklar kuşa yenilir diye öğütlerdi büyüklerimiz. Marmara
Bölgesi’nde gönlümce beğeneceğim bir güzel bahar yaşamadım dersem abartmamış
olurum.
İlkbaharla
ilgili anılar sinema şeridi gibi kafamın içinde sıralanırken yürümeye başladım.
Günlerden Cuma. Aheste aheste yürüyerek camiye doğru gidiyordum. Geçen yıl yine
camiye giderken rastlaşıp selamlaştığımız bir arkadaşla karşılaştım.
Selamlaştık.
“Sizinle
geçen yıl yine kısa bir sohbetimiz olmuştu. Siz emniyetten mi emekliydiniz?”
Diyerek sohbeti başlattım.
“Evet,
polis emeklisiyim…”
“Kırklareliliydiniz?
Yoksa yanılıyor muyum?”
“Hayır,
Giresunluyum.” Diye cevap verdi ikinci kez selamlaştığım arkadaş. Bir emekli
arkadaşla yine aynı biçimde camiye giderken selamlaşıp kısa bir sohbetimiz
olmuştu. O arkadaş Trakyalıydı. Emekli polisi Kırklarelili anımsamam o bakımdandı.
Mahallemiz büyük bir Anadolu kasabası olup çıktı kısa sürede. Nüfus hızla
arttı. İnsanlar köylerdeki gibi birbirlerini tanıması her gün karşılaşması ne
mümkün!
Ezana
hayli zaman vardı. Rüzgâr hızın kesti. Güneş etkisini göstermeye başladı.
Emekli arkadaşım kendiliğinden başladı yaşam öyküsünden bazı ilginç kesitleri
anlatmaya. Giresun’da sahile yakı mı köyünüz? Diye de bir sormam O’nu
Giresun’un fındık bahçelerine, yayla yollarına götürdü.
“Sahile
25 kilometre uzaklıkta dağların diplerinde bir köyde doğdum. 6 erkek kardeşim
var. Babam, ortalama 60 koyun, 6-7 adet sığır beslerdi. Yaz mevsiminde yaylaya
göç ederdik. Sonbaharda sığırlar köye getirilir, kar yağıncaya kadar koyunlar
yaylalarda otlatılırdı. Zor koşullarda yaşıyorduk. Kardeşlerim büyüyünce uçmayı
öğrenen kuşlar gibi evden ayrılıp gurbet yolcu oldu. Babam:
‘Oğlum
sen köyde kal. Birlikte yaşayalım…’ dedi. Köyde yaşamak doğa koşullarıyla
mücadele etmek hiç kolay değil. Bizde arazi kırıktır. O yıllarda yayla yolları
patikaydı. Köye motorlu taşıt henüz çıkmıyordu… Kışın köyde, yazları yaylalarda
koyunların peşinde kafese kapatılmış esir kuş hayatı yaşayacaktım. Aileme
yardımcı oluyordum. Durumumdan hiç memnun değildim. Kaderime kendim
çizmeliydim. Okumaya karar verdim. Kasabamızdaki ortaokulu kaydoldum. Babam
üzgündü. Kararıma onay verirken gönüllü değildi.
Bizim
köyde yetesiye fındık yetişmez. Fındık toplama zamanı koyunları babama bırakıp
Giresun’un sahil köylerinde fındık topladım. Tam 25 gün çalışıp epeyce para
kazandım. Babamdan habersiz Trabzon’a gidip Sanat Okuna kayıt oldum. Annem beni
destekledi. Babam da durumu kabullendi. Fındık toplarken kazandığım para ile
Trabzon’da arkadaşlarla kiraladığımız tek odalı bir evde kalarak okula devam
ettim.
Hiç
aklımdan çıkmaz. Ayağımda üstü delikli naylon ayakkabılar vardı! Sonbahar
yağmurları başladı Trabzon’da. Naylon ayak kaplarımla okula gidip
geliyorum! Kurban Bayramı geldi. Ailemi
ziyarete gideceğim. Cebimde sadece Giresun’a otobüs bileti alacak kadar param
vardı.
Okuldan
eve dönüyordum. Mahalleden bir kadın yanıma geldi. Demek ki, benim fakir halimi
gözlemliyormuş. Birlikte bir ayakkabıcı dükkânına gittik. Bana bir çift
ayakkabı satın alıp hediye etti. Yaşamımda ilk kez sanat okulunda bu hayırsever
güzel insan sayesinde ayakkabı giydim…” Sıra bendeydi:
Ben de
köy çocuğuyum. Karadeniz’in en doğusunda, 1500 rakımlı bir köyde doğduğumu
söyledim adının İbrahim olduğunu öğrendiğim adaşıma. Mazimizin çok benzeştiğini
anlattım söz arasında. Ortaokul yıllarımda Trabzon imalatı kara lastik giydim.
Ancak Öğretmen Okulu’na başladığımda bir çift ayakkabı aldım baba parasıyla.
Yatılı okudum Öğretmen okulunu. Devletimiz her yıl bir takım elbise, ayakkabı
verirdi. Haziran sonunda mezun oldum. Bir ay sonra Temmuzun sonunda göreve
başlayıp ilk maaşımı aldım. Ekonomik bağımsızlık kazanıp ayaklarımın üzerinde
durunca giderlerimi kendi kazancımla karşıladım. Yaşım 18’di. Güzeldi o yıllar…
Arkadaşımın ikinci ayakkabısını
almasının öyküsü de ilginçti elbette. Sormaya zaman bulamadım. Ezan saati
yaklaşıyordu.
Sohbetimizi
caminin önündeki banklardan birinde oturarak sürdürüyorduk. Hemşerim bu kez
günümüzle okul yıllarını karşılaştırarak anlatısını sürdürdü. Hoş bir anlatımı tarzı
vardı.
“Hocam,
şimdiki durumdan hiç ama hiç memnun değilim. Çocuklarıma yokluk çektirmedim. Büyüdüler.
İyi birer tüketici oldular. Çalışıyorlar. Lakin kazandıklarını har vurup harman
savuruyorlar. Ellerinde birer telefon, sürekli telefonla meşguller. Çocukken ve
okul yıllarımdaki yoklukları anlattığımda sözümü bile yeterli dinlemiyorlar.
Cevapları hazır… ‘Baba senin yaşadığın yoklukları biz de mi yaşayalım!’
Ezan
başladı. Emekli polis arkadaşımın son sözleri söylüyordu:
Aklım
almıyor ülkede yaşananlardan. Bir tarafta her dört gençten biri işsiz deniliyor.
Diğer taraftan seçimler için harcanan devasa masraflar. Şöyle düşünüyorum.
Siyasiler televizyonlara çıkıp bol bol anlatsınlar vaatlerini. Seçim için
harcanan kaynakları yatırıma ayırsınlar. Har vurup harman savurma usulü
harcanan paralarla ülkemizde ne kadar çok fabrika kurulur, iş yerleri açılabilir…
Şunu söylemeliyim, toplum olarak gerek yeni kuşak ve bizleri yönetenler önlenemez
bir israf girdabına kapıldık gidiyoruz… Sonumuz hayrolur inşallah. Ezan
başlıyordu. Camiye girdik.