EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMÂAT MENHECİ
Mukaddime:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Menhecimizi oluşturan kâideleriden bir diğeri Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya isyân olacak şeyleri emretmediği sürece ulû’l-emre itaat etmektir.
“Ulu’l-emre İtaat Edin” Âyeti:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin ve Rasûlü’ne itaat edin. Ve sizden olan ulû’l-emre de itaat edin.” [en-Nisâ: 4/59]
Âyetin İcmâli Mânâsı:
“Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin ve Rasûlü’ne; Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız ve şartsız olarak itaat edin.”
Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu buyruğu ile ilgili açıklamalar, Kur’ân ve Sünnet’e itaat etmek kâidesinde geçmişti.
“Ve sizden yani Müslümanlardan olan ulû’l-emre; yöneticilere ve âlimlere de Allâh’a isyânı emretmedikleri sürece itaat edin.”
Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu buyruğu ile kendisine ve Rasûlüne itaati emrettikten sonra ulû’l-emre de itaat etmelerini îmân eden kullarına emretmektedir.
Ulû’l-emr, Müslümanların Müslüman olan yöneticileridir. Bunlar da ulema ve umera yani ilim ve emir sâhibleri olmak üzere iki sınıftır. Bu iki sınıfa, dîni ve dünyevî işlerin bir düzen içinde ve Müslümanların maslahatına uygun olarak yürümesi için itaat etmek farzdır. Kişinin nefise hoş gelen yahut gelmeyen, kolay yahut zor olan meselelerde, Kur’ân ve Sünnet’e karşı açık bir şekilde ters düşüp haram olan bir şeyi emretmedikleri sürece itaat etmek farzdır.
Yine ulû’l-emr, ictihad ederek karar verdiğinde bu kararın sebebi bilinsin yahut bilinmesin, anlaşılsın yahut anlaşılmasın açık bir harama düşmediği sürece itaat etmek farzdır. İsyân etmek, nefsi istek ve arzuların dürtüsüyle karşı gelmek haramdır. Muhâlefet etmek ve eleştirmek de böyledir. Ulû’l-emrin Kur’ân ve Sünnet’e muhâlefet etmeden aldığı kararları kulis oluşturarak eleştirmek ise bundan daha şiddetli haramdır. Çünkü bu, fitnedir. Fitne ise Allâh katında adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.
Ulû’l-emrin Kur’ân ve Sünnet’e açık bir şekilde muhâlet ederek aldığı kararlara uymak ise câiz değildir. Çünkü Allâh’a isyân husûsunda hiçbir beşere itaat yoktur. Böyle bir durumda ulûl-emr, adabına uygun olarak uyarılır. Yaptığı hatâ, konumuna zarar verecek herhangi bir eylem ve söyleme mahal vermeden gösterilir; nasihât edilir. Zîrâ Müslümanlar için hayati önem taşıyan ulû’l-emr müessesini tahkir etmek, işlevselliğini gidermek ve güvenilirliğine zarar vermek haramdır.
Âyetten Çıkan Hükümler Ve Fâideler:
1. Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız ve şartsız olarak îmân ve itaat etmek tüm mükelleflere farzdır.
2. Müslümanların kendi aralarından ulu’l-emr seçmeleri farzdır. İmâm Maverdî rahîmehullâh şöyle demiştir: “İmâmeti yürütecek kimseyi akdetmek icmâ ile farzdır.” [Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye: 15.]
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “İnsânların bir emîrinin olması mes’elesinin dînin en önemli farzlarından olduğunu bilmek gerekir. Hatta emîr bulunmadan, dîn ve dünyâ işleri yürümez. Çünkü insânlar bir araya gelmedikçe maslahatlar meydana gelmez. Bir araya geldiklerinde ise mutlaka içlerinden birinin kendilerine emîr olması gerekir.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 28/390.]
Ebû Saîd el-Hudrî radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Üç kişi yolculuğa çıktığı zaman içlerinden birini emîr seçsinler.” [Ebû Dâvud (2608); İbn Hibbân (2132)…]
Allâme Şevkânî rahîmehullâh, Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet edilen bu hadîsin sahâbelerden Ömer bin Hattâb, İbn Mes’ud, Abdullâh bin Amr, Abdullâh bin Ömer ve Ebû Hureyre radıyallâhu anhum’dan da rivâyet edildiğini ifade ettikten sonra şöyle demiştir: “Bütün bunlar üç ve daha çok kişiden oluşan her yolcu kafilesinin başlarına bir emîr tayin etmelerinin gerekliliğini belirtir. Çünkü böylece kötülük ve bozukluklara yol açan anlaşmazlıklar önlenmiş olur. Emîr olmadığı zaman herkes kendi görüşünde diretir ve arzusuna uyan şeyleri yapar. Hatta birbirlerinin helâkine sebeb olabilirler. Ancak aralarında bir emîr varsa, ihtilâf azalır, birlik olmaları kuvvetlenir. Bir arazide veya yolculukta bulunan üç kişi için bu şekilde emîr tayini gerekli ise, köy ve kasabalarda oturan ve haksızlıkların önlenmesine, anlaşmazlıkların çözümüne muhtaç olan daha büyük topluluklar buna daha fazla muhtaçtırlar. Bu ise: ‘Müslümanların başında imâm, vâlî ve devlet başkanının bulunması farzdır’ görüşüne delîl konumundadır.” [Şevkânî, Neylu’l-Evtâr: 8/294.]
3. Ulu’l-emre itaat etmek, Allâh’a isyân olacak şeyleri emretmediği sürece farzdır. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh’a ve Rasûlüne itaat etmek herkes üzerine farzdır. Emîr sâhiblerine itaat etmek de, Allâh’ın onlara itaat etmeyi emretmesinden dolayı farzdır.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 35/16.]
İsyân olacak şeylerde itaat etmek ise haramdır. Alî radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh’a isyân husûsunda itaat yoktur. İtaat ancak maruftadır.” [Buhârî (7257); Müslim (1840)…]
4. Müslümanların ulu’l-emri, yine Müslümanlardandır. Kâfirlerin Müslümanlar üzerine ulu’l-emr olması söz konusu değildir. Kâdî İyâd rahîmehullâh şöyle demiştir: “Kâfirin imâmet vazifesini yerine getiremeyeceğinde ve onda küfür görüldüğünde vazifesinden indirileceğinde âlimler icmâ etmişlerdir.” [Nevevî, el-Minhâc Şerhu Müslim: 12/299.]
5. Ulu’l-emr, Müslümanların yöneticileri ve âlimleridir. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh şöyle demiştir: “Ulu’l-emr, işlerin idaresini elinde bulunduran yöneticilerdir. Halkı bunlar yönetirler. Güç ve iktidar sâhibleri ile söz ve ilim sâhibleri bu işte ortaktırlar. Bu nedenle ulu’l-emirler; âlimler ve yöneticiler olmak üzere iki sınıftan oluşur. Bunlar düzelirse, insânlar da düzelir. Bunlar bozulursa, insânlar da bozulurlar.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 28/170.]
“Dinleyin ve İtaat Edin” Hadîsleri:
Abdullâh b. Ömer radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Müslüman kişinin kendisine bir masiyet emredilmediği sürece sevdiği ve hoşlanmadığı husûslarda dinlemesi ve itaat etmesi farzdır. Masiyet emredildiğinde ise dinlemek ve itaat etmek yoktur.” [(SAHÎH HADÎS:) Buhârî (7144); Müslim (1839)…]
Hadîsin İcmâli Mânâsı:
“Müslüman kişinin kendisine bir masiyet emredilmediği sürece başındaki yöneticilere sevdiği ve hoşlanmadığı tüm husûslarda dinlemesi ve itaat etmesi farzdır.”
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bu hadîsi ile çok önemli bir kâideyi ortaya koymaktadır. Masiyet olacak bir şey emretmediği sürece ulu’l-emre itaat etmek hoşa giden yahut gitmeyen, zor yahut kolay, büyük yahut küçük tüm husûslarda Müslümanlar üzerine farzdır. İsyân etmek ve onunla çekişmek ise haramdır.
“Masiyet yani Allâh’a karşı isyân sayılacak şeyler emredildiğinde ise emreden kim olursa olsun dinlemek ve itaat etmek yoktur.”
Masiyet olan herhangi bir şey ister ulû’l-emr, isterse de bir başkası tarafından emredildiğinde itaat etmek yoktur. Zîrâ masiyet olan işlerde emreden kim olursa olsun itaat etmek haramdır. Küfrü gerektiren şeylerde itaat etmek ise küfürdür.
Ulû’l-emr, masiyet olacak bir şey emrettiği zaman, ona itaat edilmemekle birlikte bu yanlışından dolayı ona nasihat ve ıslahı için duâ edilir. Masiyet olmayan diğer emirleri ise terk edilmez.
“Biz, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e neşeli ve kederli anlarımızda, zorluk ve kolaylık halimizde dinleyip itaat etmek, başkaları bize tercih edilip haklarımız verilmese bile onlara itaat etmek ve onlarla iş husûsunda çekişmemek üzere beyat ettik. Ancak ulû’l-emrin açık bir küfrünü görürseniz, onun küfrü hakkında yanınızda Allâh’tan kuvvetli bir delîl bulunması hali müstesnâdır.” [(SAHÎH HADÎS:) Buhârî (7056); Müslim (1709)…]
Hadîsin İcmâli Mânâsı:
“Biz, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e neşeli ve kederli anlarımızda, zorluk ve kolaylık halimizde bunları ve başka şeyleri bahane etmeden dinleyip itaat etmek, başkaları bize tercih edilip beytu’l-maldan haklarımız verilmese bile onlara yani yöneticilere itaat etmek ve onlarla iş yani yönetim husûsunda çekişmemek üzere beyat ettik.”
Bu hadîste ise ifâde edildiği üzere Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, sahâbelerinden neşeli ve kederli anlarında, zorluk ve kolaylık hallerinde, haksızlığa uğrasalar bile itaat edeceklerine ve yönetim husûsunda emir sâhibleriyle çekişmeyeceklerine dâir söz almıştır. Bu itibarla Müslüman bir kişinin Allâh’a isyân emretmediği sürece hoşuna gitsin yahut gitmesin, zorlansın yahut zorlanamasın Müslümanların başındaki ulu’l-emre itaat etmesi farzdır. Hatta ulu’l-emr, dünyâlık menfaatleri kendi tekeline alsa, beytu’l-malda hakkı bulunan kimselere bu haklarını vermese, kendi akrabalarını ve yakınlarını diğerlerine karşı kayırsa bile bu böyledir. Bu tür durumlarda dahi dinleyip ve itaat etmenin farz olmasının sebebi, Müslümanların birliğin sağlanmasıdır. Çünkü ihtilaf onların dîn ve dünyâ hallerinin bozuluşuna bir sebebtir.
“Ancak ulû’l-emrin yani başınızdaki yöneticinin güneş kadar açık bir küfrünü görürseniz, onun bu küfrü hakkında yanınızda Allâh’tan yani Kur’ân ve Sünnet’ten kuvvetli bir delîl bulunması hali bundan müstesnâdır. Böyle bir kişi ulû’l-emr olma ve itaat edilme hakkını kaybeder.”
Hadîsin bu kısmı Müslümanların ulu’l-emrinin ancak Müslümanlardan olacağını ve -Allâh bizleri korusun- küfre girmesi halinde onun yönetim ve itaat hakkını kaybedeceğini ifâde etmektedir. Müslüman olmayan bir kimse Müslümanlar üzerine yönetici olamaz. Müslüman iken ulu’l-emr olup sonra kendisinde küfür görülen kişi de böyledir. Zîrâ yönetim ve itaat hakkı, velâyetten gelir. Müslümanlar Müslümanların, kâfirler ise kâfirlerin velîleridir.
Yine burada yönetim ve itaat hakkının düşmesi için ulu’l-emrin küfre girdiğinin Kur’ân ve Sünnet’ten delîllerle sâbit olması gereği açıkça beyân edilmiştir. Yönetim ve tekfîr meseleleri gerçekten çok zor ve mühim meselelerdendir. İtham ve şüphe ile zan ve içtihatla sâbit olmaz. Güneş kadar açık ve hakkında gerçek bir ihtilaf olmayacak şekilde gerçekleşebilir.
Hadîslerden Çıkan Hükümler Ve Fâideler:
1. Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız ve şartsız olarak îmân ve itaat etmek tüm mükelleflere farzdır.
2. Müslümanların kendi içlerinden ulu’l-emr seçmeleri farzdır. İmâm İbn Haldun rahîmehullâh şöyle demiştir: “Bir imâmın (ulu’l-emrin) bulunması farzdır. Şer’î olarak bunun farz oluşu, sahâbenin ve tabiinin icmâsı ile sâbittir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem vefât edince, sahâbeler hiç vakit kaybetmeden Ebû Bekir radîyallâhu anh’a beyat etmişler ve (dîn ve devlet) işlerinin idaresini ona teslim etmişlerdir. Daha sonraki dönemlerde de hep aynı şey olmuştur. Hiçbir dönemde insânlar, (bir halifesiz olarak) başıboş bırakılmamıştır. Böylece bir imâmın tayin edilmesinin farz oluşuna işâret eden icmâ yerleşip sâbit olmuştur.” [Nevevî, Ravdatu’t-Tâlibin: 10/47.]
3. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya isyân olacak bir şeyi emretmediği sürece ulu’l-emre itaat etmek, hoşa giden yahut gitmeyen, zor yahut kolay olan tüm husûslarda farzdır. İsyân etmek, verilen görevi terk etmek ve yöneticilerin gıyabında eleştiri niteliğinde konuşmak ise haramdır. İmâm Nevevî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Âdîl olsun zâlim olsun dînin hükmüne muhâlif olmadığı müddetçe imâmın emrine ve yasağına itaat etmek farzdır. [Nevevî, Ravdatu’t-Tâlibin: 10/47.]
Bu sebeble yöneticilerle yönetme yetkileri husûsunda çekişmeyin. Onlara itiraz etmeyin. Ancak onların İslâm’ın temel kâidelerinden bildiğiniz kesin ve münker bir iş yaptıklarını görmeniz hali müstesnâdır. Bunu görecek olursanız, bu yaptıklarına karşı çıkın ve nerde olursanız olun hakkı söyleyin. Onlara karşı ayaklanmak ve onlarla savaşmak ise fâsık ve zâlim dahi olsalar Müslümanların icmâsı ile haramdır.” [Nevevî, Şerhu’l-Muslim: 12/229.]
4. Ulu’l-emrin Müslümanlardan olması şarttır. Müslüman olmayan bir kimsenin Müslümanlar üzerine yönetici seçilmesi câiz değildir. Böyle bir kimsenin ne yönetim ne de itaat hakkı vardır. Kendisinde açık bir küfür görülen kimsenin yönetimden indirilmesi farzdır. Kâdî Îyâd rahîmehullâh şöyle demiştir: “Eğer yöneticide küfür ve şeriatı değiştirme veya bid’ât görülürse ulu’l-emr hükmünden çıkar. Ona itaat edilmez. Ona karşı kıyam etmek, vazifesinden indirip yerine âdil bir imâm tayin etmek -eğer buna imkân varsa- Müslümanların üzerine farzdır.” [Nevevî, el-Minhâc Şerhu Müslim: 12/229.]
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Kim İslâm şerîatından başka (demokrasi gibi) bir şerîata tâbi olmaya izin verse onu vazifesinden indirmek farzdır. Bey’atı bozulmuştur. Ona itaat etmek haram kılınmıştır.” [İbn Teymiyye, Muhtasar el-Fetâvâ el-Misrî: 507.]
5. Ulu’l-emr ümmetin idarecileri ve âlimleridir. Onlar bu işte ortaktırlar. Çünkü Kur’ân ve Sünnet ile hükmetme yetkisi ve bilgisi ancak onlarda vardır.
Kâideden Çıkan Menhec Esasları:
1. Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız ve şartsız, mutlak ve muayyen olarak îmân ve itaat etmek.
2. Müslümanların kendi yöneticileri seçmeleri ve şer’î yönetimlerini oluşturmaları.
3. Müslümanların yöneticilerine Allâh’a isyân olamayan her husûsta itaat ve yardım etmeleri.
4. Müslümanların aldıkları emirden hoşlanmasalar yahut zorlansalar daha onu yerine getirmeleri.
5. Yöneticilerin Allâh’a isyân olmayan emir ve yaptırımlarını çekiştirilmesinin fitne olması.
6. Yöneticiler haktan ayrıldıklarında adabına uygun olarak onlara nasihat edilmesi.
7. Müslümanların yöneticilerinin yine Müslümanlar içinden olacağı.
8. Kâfirin yahut küfre düşen kimsenin yönetim ve itaat hakkının olmadığı.
HÂTİME
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
KAYNAK :
Abdullâh Saîd el-Müderris.
1440 h. / 2019 m.