Bir İlahi gölgenin en yakın tanığı
Mevsim özürlü geçişlerde kenetlenmiş
yürekler
Ne zemheri ne de uslu bir rüzgâr
Kanatların kırık namelerinde
Serpili benekler…
Müdaviyim yokuşların
Söylenmedik sözlerin de izi düşmüş
ellerime
Saydığım kadar aykırıyım
Geriye dönüp baktığımda
Aksi rüyalarımın çarpmış siluetime
Yorgun nifakların iç burkan laneti
Ve esrikli bir acıyı kolluyorum;
Hohluyorum da camı ve rüzgârı
koruyorum aklımca.
Sefasını sürdüğüm Cezayir menekşesi
Bir buket hüzün sunuyor bana evren:
Varsa yoksa İlahi Aşkın yüreğimden
taşan mizacı.
Koyu gölgeler ve vakur hatta sevdalı
imgeler
Baş çıkartan bir yalnızlık
Başımdan kovamadığım şunca ölümlü
satırı
Bilfiil sahipleniyorum:
Ellerimde narin ölüler
Parmakları olmayan bir dolma kalem
Şişkin gölgeler kundaklıyor içimdeki
Vakur yabancıyı.
Minnet ettiğim değil de hani;
Sadece meylettiğim şu ölümlü sevdayı
Kazırken düşlerime
Ve unutmak sıradanlığın sıra dışı rüzgârını
Gökle sözleştim de geldim ben bu
rahmete
Kovaladığım sözcükleri sunmak adına
Kazan kaldıran lanete.
Efsunlu benim mizacım:
En çok da dünde saklı iken sol yanım:
Ne severim bu saatten sonra
Ne de yalanlarım yazmadığım fermanı:
Aşkın kıvrımlarında
Göğün tanıklığın ve de:
Sormasınlar asla neyin derdi, tasası.
Minnet ehli gölgelerden çektiğimi
Çekmedim hiçbir canlıdan
Cam kenarı yalnızlığı ölümlü
çiçeklerin
Başımı duvarlara vurduğum
O sızlayan yaram.
Kapıp da koyuvermekse en aykırı rüzgârı
Ben zaten rüzgârın ta kendisi:
Savrulduğum değil bilakis uçurduğum
Sözü, niyazı, efkârı.
Yol yakınken saklanmalı izbelere
Solda izdiham nedeni her feri de
söndürmeli
Vuku bulmadan mahşer
Çekip gitmeli huzurun soluk tinine.
Aykırılar saklı doğamda
Doğam saklı aslında kayıp nizamda
Ve yeni bir ben sorgularken
Baş tacı hüznü katladım da kaldırdım
Mart’ın son gecesine
İlahi Aşkın medarı iftiharı yazdığım
her soluk cümle:
Gün sonlanmadan
Solmadan da içimdeki gül bahçesi
Bir edimde saklı tuttuğum son nefesi
vermeden
Yüreğin közüne.