KADERE FELEĞE (HAŞA) İSYAN ETMEK
KAHRETMEK ŞİRKTİR
Ey İnsanlar!... Lütfen
sözlerimize çok dikkat edelim gerek normal konuşmalarımızda, veya şarkı, türkü,
söylerken, dinlerken, şiir vs. yazarken (Kadere, Feleğe, Talihe) haşa, isyan
edici, kahredici vs. sözler kullanmaktan
ve dinlemekten sakınalım. Çünkü, bunlara isyan etmek kahretmek haşa, Allâh
Subhânehu Teâlâ’ya isyan etmektir. Çünkü, Kader, Allâh Subhânehu Teâlâ’’nın biz
kullarının tüm hayatımızı ve yaşantımızı Levh-i mahfuz denilen kader levhasında
yazmış olmasıdır ve isyan etmek kahretmek büyük küfür yani şirktir.
Günümüzde bir çok hatta
insanların çoğu Kadere Feleğe Talihe isyan etmekte hatta daha da haddi aşarak
haşa, küfretmektedir ve Allâh Subhânehu Teâlâ’ya bu sözlerinden dolayı şirk
koşmaktadırlar.
Misal: Haşa, Kahrolası Kader, kahpe Felek Kör olası Talih vs. gibi sözleri çok fazla kullanmaktadır. Kadere Feleğe, karşı kulanılan bu çirkin sözleri bilgilendirme amaçlı yazıyorum. Bu sözleri kullanmaktan haya ederim. Allâh Subhânehu Teâlâ bizi bu sözleri kullanmaktan korusun ve bağışlasın Allâhümme Amin.
Felek: Kelime kökeni Arabçadır. Felek sözcüğü; Evren, Kâinat, Gök,
Gökyüzü, Sema, Dünya, Alem, Talih, Baht, Şans, Küre, Yörünge, Dehr (Zaman) gibi
bir çok anlama gelir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Rahmân Ve Rahîm Olan Allâh’u
Teâlâ’nın Adıyla…
“Ne güneşin aya erişmesi kendine yaraşır, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte ( yörüngede) yüzmektedir.” (Yâsîn: 36/40)
“O,
geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır. Her biri felekte (yörüngede)
yüzmektedir.” (Enbiyâ: 21/33)
“Hayat, ancak bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız: bizi ancak zaman yok ediyor derlerdi. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle sanırlar.” (Câsiye: 45/24)
“Asra (Zamana) yemin ederim ki.” (Asr: 103/1)
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Dehre sövmeyiniz, çünkü Allah dehirdir” (Müsned, 2:259)
“Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına’ diye sövmeyiniz. Çünkü Allah dehirdir.” (Buharî, Edeb 101)
“Allah Teala buyuruyor ki: Âdemoğlu dehre söverek bana eziyet verir. Halbuki Ben dehrim. Her şey Benim elimdedir. Geceyi, gündüzü Ben idare ederim.” (Buharî, Tefsir 45)
Kadere îmân etmek, îmânın rükünlerinin altıncısıdır. Kadere îmân, her hayır ve şerrin Allâh Azze ve Celle’nin kaderi ve kazası ile meydana geldiğine inanmaktır.
Kader: “Allâh Azze ve Celle’nin daha meydana gelmezden önce eşya
hakkındaki ilmine binâen ne olacağını ezelde takdir etmesi ve eşyayı takdir
etmezden önce bunu (Levh-İ Mahfuz) da yazmasıdır.”
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Rahmân Ve Rahîm Olan Allâh’u
Teâlâ’nın Adıyla…
Muhakkak ki
Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer:
54/49)
“(O, Allâh ki) Her şeyi yaratıp ona mukadderatını takdir
etti.” (Furkan: 25/2)
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İman; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” (SAHİH HADİS:) Müslim (8); Tirmizî (2610)
Hiçbir kimse hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş
olamaz. Amr İbn Şuayb’ın babasından, babasının da dedesinden rivâyet ettiğine
göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kişi hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş olmaz.” (SAHİH HADİS:) Ahmed (6703); Tabarânî; Evsat: (7043)
Kaza ise: “Allâh Tebâreke ve Teâlâ’nın yarattıkları üzerinde var veya yok
etme veyahut değiştirme şeklindeki hükmüdür.”
Kaza ve kader arasında birbirinden ayrılmazlık vardır. Biri diğerinden ayrılmayacak şeklide birbirinin lazımıdır. Kader bir yapının temeli gibidir. Kaza ise o yapının binâsı gibidir. Bu sebeble birini diğerinden ayırmaya kalkışmak, o yapıyı yıkmak demektir.
Kaza ve kader kelimeleri bir arada kullanıldıklarında yukarıdaki
iki farklı mânâya gelen kelimelerdir. Ancak ayrı ayrı olarak kullanıldığında
ise eş anlamlı olan iki kelimedir. Yani birleştiklerinde ayrılan,
ayrıldıklarında ise birleşen iki kelimedir.
Kader, kazadan öncedir. Yani Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın yarattıklarıyla ilgili ne olacağını ezelde belirlemesi kader, bu kadere uygun olarak onu var veya yok etmesine de kaza denir.
Kâinatta bulunan her şey,
Allâh Azze ve Celle’nin takdiri, istemesi, kaza ve kaderi ile cereyan eder.
O’nun isteği olmadan hiçbir şey olmadığı gibi dilemesi olmadan da hiçbir şey
vücuda gelmez. Ve hiçbir şey O’nun tasarrufunun dışına çıkamaz. Mevcuda gelen
her şey onun ilmi, kudreti ve irâdesiyle meydana gelmektedir.
Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Allâh’ın emri, mutlaka yerine gelecek bir kaderdir.” (Ahzâb: 33/38)
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Îmân; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret
gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” (SAHÎH HADÎS:) Müslim
(8); Tirmizî (2610)
Abdullâh İbn Ömer radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Her şey belli bir kader üzeredir. Hatta (bir kişinin dünyâ ve
âhiret işleri yapmada) âcizlik göstermesi ya da istekli ve arzulu olması yahut
istekli ve arzulu olması ya da âcizlik göstermesi onun kaderindendir.” (SAHÎH HADÎS:) Müslim
(2655); Mâlik (1880)
Hiçbir kimse hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş
olamaz.
Amr İbn Şuayb’ın babasından, babasının da dedesinden rivâyet
ettiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kişi hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş olmaz.” (SAHÎH HADÎS:) Ahmed
(6703); Tabarânî (Evsât: 7043)
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Selefî sâlihin ve imâmlar, kadere îmân, Allâh’ın dilediği şeyin meydana geldiği, dilemediği şeyin meydana gelmediği, O’nun kulların fiilleri ve diğer şeyler de dâhil olmak üzere her şeyin yaratıcısı olduğu hususunda ve Allâh’ın emrinin, nehyinin, vaadinin ve tehdidinin varlığı, emredilmiş bir şeyi terk etmekte ve yasaklanmış bir şeyi işlemekte hiç kimse lehine bir hüccet bulunmadığı hususunda hemfikir oldukları gibi Allâh’ın hâkim ve rahîm, hâkimlerin hâkimi, merhametlilerin en merhametlisi olduğu konusunda da ittifak etmişlerdir.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 8/466.]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Hiçbir ülke (veya şehir) istisna olmamak üzere (haksızlık ve ahlâksızlıkları nedeniyle), kıyamet gününden önce Biz onu (ya deprem ve sel gibi afetlerle) bir yıkıma uğratacağız, veya onu (salgın hastalıklar ve savaşlar benzeri) şiddetli bir azapla azaplandıracağız; bu (muhakkak) kitapta (kader programında) yazılıdır.” (İsrâ: 17/58)
“Allah sizi (babanız Hz. Adem’i) topraktan yarattı,
sonra (hepinizi topraktan çıkan gıdalardan hâsıl olan) bir damla
sudan (yapıp varlığa çıkardı). Sonra da sizi (evli) çiftler kıldı.
O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür süren (varlığın) ömrünün
uzatılması veya ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (Levh-i
Mahfuz’da yazılı)dır. Ve kuşkusuz bu (karmaşık plan ve program) Allah’a
kolaydır.” (Fâtır:
35/11)
Kadere îmânın ilim, kitâbet, meşiet ve yaratmak olmak üzere dört
mertebesi vardır. Bu mertebelere inanmayan kadere îmân etmemiş demektir.
İlim: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın olmuş ve olacak tüm şeyleri en ince
ayrıntısına kadar kendisine gizli hiçbir tarafı kalmayacak şekilde bildiğine
îmân etmektir.
Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki Allâh, her şeyi ilmiyle ihâta etmiştir (kuşatmıştır).” (Talâk: 65/12)
Kitâbet/Yazmak: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kıyâmet gününe kadar olacak her
şeyi Levh-i Mahfuz’da yazdığına îmân etmektir.
Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini (yaptıklarını) ve eserlerini (bıraktıklarını) biz yazarız. Biz her şeyi, apaçık bir kitâbta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.” (Yasin: 36/12)
Abdullâh bin Amr bin el-Âs radîyallâhu anhuma’dan rivâyet
edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce -Arşı da şu
üzerindeyken- yaratılmışların mukadderatını yazdı.” (SAHÎH HADÎS:) Müslim (2653);
Tirmizî (2156)
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh bu mertebe hakkında şöyle
demiştir: “Bu
mertebe, Allâh’u Teâlâ’nın ezeli vasfı olan kadim ilmiyle mahlûkatın ne
yapacaklarını, itaatleri, isyânları, rızıkları ve ecelleri gibi her türlü
hallerini önceden bildiğine sonrada mahlûkatın kaderlerini levh-i mahfuza
yazdığına îmân etmektir.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 3/148-149.]
Meşiet/İrâde: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dilediğini dilediği gibi yaptığına
îmân etmektir.
Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“O, her dilediğini mutlaka yapandır.” (Burûc: 85/16)
Yaratma: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ilmiyle bildiği, kitâbesiyle
yazdığı ve meşietiyle olmasını dilediği şeyi takdir ettiği gibi yaratmasına
îmân etmektir.
Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Allâh, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekîldir.” (Zumer: 39/62)
Huzeyfe bin Yemân radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allâh, her iş yapanı ve yaptığı işi yaratandır.” (SAHÎH HADÎS:) Hâkim (84); Buhârî (Hâlku Efâli’l-İbâd: 117)
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Bu mertebe Allâh’ın
dilediğinin olduğuna dilemediğinin olmadığına, göklerde ve yerde bütün hareket
ve hareketsizliğin ancak O’nun irâdesiyle meydana geldiğine, O’nun mülkünde O
istemedikçe hiçbir şeyin olmayacağına, var olan ve olmayan her şeye O’nun
gücünün yeteceğine; yerde ve gökte ne varsa hepsinin yaratıcısının O olduğuna;
O’ndan başka yaratıcı ve Rabb olmadığına îmân etmektir.” [İbn
Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 3/148-149.]
Kader, Allâh’u Teâlâ’nın yarattıklarından gizlediği bir sırrıdır.
Nitekim İmâm Tahâvî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Kader asıl itibariyle Allâh’u Teâlâ’nın mahlûkatı hakkında bir sırrıdır. Buna ne mukarreb bir melek, ne mürsel bir nebî muttali olmuştur. Bu hususta derinliğe dalmak ve üzerinde çokça düşünmek, ilâhî yardımdan uzak kalmaya götüren bir yol, mahrumiyete götüren bir merdiven, tuğyâna çıkaran bir basamaktır. Bu husustaki kıyâs, düşünce ve vesveselerden alabildiğine sakınmak gerekir. Çünkü Allâh’u Teâlâ, kader ilmini mahlûkatına karşı kapalı tutmuştur. Onun hakkında tartışmayı da yasaklamıştır.” [Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye: 1/320.]
Kâinattaki her şeyin hakîkatini ve akîbetini Allâh’u Teâlâ’dan
başka hiçbir kimse bilemez. Kimin nerede kimden doğacağı ve nasıl öleceği,
hastalığı ve sağlığı, geçiminin dar veya geniş olması, mü’min veya kâfir
olması… hep Allâh Tebâreke ve Teala’nın kaderi ve kazasıyladır. Bu sebeble
kader hakkında tevhîd için gerekli olandan başka uzun uzadığı düşünmek ve
konuşmak yasaklanmıştır.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra: 17/36)
“Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş bir kader yazısı ve gönderilmiş) bir Kitap olmaksızın (yani uyarılmaksızın) hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değilizdir.” (Hicr: 15/4)
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki; her türlü rızkı (ve ihtiyacı) Allah’a ait olmasın. (Tek hücreli canlılardan balinalara kadar) Onun yuvasını ve yaşadığı yeri de, gezip dolaştığı geçici yerleri de her an bilir. (Ve zaten) Bunların hepsi her şeyi açıklayan (ve kayıt altına alan) bir kitabın içindedir.” (Hûd: 11/6)
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İman; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” (SAHİH HADİS:) Müslim (8); Tirmizî (2610)
İbn Mes’ud radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kader zikredildiğinde (hakkında konuşulmaya başlandığında) onun
hakkında konuşmayın’.” (HASEN HADİS:) Taberânî (el-Kebîr: 10448); Lâlekâî (210)
Polat Akyol.
KAYNAK:
KUR’AN VE SAHİH SÜNNET