Ülkemizde gelenek ve göreneklerin duru bir biçimde yaşandığı yılları, çocukluk döneminden anımsarım. Kapımızı çalan konuk evimize davet edilirdi. Bir komşu, ya da akrabadan birisi evimize geldiğinde biz çocuklar onların yanında daha bir uslu durur. Olabildiğince sessizle ziyaretçiye yaklaşır ellerini öpüp geri çekilirdik.

 

         Odanın en arka tarafına sığınıp büyüklerin konuşmaları ilgiyle dinlerdik. Söze karışmak olmazdı. Saygısızlık sayılırdı büyüklerin sohbetlerine arasına girmek. Büyüklerimiz terbiye kurallarını sık sık tembihler, biz çocuklar da büyüklerimizi mutlu etmek adına onların söylediklerini eksiksiz uygulardık. Konukların yanında uslu durmamızla büyüklerin hafif tebessümleri mutlu olmamıza yeterdi…

 

         Konuklara ve büyüklerimize saygı duymayı birer kutsal görev olarak belletilirdi. Saygı ve sevgi karşılıklı olursa güzeldir. Büyüklerimiz de onlara gösterdiğimiz saygıyı karşılıksız bırakmazdı elbette. Hele yaşlı nineler evlerini ziyaret ettiğimizde biz çocukları büyük insan gibi karşılar. Odanın en başköşesine buyur edip minder yetiştirirlerdi rahat oturalım diye.

 

         O, güzel ninelerin sandığının bir köşesinden birkaç adet ceviz ya mevsimine göre bir meyve bulup bizleri sevindirmesini unutulmaz güzeldi.

 

          Dini bayramlar büyük bir huşu içinde kutlanır. O güzel günlerde bir başka sevinirdik. Evler kutsal mekânlara dönüşürdü. Ellerini öptüğümüz büyükler daha bir hoş görüyle yaklaşırlardı biz çocuklara. Ziyaret için akraba ziyaretlerine giderken karşılaştığımız her insanla büyük, küçük bayramlaşma, hal hatır sorma seremonisi yaşanırdı.

 

         Bir hata yaptığımızda tanıdık olsun olmasın büyükler, baba şefkatiyle bizleri uyarırdı. Kantarın topunu kaçırsalar bile ikazlarında anne ve babamız yapılan uygulamadan gocunmaz. Sürekli “sakın büyüklere karşı saygısızlık yapmayın” diye tembihlerlerdi.

 

         Köyde, komşular arasında anlaşmazlıklar da yaşanırdı. Masallar ülkesinde yaşamıyorduk elbet. Güllük gülistanlık değildi dünya. İyilerin yanında, kişisel çıkarını hep üstün tutanlar da vardı. Fakat iyilerin sözü geçer akçaydı. Sıkıntılar fazla büyümeden klasik değişle âkil adamlar çözümler üretirdi. Hem de makbul çözümler.

 

         İlkokulun ilk yıllarında olduğumu anımsıyorum. Annem anlatmaya başladı bir günün akşamında. Akşam yemeği yenmiş, oturma odasında toplanmıştık.

 

         “Bu sene bizim köyden Muharrem Ağa hacca gidecekmiş.” Hac kelimesini zannedersem yine annemden duymuştum. Hacca gitmek, hacı olmak ne demekti? Soyut kavramlardı bu kelimeler benim için. Biz sormadan anlatmaya başladı annem.

 

         “Varlıklı insanlar Arabistan’a gider hacı olurlar. Orada Kâbe’yi ziyaret ederler. Allah’ın emridir hacca gitmek. Hacca gidenlere hacı denir. Hacılar örnek insanlardır. Hiç yalan söylemezler. Güler yüzlü olurlar. Dargınları barıştırırlar. Yoksullara yardım ederler. Yüzlerini nur kaplar…”

 

         Muharrem dede artık köyümüzün Hacı Muharrem dedesi oldu. Hacı dedemizi diğer yaşlılarımıza göre daha bir saygı ve hayranlıkla izlerdim. O’nun torunlarına gıpta ederdim. Uzun süre köyümüzden hacca giden olmadı.

 

         Yıllar geçti geçti. Daha nice Ahmet, Mehmet, Hasan, Osman… amcalar hacı oldu. Ayşe, Zeynep, Esma, Hüsna… teyzeler de hacca gitti. Dönüşlerinde ziyaretlerine gittik. İlginç gözlemlerini dinledik. Onlar da saygın insanlardı.

 

         Öğretmen Okulu yıllarımda bir öğretmenimiz anlatısı ilgimi çekmişti.

 

         “Bazı ince, zayıf adamlar hacca gidiyor. Şişmanlamış olarak geri dönüyor…” Öğretmenim sözlerini devamla:

 

         “Bizim bazı hacılarımız değerli ipekli kumaşlar alıyorlar Mekke, Medine şehirlerinde. O kumaşları vücutlarına, elbiselerinin altına sarıp ülkemize getiriyorlar. Hem ziyaret, hem ticaret (!)”

 

         İnsanımız ulvi değerlere ezelden beri saygı duyar.  Dini terimleri kullanan, sakallı yaşlılar hele de hacı unvanını taşıyanlar halkımızın gözünde saygıdeğer kişiler olarak addedilir. Ağzından bal akan, gözleri ışık saçan hacılarımız elbette saygıdeğerdir. Lakin dini unvanların arkasına saklanıp halkımızın duru duygularını sömürenler de var aramızda ne yazık ki…

 

         Hele son yıllarda hac ve Umre ziyareti yapan yurttaşlarımızın sayısı tahmin edilmeyecek kadar arttı. Genç yaşlarda da hac ziyaretini yapan yurttaşlarımız var. Evet, hac Müslümanlara emredilmiş bir tanrı buyruğu. Müslüman, niteliği elinden ve dilinden hiç kimseye zarar vermeyen kul, kullar diye tanımlanır. Hiç kimse derken sadece insanlar değil, doğadaki canlı-cansız tüm varlıklar bitkiler, hayvanlar, sular, yer karasının taşı toprağı… Algılanır…

 

          Hac, dini görevlerin önemlilerinden biri.  Kutsal topraklara gidip din ulularının yaşadığı beldeleri, ibadet mekânlarını görmek umulur ki, ziyarette bulunanları daha bir tinsel olgunluk düzeyine yükseltir. Hacı olan insanlar yaşadıklarının bir güzel muhasebesini yapar varsa hatalı davranışları onları düzeltme yoluna gider. Böylece her örnek davranışlarıyla çevresindeki küçük-büyük herkese iyiden, doğrudan ve güzelden yana rol model olurlar. Olmalılar…

 

         Gelin görünki kazın ayağı çok kez öyle olmuyor. Komedi de olsa Yeşilçam filmlerine de konu olan nice kişilerin hacılık unvanını halkın dinimize olan temiz duygularını sömürme aracı olarak kullananlar var aramızda.

 

         Kısa süre önce bir olaya tanık oldum. Mahallenin sorunlarının görüşüldüğü bir toplantıyı izliyoruz mahalle sakinleriyle. Bir arkadaş toplantıyı yönetiyor. Aramızda kadınlar da var. Söz alanlar uygarca fikirlerini savunuyorlar. Temizlik, çevredeki ağaçların bakımı… başlıca konuşulan konular.

 

         Bir arkadaş söz aldı. Daha üç-beş cümle etmemişti. Hacı olduğunu bildiğim 50 yaşlarında bir arkadaş gök gürültüsünü andıran bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

 

         “Terbiyesizlik yapma! Ne biçim konuşuyorsun sen!” Ortam kesti aniden. Fırtına öncesinin sessizliğiydi yaşandı kısa süre. Az sonra terbiyesizlikle itham edilen, tahminen 35 yaşlarındaki konuşmacı hacının üstüne yürüdü.

 

         “Sen kimsin? Bana nasıl sen dersin, terbiyesiz sensin…” gibi sözleri bir bir sıralıyordu. Kadın-erkek hepimiz ayaklandık. Bir çeyrek saat sürdü karşılıklı ağız dalaşı. Ortamı zorla sakinleştirdik…

 

         Toplumumuzda böylesi hacılarımız da var maalesef. Büyükler ve özellikle hac görevini yapan yurttaşlarımızın birlik beraberliğimizi pekiştirecek manevi önderler olma olgunluğunu söz ve davranışlarıyla sergilemesi beklenir. Böylelikle özlenen ülke barışına katkı sağlanmış olunur.

 

 

( Hacılarımız başlıklı yazı sahara tarafından 22.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu