TAHARET
KİTABÜ'T-TAHÂRE (TEMİZLİK BÖLÜMÜ)
DEVAMI 2

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

ABDEST BAHİSLERİ

Abdestin Tanımı

Abdest kelimesinin arapçadaki karşılığı “vudû” masdarıyla ifade olunur. Ki bu masdar lügat açısından güzellik ve temizlik anlamına gelir. Istılâhî anlamına gelince vudû', yani abdest, özel bir temizlik olup suyun husûsî organlar üzerinde özel bir şekilde kullanılmasıdır. Ki bu organlar da yüz, baş, eller ve ayaklardır. 50 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 65. 51 Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.)

Abdestin Hükmü

Hüküm kelimesinin ne anlama geldiği geçen bölümlerde anlatıldığına göre şu kalıba dökülebilir: Hüküm: Yapılan bir fiile terettüp eden ve sâri' tarafından konulan bir eserdir. Buradaki maksat da zaten budur. Şâri', abdest alma fiilini işleyenin, hades halinin ortadan kalkacağını beyan buyurmuştur. Ki abdest almakla farz ve nafile namazlar, tilâvet secdesi, şükür secdesi, farz olsun nafile olsun “beyt-i muazzama”nin tavafı gibi dinî görevler eda edilebilir. 
Hanefiler dediler ki: Abdestsiz olarak Kabe'yi tavaf edenin tavafı sahîh olur. Ama bununla birlikte bir haram işlemiş olur. Zîrâ tavaf için hadesten temizlik vâcibtir. Vacibi terkeden ise günahkâr olur. Ama abdest, tavafın sıhhat şartı değildir.
Zîrâ Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buyurmuşlardır ki: 

“Beytin etrafında tavaf yapmak, namaz gibidir. Ancak şu farkla ki: Tavafta sizler konuşuyorsunuz. Tavaf esnasında kim konuşacak olursa hayırdan başka bir şey söylemesin.” 51 (Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.)

Bu gibi amelleri edâ edecek birisinin abdestli olması farzdır. Abdest-siz birinin bu işleri yapması helâl olmaz. Mushaf'a dokunmak da böyledir. İster bir kısmına dokunulsun ister tamamına dokunulsun abdest alınması vâcibtir. Bir âyet okuyacak olsa bile yine böyledir. Mezheblerin bu husustaki detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.
Malikiler dediler ki: Abdestsiz olarak bir kısmına da olsa Mushaf'a dokunabilmenin bazı şartları vardır: 
a. Mushaf, arapçadan başka bir dille yazılmış olmalıdır. Arapça yazılmış olana abdestsiz olarak dokunmak hiçbir surette mümkün değildir. Yazı stili kûfî de olsa mağribî de olsa veya başka bir tarzda da olsa hüküm aynıdır. 
b. Mushaf'ın bazı âyetleri para üzerinde yazılı ise bu paralar, insanların muamele araçları olduğundan buna mecburen dokunulacağından, zorluklar gözönünde tutularak buna ruhsat verilmiştir: 
c. Mushaf'ın tümünü veya bir kısmını korumak amacıyla ele almak. Bu durumdaki bir kişi abdestsiz de olsa Mushaf'ı eline alabilir. Bazıları da derler ki: Korumak gayesiyle de olsa abdestsiz biri, Mushaf'ın ancak bir kısmını tutabilir. Abdestsiz olarak tümünü eline alması caiz değildir. Ayrıca abdestsizin, korumak amacıyla Mushaf'ı eline alabilmesinin iki şartı vardır: 
1. Mushaf'ı eline alacak kimse müslüman olmalıdır.
2. Mushaf, pisliklerin kendisine ulaşmasına engel olacak bir örtü ile örtülü bulunmalıdır. 
d. Mushaf'ı abdestsiz olarak eline alan kimsenin, Kur'an'ı öğrenen veya öğreten biri olması gerekir. Bunların abdestsiz olarak Mushaf'ı ellerine almaları caizdir. Bunların mükellef veya gayr-ı mükellef olmaları hüküm bakımından bir farklılık getirmez. Kur'an-ı Kerîm'i öğrenen veya öğreten kişinin, aybaşı halini geçirmekte olan hayızh bir kadın olması mümkündür. Bunların dışındaki kimselerin abdestsiz olduklarında Mushaf'a dokunmaları hiçbir surette caiz olmaz. Abdestsiz bir kimsenin çanta içinde veya askıda da olsa Mushaf'ı taşıması, üzerinde Mushaf bulunan sandık, kürsü ve yastığı taşıması da caiz olmaz. Ama Mushaf, bir şeyin içine konulmuşsa abdestsiz biri o şeyi taşıyabilir. Çünkü bu durumda Mushaf, o eşyaya tabi olmuş oluyor. Eğer maksadı Mushaf'ın içinde bulunduğu şeyi değil de sadece Mushaf'ı taşımaksa bu caiz olmaz. Abdestsiz birinin Mushaf'sız olarak ezberden Kur'an okuması câİz ise de en faziletlisi, abdestli olarak okunmasıdır. Hanbeliler dediler ki: Abdestsiz olarak Mushaf'a dokunmak veya ele alıp taşımak bazı şartlara bağlıdır: Mushaf, kendisinden tamamen ayrı bir kılıfta bulunmalıdır. Eğer torba gibi kendisine bitişik bir kılıfta bulunursa mendile veya kâğıda sanlı olursa, bir sandıkta olursa veya taşınması istenen bir ev eşyası içinde -Mushaf'a dokunmak gayesi güdülsün güdülmesin- bulunursa bu durumda abdestsiz olarak Mushaf'a dokunmak veya onu ele alıp taşımak caiz olur. Yine aynı şekilde temiz bir bez içinde bulunması şartıyla Mushaf'ı korumak gayesiyle ele almak da caizdir. Ayrıca taşıyacak olan şahıs mükellef olsun olmasın Mushaf'ı elde taşımanın caiz olması için abdestli olmak şarttır. Ancak bu durumdaki gayr-i mükellef çocuğun abdest alması vâcib değilse de velîsinin kendisine abdest almayı emretmesi vâcibtir. 
Hanefîler: Mushaf'ın tümüne veya bir kısmına dokunmanın veya elde taşımanın veyahut da Mushaf'taki âyetleri yazmanın caiz olmasının bazı şartlara tâbi olduğunu söylemişlerdir. 
1. Zaruret hâli. Meselâ bir şahıs Mushaf'ın suya batıp gideceğini veya yanmak üzere olduğunu görse abdestsiz de olsa, kurtarmak amacıyla Mushaf'a elini vurabilir. 
2. Mushaf, kendisinden ayrı olmalıdır. Meselâ bir kese içinde veya çanta içinde veya kâğıda veyahut mendile sanlı olursa abdestsiz olarak dokunabilir ve taşıyabilir. Ama kendisine bitişik cildi içinde veyahutta satımı esnasında ayrıca bir pazarlığa tabi olmadan kendisiyle birlikte satılan bir kabın içinde bulunursa abdestsiz olarak dokunulamaz ve taşınamaz. Ayrı bir pazarlığa tâbi olmadan kendisiyle birlikte satılan bu kap ayrı da olsa “Müftâbih” görüşe göre hüküm değişmez. 3. Buluğ çağma gelmemiş çocuk, öğrenmek amacıyla abdestsiz olarak Mushaf'a dokunabilir. Bunda, zorlukların giderilmesi prensibi gözönünde tutulmuştur. Ama buluğa ermiş bir insan veya hayız hâlini geçirmekte olan bir kadın, öğretici de olsa öğrenci de olsa Mushaf'a dokunamaz. 
4. Mushaf'a dokunacak şahsın müslüman olması gerekir. Müslüman birinin gücü yettiği takdirde “gayr-i müslim” bir şahsın Mushaf'a dokunmasına fırsat ve imkân vermesi helâl olmaz. İmam Muhammed, gusül yaptıktan sonra “gayr-i müslim”in Mushaf'a dokunmasının caiz olduğunu söylemiştir. Gayr-i müslim'e Kur'anı muhafaza ettirmek, yukarıdaki şartlara uygun olduğu takdirde caiz olur. Zira abdest alıp da temizlenmeyen birinin, vücudundaki organlardan herhangi biriyle Mushaf'a dokunması helâl değildir. Kur'an-ı Kerîm'i ezberden okumak, abdestsiz olarak da caizdir. Cünüp kimselerin ve hayızlı kadınların ezber de olsa okumaları haramdır. Kur'an-ı Kerim'i ezberden okuyacak birinin, abdestsiz ise abdest alması müstehabtır. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır kanısındayım: Kur'an-ı Kerîm tefsirlerine abdestsiz olarak dokunmak mekruhtur. Fakat hadîs ve fıkıhla alâkalı diğer kitaplara abdestsiz olarak dokunmak, ruhsat kabilinden'caizdir. Şâfiîler: Mushaf'ın tümüne veya bir kısmına abdestsiz olarak dokunmak veya taşımak bazı şartlara bağlı olarak caiz olur demişlerdir. Şöyle ki: 
1. Mushaf'ı korumak amacıyla dokunacak veya taşıyabilecektir. 
2. Mushaf'taki âyetler dirhem, cüneyh veya diğer paralar üzerinde yazılı ise abdestsiz olarak bunlara dokunulabilecektir. 
3. Mushaf'taki âyetlerin bazısı delil olarak ilim kitaplarında yazılı olursa abdestsiz olarak bu kitaplara dokunabilir. Bu kitaplardaki âyetler az da olsa çok da olsa aynı hükme tâbidir. Tefsir kitaplarına gelince bunlara abdestsiz olarak dokunmak, tefsirin Kur'andan fazla olması hâlinde 
caizdir. Eğer Kur'an, tefsirden fazla ise abdestsiz olarak dokunulamaz. 
4. Kur'an âyetleri bir elbise üzerinde yazılı olursa, abdestsiz olarak bu elbiseye dokunulabilir. Ve bu elbise taşınabilir. Kabe örtüsü de bunun gibidir. 
5. Öğrenmek amacıyla çocuğun Mushaf'a abdestsiz olarak dokunması veya Mushaf'ı taşıması caizdir. Velisi dokunma veya taşıma işinde bu durumdaki çocuğa destek de olabilir. Ardı sıra çocuğu korumakta olsa bile yine bu durumdaki çocuğun Mushaf'a dokunup onu taşıması caizdir. Bu beş şarttan biri ihlâl edilecek olursa Mushaf'a dokunmak caiz olmaz. Bu durumda Mushaf'tan bir tek âyet de olsa yine caiz değildir. Mushaf, cüzlerin muhafaza sandığı gibi küçük bir sandığa konulursa veya küçük bir rahlenin üzerine konulmuş olursa abdestsiz birinin bu sandığa veya rahleye dokunması da caiz olmaz. Ama eğer büyük bir sandığın içine veya büyük bir kesenin içine konulursa, Mushaf'ın hizasındaki kısım dışında bu sandığa veya keseye dokunmak caiz olur. Mushaf'ın cildi kopar da içinde Mushaf'tan bir parça kalmazsa, bu cild başka bir kitaba takılmadıkça abdestsiz olarak dokunulamaz. Fakat koptuğu Mushaf'a ait olduğu sürece abdestsiz olarak dokunulması haramdır. Bu durumlarda Mushaf'a dokunmak haram olduğu gibi, üzerinde Kur'an âyeti yazılı levhalara dokunmak da haramdır. Abdestsiz birinin bir parçasına da olsa, üzerindeki Kur'an âyeti silinmiş de olsa dokunması haramdır. Şunu da bilmek gerekir ki: Mükellef birisi, abdestsiz de olsa elini üzerine dokundurmaması şartıyla Ievhâ ve benzeri şeylere Kur'an âyetlerini yazabilir. Şu hususu hatırlatmakta da fayda vardır ki: Mushaf'ı Şerif sandık, elbise ve benzeri ev eşyalarının içine konulmuşsa bunları da abdestsiz olarak taşımak haramdır. Ancak maksat, sadece bu eşyaları taşımaksa bu helâldir. Yok, ama bunlarla beraber Mushaf'ı da taşımak kastedilmişse veya maksat, sadece Mushaf'ı taşımaksa bu helâl olmaz. 52 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 66-69.)

Abdestin Şartları

Abdestin şartları, vücûbunun, sıhhatinin, hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları olmak üzere üç kısma ayrılır. Vücûbunun şartlarından maksat, mükellefin abdest almasını vâcib kılan şartlardır. Ki bu şartların tümünü veya bir kısmını üzerinde taşımayan bir kimsenin abdest alması vâcib değildir. Sıhhatinin şartlarından maksat, bu şartlar gerçekleşmediği takdirde alınan abdestin sahîh olmayacağı demektir. Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından maksat ise, bu şartlardan biri gerçekleşmediği takdirde abdest almanın vâcib olmayacağı ve alınsa da sahîh olmayacağı demektir. Bunları açıklamaya çalışalım: Vücûbunun şartları: 
1. Bulûğ: Erkek olsun kadın olsun bulûğa ermeyen bir kimseye abdest almak vâcib değildir! Ama alacak olursa abdesti sahîh olur. Sözgelimi bulûğa ermeden bir saat önce abdest almış olsa, sonra da bulûğa ererse abdesti bozulmamış olup devam eder. Bu abdestle namaz kılabilir. Böyle bir durumla her ne kadar çok az karşılaşılsa da yolcuların ve çöl gibi suyu az yerlerde ikâmet edenlerin bunu bilmesinde fayda vardır. 
2. Namaz vaktinin girmesi: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından birinin vaktinin girmiş olması, ileride namaz vakitleri bahsinde açıklanacaktır. Bu vakitlerden biri gelip çattığında mükellef birinin, üzerine farzolan namazı kılması gerekli olur. Namaz, abdest veya onun yerine geçecek bir şey (teyemmüm gibi) alınmadan helâl (sahîh) olmayacağına göre, kişinin namaz kılmak için abdest alması farz olur. Vaktin girmesiyle namaz, kişinin üzerine genişletilmiş bir vecîbe olarak farzolur. Onsuz kabul edilmeyecek olan abdest de böyle... Genişletilmiş vecîbenin mânâsı şudur ki: Mükellefler namazı vaktin başında kılacakları gibi, ortasında veya sonunda da kılabilirler. Vaktin sonuna doğru gelinip de geriye sadece abdest alınıp namaz kılabilecek kadar bir zaman kalırsa bu durumda daraltılmış bir vecibe olur. Mükellef, bu durumda acilen abdest alıp namaz kılmak zorundadır. Abdest ve namazı bundan sonrasına bırakacak olursa günahkâr olur. Farz namazı kılmak isteyenin abdest alması farz olduğu gibi, nafile namaz kılmak isteyenin de abdest alması farzdır. Nafile namaz kılacak olan birinin (eğer yoksa) hemen abdest alması farzolur. Nafile de olsa abdestsiz olarak namaz kılmak haramdır. Vaktin girişinin sadece abdestin vücûbu için bir şart olduğu anlaşıldıktan sonra bilinmelidir ki: Vaktin 

girişinden önce alınan abdest sahîh olur. Yani vaktin girişi, abdestin sıhhat şartı değildir. Yalnız abdest alanın özür sahibi biri olmaması gerekir. 
Mâlikîler: Özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahîhtir demişlerdir. Hanefiler dediler ki: Özürlü kimsenin vaktin girişinden önce aldığı abdest sahîhtir. Sözgelimi öğleden önce abdest alır, sonra da öğle vakti girerse bu abdesti bozulmuş olmaz. Bununla öğle namazını kılabilir. Öğlen vakti çıkıncaya kadar da abdestinin hükmü devam eder. Öğle vakti sona erip çıkmakla abdesti de bozulmuş olur. İkindi namazım, yeniden abdest almadan kılamaz. Bahsi gelince de, vakti çıktığından ötürü abdestinin bozuluş sebebi anlatılacaktır. Sayfanın üst tarafında anlatılanlar, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göredir.
Meselâ sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunan bir insanın, ancak vakit girdikten sonra abdest alması sahîh olur. Nitekim bunun izahı, ma'zûr kimseler bahsinde yapılacaktır. 
3. Eski abdest bozulmuş olacak: Meselâ bir kişi, öğle namazı için abdest alır da bu abdesti gün boyunca bozulmasa yeniden abdest alması vâcib olmaz. Çünkü bu abdesti sahîh olmakta devam etmektedir. Vaktin girişinden önce mevcûd bulunan bir abdest de sahîhtir. 
4. Abdest almaya muktedîr olmak: Hastalık veya benzen hallerden ötürü suyu kullanamayan kimsenin, ileride teyemmüm bahsinde de açıklanacağı üzere, abdest alması vâcib olmaz. Kullanmak için su bulamayan kimseler de hastalar hükmündedirler. Bu saydıklarımız, abdestin, üzerinde ittifaka varılan vücûb şartlarıdır. Özet olarak diyebiliriz ki: Mükellef kişi, abdestli değilse, vaktin girişiyle abdest almak mecburiyeti altına girer. Yalnız bu kişi, suyu kullanmaya da muktedîr olmalıdır. Sıhhatinin şartları: 
1. Abdest alınacak su, temizleyici bir su olmalıdır: Abdest alacak olan kişinin, bu suyun temizleyici olduğunu zannetmesi yeterlidir. 
2. Abdest alan mümeyyiz olmalıdır: Mümeyyiz olmayan çocuğun aldığı abdest sahîh değildir. Bu, bir varsayım olup, “abdestsiz çocuğun Mushaf'a dokunmasına mâni olunmalıdır” diyenler bu varsayıma ihtiyaç duyabilirler. 
3. Abdestle yıkanacak organa suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunmamalıdır: Meselâ elde, yüzde, başta veya ayaklarda derinin dış yüzüne suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunduğu takdirde bu abdest sahîh olmaz. Yine aynı şekilple elde veya yüzde donmuş yağ, balmumu veya hamur bulunur da bunfar suyun deriye ulaşmasına engel olurlarsa alınan abdest sahîh olmaz. Abdest almakta olan kişide abdeste zıt bir durum meydana gelmemelidir. Meselâ abdest almakta olan kişide, yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra abdesti bozacak bir durum meydana gelirse bu kişi, abdeste yeniden başlamaya mecbur olur. Ancak özürlü kişilerden olursa yeniden abdest alması zorunlu olmaz. Meselâ sürekli sidik akıntısına müptelâ olan bir kişiden abdest esnasında bir veya birkaç damla sidik damlayacak olursa yeniden abdest alması gerekmez. Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları: 
1. Akıllı olmak. Delinin, saralının, bunağın, baygının abdest almaları vâcib değildir. Bunlardan biri abdest alacak olursa bu abdesti sahîh olmaz. Şöyle ki: Bunak biri abdest alır da birkaç dakika sonra bu hastalığından kurtulup iyileşecek olursa bu abdestiyle namaz kılması sahîh olmaz. Deli de bu hükme tâbidir. Bunak, saraya düşmüş ve baygın kimselere gelince (şuurları yerinde olmadığından ötürü) bunların abdest almaları zaten düşünülemez. Ancak bunu anlatmaktaki gayemiz, Allah Teâlâ-nın bu hallerde, bütün mükellefiyetleri ortadan kaldırdığını bildirmek içindir. Yine de bu hallere müptelâ kimselerin abdest aldıklarını farzedecek olursak, bunların almış oldukları abdestler sahîh olmaz. Şunu bilmek gerekir ki, ibâdetler karşısındaki şer'î tasarruflarla, günlük hayattaki muameleler karşısındaki şer'î tasarruflar aynıdır. İbâdetlerde olduğu cjibi muameleleri yapanların da akıllı kimseler olmaları vâcibdir. Akılsızların muameleleri geçerli olmaz.
Hanefiler dediler ki: Delilik ve sar'aya düşmek, abdeste zıt durumlardandır; abdesti bozarlar. Bu nedenle akıllılık, abdestin sıhhat şartlarından biri olmaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi akıllılık, abdestin vücub şartlarından idi. Böylece hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından biri olmaktadır.
Hanefiler dediler ki: Bunak, sözlerini birbirine karıştıran ve sakin olmasına, kimseye sövmemesine, şuursuzca yürümemesine rağmen yine de ne yapacağını bilemeyen, hülâsa tedbiri bozulan kimsedir. Bu durumdaki kimselerin ibâdetleri, çocuğunki gibi sahîhtir. Ancak mükellef değildirler. Bunamamak, sadece vücub şartıdır. Sıhhat şartı değildir.
2. Kadının, aybaşı ve nifastan sonraki lohusalık kanlarından temiz olması. Bu haldeki kadınların abdest almaları vâcib değildir. Alacak olsalar ve aldıktan birkaç dakika sonra temizlenecek olsalar, bu abdestleri, sıhhat şartına uyulmadığı gerekçesiyle sahîh ve muteber olmaz. Ama yine de aybaşı hâlini geçirmekte olan bir kadının hatırlama kabilinden olması dolayısıyla her namaz vaktinde abdest alıp önceden namaz kıldığı yerlerde oturması menduptur. Fakat unutulmasın ki bu abdest, sadece bir şekilden ibarettir. Namazı anmak ve unutmamak içindir. 
3. Uyku ve gafletin olmaması. Uyumakta olan kişi, ilâhî rahmet dolayısıyla mükellef olmamaktadır. Gafil (dalgın) da böyledir. Bunlar şayet abdest alsalar bile bu abdestleri bâtıldır, geçersizdir. Bazıları sanarlar ki: Uyuyan kişi, sadece kendi yatağında veya bir başkasının yatağına uzanarak uyuyan kişidir. Böyle birinin uyurken abdest alması zaten düşünülemez. Bizim burada uyuyan kişiden kastettiğimiz şudur: Uyurken kalkıp hareket eder. Hatta yine uyurken evinden dışarı çıkar. Bu kimseler hissetmeseler bile uyur-gezerken abdest alabilirler. Benim bir komşum vardı. O da bu uyurgezerlerdendi. 
4. Müslüman olmak. Şu mânâda ki: “Gayr-ı müslim” birinden abdest almasını isteyemeyiz. Ama küfür halindeyken de namaza ve namazın vesilelerine (abdest ve teyemmüme) muhatabtır. Terkinden dolayı da azâb görecektir. Ama müslüman olmadan aldığı abdest de sahîh değildir.
Malikiler dediler ki: Müslüman olmak sadece sıhhat şartıdır. Kâfirler şerîatin hükümlerine muhatap olmaları dolayısıyla ibadetle mükelleftirler. Terkettikleri gerekçesiyle de azaba maruz kalacaklardır. Ancak bu ibadetleri de müslüman olduktan sonra sahîh olabilir. Küfür halindeyken yapacakları ibadetler sahîh olmaz. Çünkü niyet olmaksızın hiçbir ibadet sahîh olamaz. Ayrıca niyetin de sahîh olabilmesi için müslüman olmak şarttır. 
Hanefiler dediler ki: Müslüman olmak abdestin sadece vücûb şartlarındandır. Hem vücûbunun ve hem de sıhhatinin şartlarından değildir. (Mâlikîlerin hilafına.) Kâfir, şerîatin hükümlerine muhatab değildir. Hanefîler müslüman olmayı abdestin sıhhat şartlarından saymamışlardır. Çünkü onlara göre abdest, niyet etmeden de sahîh olur; Abdestte niyyet farz değildir. Ama teyümmümde bunun aksine niyet, farzdır. Bu durumda kâfir bir kişi teyemmüm yapacak olursa teyemmümü sahih olmaz. Zîrâ teyemmüm, niyet rüknüne bağlıdır.
5. Peygamber Efendimiz Muhammed İbn Abdullah'ın çağrısının mükellefe kavuşmuş olması. Kendisine bu çağrının ulaşmamış olduğu kimselere abdest vâcib değildir. Alsalar bile, aldıktan sonra bir saat içinde çağrıya muhâtab olurlarsa bu abdestleri geçersiz olur. Bununla namaz kılmaları sahîh olmaz. Ki bu hususta bazı mezheblerin koşmuş oldukları birtakım ek şartlar aşağıda sıralanmıştır. 
Hanefiler dediler ki: Peygamber Efendimizin çağrısının ulaşması, abdestin sıhhat şartlarından değildir. Şöyleki: Adamın biri, bu çağrı kendisine ulaşmadan abdest alicak olursa, sonra da çağrıyı alırsa bu abdesti sahîh olur. Hanefîler, çağrının ulaşmasını İslâmiyet şartı ile yetinerek abdestin vücûb şartlarından saymamışlardır. Çünkü İslâmiyet, ancak bu çağrı yapıldıktan sonra gerçekleşmektedir. Böylece de anlaşılıyor ki: Peygamberimizin çağrısını, abdestin hem vücûbunun hem sıhhatinin şartlarından sayanlar sadece Şâfiîler ile Hanbelîlerdir. 
Şâfiîler: Abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir: 
1. Abdest alan kişi, abdestin alınış keyfiyetini bilmelidir. Öyleki: Abdestin elleri, yüzü, ayaklan yıkamak vs. den ibaret olduğunu bilse ve bunları yerine getirirken bunun şerîatçe kendisinden istenilen abdestin ta kendisi olduğunu bilmese abdesti sahîh olmaz. 
2. Farzı diğerlerinden ayırdedebilmelidir. Ancak abdest alan, avamdan biriyse bunun, farzı nafile olarak itikad etmemesi gerekir. Onun için yeterli olan budur. Eğer abdestteki bütün fiillerin farz olduğuna inanırsa aldığı abdest yine sahîh olur. Yine bunun gibi abdestte hem farz hem de sünnet olan fiiller bulunduğuna inansa, ancak farzlarla sünnetleri birbirinden ayırd edemese aldığı abdest yine sahîh olur.
3. Abdeste başladığı anda niyet edip bu niyeti abdest tamamlayıncaya kadar devam ettirmelidir. Sözgelimi eğer yüzünü yıkarken abdeste niyet ederse, sonra da ellerini sırf temizlik veya serinlemek amacıyla yıkarsa bu abdesti sahîh olmaz. Ki buna hükmen niyetle beraberlik denir. Eğer bir kişi abdeste niyet eder, bununla birlikte temizlik maksadıyla da niyet ederse bu niyeti abdesti bozmaz. 
Hanbelîler: Bunlar da abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir: 
1. Abdest alınacak su, mübâh bir su olmalıdır. Gasbedilmiş bir suyla alınan abdest sahîh olmaz. 
2. Abdest almaya niyet edilmelidir. Niyet edilmeksizin alınan abdest sahîh olmaz. Hanefîlere gelince bunların nazarında niyet, sünnettir. Bir rükün veya bir şart değildir. Mâlikî ve Şâfiîlere gelince bunlar demişlerdir ki: Niyet, abdestin rükûnlarından bir rükündür. Niyeti, abdest için bir şart olarak kabul edenler, yalnızca Hanbelîlerdir. Niyet bahsi geldiğinde rükün ile niyet arasındaki fark açıklanacaktır. 
3. Abdestten önce istinca veya isticmar yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan alman abdest sahîh olmaz. İstinca bahsinde bu hususun açıklaması yapılacaktır. 53 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 69-74. 54 Mâide: 5/6.)

Abdestin Farzları

Farz kelimesi, lügatte kesmek mânâsına gelmektedir. Istılahta ise yapana sevâb, yapmayana ceza verilen şey demektir. Ayrıca fıkıhçılar terim olarak “farz” ile “rükn”ü aynı anlamda ele almışlardır. Bir şeyin farzıyla rüknü aynı anlamı ifade eder. Yine fıkıhçılar farz ve rükün ile şart terimlerini birbirlerinden ayırmışlardır. Şu bebeble ki: Farz veya rükün, bir şeyi meydana getiren ve onun birer parçası olan aslî unsurlardır. Şart ise bir şeyin var olmasının kendisine bağlı bulunduğu şeydir. Mesela namazı ele alalım: Tekbir, rükû', sücûd... ilh. Bunlar, namazın farzlarıdır. Sıhhatinin şartlarından biri de vaktin girmiş olmasıdır. Vaktin girmesinden önce kılınan namaz, mâhiyet itibariyle her ne kadar tamamsa da, şerîat nazarında bâtıldır. Zîrâ sahîh olması için vaktin girmiş olması gereklidir. Bunları anlattıktan sonra gelelim abdestin farzlarına. Bu farzların sayısında dört mezhebin İmamları ihtilâf etmişlerdir. Ancak Kur'an-ı Kerîm'de sabit olan farzlar dört tanedir: 
1. Yüzü yıkamak, 
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak, 
3. Başın tamamını veya bir kısmını meshetmek, 
4. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak. 
Âyet-i kerîmede de bu farzlar sayılmaktadır. Şöyle ki: 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Ey imân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın).” 54 (Mâide: 5/6.)

Abdestin farzlarının bu kadarında mezheb İmamları ittifak etmişlerdir. Ancak başın meshediliş şeklinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazısı başın tümü, bazısı da bir kısmı meshedilir demişlerdir. Bazı İmamlar bu farzlara birtakım farzlar daha eklemişlerdir. Abdestin farzlarını her mezhebe göre ayrı ayrı anlatacağız ki meseleler dağınık olmasın ve bu farzları okuyup bilmek güçleşmesin. Sonra da üzerinde ittifaka varılan hususları ayrıca akılda tutmak gerekir.
Hanefiler dediler ki: Abdestin farzları yukarıda sayılan dört farzdan ibarettir. Eğer bir mükellef, fazla bir ilâvede bulunmaksızın sadece bu dört farzı yerine getirecek olursa abdestli sayılır. Bununla namaz kılabilir. Ve abdestli olmadan yapılamayacak ibâdetlerin tümünü yapabilir. Meselâ Mushaf'a dokunup onu ele alabilir. Ancak sünneti terketmiş olur. Ki sünnetleri terkeden kişinin hükmü de, abdestin sünnetleri bahsinde anlatılacaktır. Şimdi de Hanefîlere göre abdestin dört farzını anlatmaya çalışalım: 
1. Yüzü yıkamak: Bununla ilgili bazı hükümler vardır. Ki bunları da şöylece sıralayabiliriz:     
a. Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırının izahı. 
b. Yüzde biten çene, bıyık ve kaş tüylerinden yıkamlması gereken yerlerin izahı. 
c. Gözlerin iç ve dışlarında yıkamlması gereken ve gerekmeyen yerlerin izahı. 
d. Burun kemerinden yıkanması gereken yerlerin izahı. 
Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı: Sakalı olmayanların yüzlerinin uzunlamasına sının: Saçın alındaki bitme noktasından başlayıp çenenin son noktasında nihayete erer. Saçın mûtad bitme noktası da normal bir adamda alnın son kısmındadır. Normal olmayan adam da ya keldir veya kâküllüdür. Kel, saçı ön taraftan gitmiş olan adama denir. Ki sanki başının ön kısmı anadan doğma saçsızdır. Böyleleri, başlarında veya alınlarında saç bulunmayan bütün yerleri yıkamak mecburiyetinde değildirler. Sadece normal olarak saçın bitebileceği yerlere kadar olan kısımları yıkamak mecburiyetindedirler. Yani alnın birazcık üst tarafını yıkarlar. Kâküllü kimseye gelince bu, saçı uzayıp alnına kadar, hatta bazılarında kaşlarına kadar inen kimselerdir. Bunlar kelin hükmündedirler. Bunlar da kel gibi, alnın birazcık üst tarafını yıkamak mecburiyetindedirler. Zîrâ insanların çoğunun saçı bu noktada biter. Bu durumlarda çoğunluk nazar-ı itibâra alınır. Yaratılışta insanların çoğunluğuna uymayan, mükellefiyet açısından da onlara uymaz. Yüzün genişlemesine sınırına gelince bu, bir kulağın kökünden (bazıları buna kulak kazığı derler) başlayıp öbür kulağın köküne kadar davam eder Kulak ile çene kemiği arasındaki beyazlık da tabiî olarak yüzden sayılmaktadır. Ki burasını yıkamak da vâcibdir. Yüzde biten tüylere gelince bunların en önemlileri sakal ve bıyıktır. Sakalın hükmüne gelince, bunun üst taraftan başlayıp çeneye kadar olan ve yüzün derisi üstünde bulunan bölümünü yıkamak vâcibdir. Tabiî, beşere dediğimiz deri üzerinde bulunan sakal tüylerini yıkamak vâcibdir. Tüylerin uzayan kısımlarım yıkama mecburiyeti yoktur. Sakallarını uzatanlar, sadece yüzlerinin derisi üzerinde bulunan kısımlarıyla çene derilerinin üzerinde bulunan kısımları yıkamakla yükümlüdürler. Sonra eğer sakal seyrekse ve suyun, dipteki derinin dışyüzüne ulaşması mümkünse, bu durumda sakalı parmakla hilâllemelidir. Ki su dibine ulaşabilsin. Yok, eğer sakal sık ise sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur. Bıyığa gelince, Hanefî mezhebinin önde gelenleri bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları eğer bıyık, dibindeki deriye su ulaşmayacak kadar sık ise bu durumda alınan abdest geçersiz olur, bâtıldır, demişlerdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki: Bu durumda abdest bâtıl olmaz. Sadece bıyığın üstünü yıkamak yeterli olur. Abdest hususunda müftâbih olan görüş budur. Ama gusül işine gelince, gusül yapılırken sık bıyıklar hiç de affedilmez. Bıyık, çok sık olursa gusül bâtıl olur. Guslün bu durumda bâtıl oluşunun sebebi, şâri'in bıyıkları uzatmayı yasaklamış olmasından ileri gelmektedir. Zîrâ böylesi bıyıklar yemek kırıntılarını ve kirleri taşırlar. Sık olan bıyıkların yıkanmasında şiddet gösterilmiştir. Ki insanlar, hiç faydası yokken bıyıklarını aşırı derecede uzatmasınlar. Bunları anlattıktan sonra geriye yüzdeki tüylerden sadece kaş tüyleri kalmış oluyor. Bunların hükmüne gelince eğer bunlar, suyun dipteki deriye ulaşmasına imkân verecek kadar seyrek iseler elle hareketlendirilmeleri vâcibtir. Yok eğer çok sık iseler hilâllemek vâcib olmayıp sadece dış kısımlarım yıkamakla yetinilir. Buruna gelince, yüzden sayıldığı için dışının tamamım yıkamak vâcibdir. Küçük de olsa bir parçası yıkanmasa abdest fâsid olur. Alt taraftaki burun delikleri arasında bulunan ayırıcı kısım da burundan sayılmaktadır. Burnun içini yıkamak, Hanefîlere göre şart değildir. Yüzde bir yara çıkar, iyileştikten sonra da yerinde bir çukurluk kalırsa suyun, bu çukurun içine ulaşması gerekir. Tıpkı bunun gibi yüzdeki kırışıklıkların arasına da suyu ulaştırmak vâcib olmaktadır. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki: Bir kişi abdest aldıktan sonra saçını veya sakalını tıraş edecek olursa abdesti bozulmaz. 
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak: Abdestin farzlarından olan bu ikincisiyle ilgili bir takım hususlar vardır. Ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 
a. İnsanın fazla parmağı varsa abdest alırken bunu da yıkaması vâcibdir. Ama fazla bir eli varsa bu el de aslî elin hizasındaysa onu yıkaması vâcib olur. Ama bu el aslî elinden daha uzunsa, aslî elinin hizasında olan kısmını yıkaması vâcib, gerisini yıkaması vâcib değildir. Ancak yıkarsa mendub işlemiş olur. 
b. Eline veya tırnağının aslına çamur ve hamur gibi şeyler yapışmışsa bunları gidermesi ve suyu tırnağının aslına ulaştırması vâcibtir. Aksi takdirde aldığı abdest bâtıl olur. Tırnağın aslından maksat, parmak etine yapışık olduğu kadarıdır. Eğer tırnak uzar da parmak başım geçerse uzayan yeri de yıkamak vâcib olur. Aksi takdirde alınan abdest bâtıl olur. Tırnak altındaki pislik ve kirlere gelince, abdest alan ister köylü ister şehirli olsun, zorlukları gidermek prensibine göre bunlar abdeste zarar vermezler. Fetva da bu görüş üzerinedir. Hanefî mezhebinden bazı muhakkik âlimler ise, uzamış tırnakların içine yapışık kirlerin yıkanmasının zorunlu olduğunu, yıkanmadığı takdirde alınan abdestin 
bâtıl olacağını söylemişlerdir. Tırnak altında ezâ verecek pisliklerin yığılacağı gerekçesiyle bu, güzel bir hükümdür. Ancak ekmekçilerin uzayan tırnaklarının altında azıcık hamur kalacak olursa, meslek zorunluluğu gerekçesiyle bu muaf sayılmıştır. Kına ve boyaların eserleri de abdeste zarar vermez. Ancak kınanın el üzerinde bir hacim tutacak kadar kalıntısı bulunursa, suyuncleriye ulaşmasına engel olacağı gerekçesiyle bu, abdeste zarar verir. 
c. Eli kesilen bir kişi, elinin geri kalan kısmını yıkamakla yükümlüdür. Eğer farz yerinin tamamı kesilmişse yıkama yükümlülüğü düşer. 
3. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak: Mafsal yumru kemikleri, bacağın alt tarafında ve ayağın üst tarafında bulunan dışa doğru çıkık iki kemiktir. Bunların arka taraflarını yıkamak, ayak tabanındaki çatlakların arasını yıkamak da vâcibtir. Ayağının bir kısmı veya tümü kesilen kişinin hükmü, elinin bir kısmı veya tümü kesilen kişinin hükmü gibidir. Bir kişi ellerini veya ayaklarını çatlaklar dolayısıyla yağlayıp merhemlese sonra da abdest alsa, yağlı yerler suyu kabul etmez ve su deriye ulaşmazsa bakılır: Eğer su, merhemin altına ulaştığı takdirde zarar verecekse yıkamak vâcib olmaz. Eğer zarar vermeyecekse bu merhemi ve yağı silip yerini yıkamak vâcib olur. Ayakta yarılmalar olur da yıkandığı veya suya daldırılıp derhal çıkarılması hâlinde bile zarar doğacaksa, bu durumda ayağı yıkama yükümlülüğü düşer. Sadece suyla meshedilir. Mesh etmek de zararlı olacaksa veya bunu bile yapamayacak kadar âciz ise meshetme yükümlülüğü de düşer. Sadece zarar vermeyecek yerleri yıkanır. 
4. Başın dörtte birini meshetmek: Başın dörtte biri, kişinin avuç içi kadar olarak takdir edilir. Vâcib olan, başın tümünden avuç içi kadarını mesh etmektir. Abdest alanın avuç içine su değip ıslanır da sonra avuç içini önden veya arkadan veya herhangi bir tarafından başının üzerine koyarsa bu kendisine yeterli olur. Şunu da kaydetmek gerekir ki: Baş, illâ da avuç içi ile meshedilecektir diye bir zorunluluk yoktur. Herhangi bir sebeple başın dörtte birine su değecek olursa bu da yeterli olur. Mesh, elle yapılırken bunun en azından üç parmakla yapılması şarttır. Ki su, başın dörtte birine, kurumadan önce ulaşabilsin. Meselâ iki parmakla meshedecek olursa su, başın dörtte birine tam olarak ulaşmak için hareket etmeden önce olduğu yerde kuruyabilir. Ve messhi, istenen kısımlara ulaşmayabilir. Ama parmak başlarıyla mesheder ve su da damlalar hâlinde damlarsa bu dmurumda başın dörtte birine ulaşabilir. Bu, mümkün olduğu için sahîh olarak kabul edilir. Yok, eğer su, damlamamaktaysa bu mesih sahîh olmaz. Başı meshederken avuçlara ayrıca su almak şart değildir. Eğer avucu ıslaksa bu, mesh için yeterli olur. Ama avucu ıslak değilse, uzuvlarından birinin üstündeki ıslaklığı alması yeterli olmaz. Meselâ kollarım yıkarken avucunun içi kuru ise, avucunu kollarının üzerindeki suyla ıslatıp başım meshedecek olursa bu yeterli olmaz. Saçları alnının ve boynunun üzerine gelecek kadar uzamış olan bir kimse, başını meshederken sadece boynundaki veya alnının üzerindeki saçları meshedecek olursa yeterli olmaz. Asıl maksat, başın dörtte birini meshetmektir. Eğer başı tıraşhysa durum açıktır. Eğer saçlı ise, başının üzerindeki saçları meshedecektir. Yani meshedilen saçların, başın bir parçası üzerinde bulunması gereklidir. Eğer başının bir kısmı tıraşlı, diğer kısmı tıraşsız ise dilediği taraftan başının dörtte birini meshedebilir. Bir kişi abdest alırken saçını mesheder de sonra gidip tıraş olursa abdesti bozulmuş olmaz. Yerden bir parça (temiz) kar alarak başını onunla meshedecek olursa bu da yeterli olur. Başıyla birlikte yüzünü yıkayacak olursa bu da yeterli olur. Ancak bunda kerahet vardır. Özürlüler dışındaki bir kimsenin sarık üzerinden başını mesh etmesi caiz olmaz. Yine aynı şekilde kadınlar da başlarına örttükleri mendil veya eşarp üzerinden başlarını meshedemezler. Ancak bu örtüler ince olup, suyun nüfuz etmesine engel olmazsa caiz olur. Kadının başına kına yakılmış veya boya sürülmüşse meshedüirken mesh suyu boyanır ve eski hükmünden çıkarsa bu abdest caiz olmaz. Eğer su, boyanmayıp eski hükmünden çıkmazsa caiz olur. Hanefîlere göre abdestin farzları bunlardan ibarettir. Bunların dışında kalan hususlar onlara göre sünnettir. Abdestin sünnetlerinin açıklaması ileride yapılacaktır. 
Mâlîkîler: Abdestin farzlarının yedi tane olduğunu söylemişlerdir: 
1. Niyet: Bununla ilgili bazı hususiyetler vardır ki onları şöylece sıralayabiliriz: 
a. Tanımı, 
b. Keyfiyeti, 
c. Vakti, 
d. Yeri, 
e. Şartları, 
f. İptal edicileri. 
Tanımı ve keyfiyeti: Bir işi irâde edip yapmaya yönelmektir. Bir kişi, bir işi yapmaya yönelip kasdettiğinde ona, “bu işe niyet etti” derler. Niyetin abdestteki keyfiyetine gelince, kişinin, abdestsizliğin mâni olduğu bir işin önündeki engeli kaldırmak istemesi veya hades hâlini ortadan kaldırmayı istemesi veyahut da bir farzı edâ etmeye yönelmesidir. Açıkça bilinen bir husustur ki niyetin yeri kalbtir. Bir kişi, anlatılan keyfiyetlerden biriyle abdest almaya yönelirse niyet etmiş olur. Diliyle söylemesi şart değildir. Niyeti, abdestin sonuna kadar kalbte tutmak da şart değildir. Abdest alırken niyet ettikten sonra sonuna kadar niyeti kalbte tutmayıp aklı başka tarafa dalacak olan kimsenin abdesti bâtıl olmaz. Niyetin vaktine gelince; niyet, abdestin başlangıcında yapılmalıdır. Abdest alan kişi bazı organları niyetsiz olarak yıkarsa abdesti bâtıl olur. Ama niyeti abdeste başlamadan (örfe göre) kısa bir zaman önce yapacak olursa bu niyet geçerli olur. Meselâ abdest almak için bir yere oturup niyet ederse sonra da hizmetçi, ibriği getirip eline su dökerse ve yeniden niyet etmezse bu ab'desti sahîh olur. Çünkü niyet ile abdest arasına uzun bir zaman fasılası girmemiştir. Niyetin şartlarına gelince bunlar, üç tanedir: 
a. Müslüman olmak, 
b. Mümevviz olmak 
c. Kesin karar vermek. 
Meselâ “gayr-ı müslim” biri, bir ibâdet yapmaya niyet edecek olursa bu niyeti sahîh olmaz. Dinî yükümlülüklerin derecelerini bİribirinden ayırd edemeyen, İslâmiyet'in ne demek olduğunu bilemeyen çocukların ve delilerin niyetleri de sahîh olmaz. Mümeyyiz çocuğun niyeti sahihtir. Abdest alacak kişi, niyetinde tereddüt edecek olursa abdesti sahîh olmaz. Sözgelimi kendi kendine: “Eğer abdestini bozulmuş ise abdest almaya niyet ettim” dese, bu niyet sahîh olmaz. Zîrâ niyet ederken kesin karar vermek gereklidir. Niyeti iptal edici şeylere gelince bu, abdest esnasında niyeti inkâr etmektir. Meselâ abdesti iptal etmeye ve abdesti tamamlamamaya niyet ederse abdesti iptal edilmiş olur. Ama abdesti tamamladıktan sonra böyle bir niyette bulunacak olursa abdesti sahîh olduğundan dolayı, başka şeylerle bozulmadığı takdirde bu niyetle bozulmaz. 
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sının, Hanefîlerin anlattıkları gibidir. Ancak Mâlikîler demişlerdir ki: Kulak köklerinin üzerinde bulunup başa bitişik olan beyaz kısmın yıkanması değil de mes-hedilmesi vâcibtir. Zîrâ bu kısım, yüze değil de başa tâbidir. Yine bunun gibi şakaklardaki saçlar da başa tâbidir. Fakat Hanefîler derler ki: Şakaklar-daki saçlar yüze tâbidir. Yıkanması farzdır. 
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerde olduğu gibi bunlarda da parmak uçlarındaki kırışıklıkların arasını ve parmak uçlarını örtecek kadar uzanan tırnakların altını yıkamak vâcibtir. Bunlar derler ki: Aşırı miktarda çok olmadıkça tırnak altındaki pislikler afvolunan pisliklerdendir. 4. Başın tümünü meshetmek; Başın sının, ön tarafta alnın saç -bitim noktasından başlayıp geriye doğru giderek ense kökünde sona erer. Şakaklardaki tüylerle kulak köklerinin.üst kısmındaki tüysüz beyaz yer de baştan sayılır. Az olsun çok olsun uzamış olan saçların tümünü meshetmek vâcibtir. Bir kişi, saçlarını örmüş ise ve bu örgüsünü üç iple örmüş ise başını meshederken bunları çözmesi vâcibtir. Ama iki veya daha az sayıda iple örmüş ve örgüsü de sık ise meshederken çözmesi vâcib olur. Sık değilse önemi yoktur. Örgüsünü ipsiz olarak örmüş ise bu, ister sık ister gevşek olsun çözülmediği takdirde abdeste zararı olmaz. Başın meshi esnasında örgünün çözülmesi, bunun iple örülmüş olması şartına bağlıdır. İple örme, bazı köylülerde görülen bir âdettir. Şehir toplumunda yerleşmiş olan gelenek gereği saçları arkada örgüsüz olarak toparlamak veya ipsiz olarak örmek meshe zarar vermez. Önce de geçtiği gibi Hanefî Mezhebine göre, neresinde ve ne şekilde olursa olsun başın dörtte birinin meshedilmesinin yeterli olduğu bilinmektedir. Şafiî mezhebi bu hususta daha da toleranslı davranıp az olsun çok olsun, başın bir parçasının meshedilmesini yeterli görmüştür. Ki az ileride bunun açıklaması yapılacaktır. Bir kişi başını yıkasa bu, mesh yerine geçerli olur. Ne ki bu mekruh bir davranıştır. Zîrâ Allah, yıkamayı değil mesh etmeyi emretmiştir. Bir kişi başını meshettikten sonra tıraş olup saçını kestirecek olursa meshini yenilemesi gerekmez. Başın derisi soyulacak olsa bile yine meshi yenilemez. Bu, ittifakla böyledir. Kulakların dış kısmına gelince, baştan sayılmadığı dolayısıyla meshedilmeleri 
vâcib değildir. Bunda da ittifak vardır. Yalnız Hanbelîler kulakları başın bir parçası saymaktadırlar. 5. Ayakları mafsal yumru kemikleriyle birlikte yıkamak: Bunlar, bacağın alt kısmında ve ayakların üst tarafında bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Ayakların tabanındaki çatlakları yıkamak da vâcibtir. Bu hüküm, Hanefî mezhebinde de vardır. Ayakların yıkanması, farz olan kısmının tümü kesilmiş olursa Hanefî mezhebinde de olduğu gibi yıkama yükümlülüğü düşer. 
6. Muvâlât: Buna çabuk davranma da denebilir. Bunu şöyle de tanımlayabiliriz: Abdest almakta olan bir şahıs, bir organ kurumadan diğerini yıkamaya geçmelidir. Zaman, mekân ve mizaç normal olduğu takdirde bir organın kurumasını beklemeksizin bir sonraki organı yıkamaya başlamalıdır. Zamanın normal olmasından kasıt, suyun alışılmamış şekilde kurumasına sebebiyet vermeyecek bir mevsimde bulunulmamasıdır. Mekânın normal olmasından kasıt, suyu kurutacak derecede sıcak veya donduracak derecede soğuk bir yerde bulunulmamasıdir. Mizacın normal olmasından kasıt ise, kişinin yaratılışında suyun çabucak kurumasına yol açacak bir hararetin bulunmamasıdır. Abdestin organları, bu organlar ister yıkananlar olsunlar (yüz, el ve ayak gibi), ister meshedilenler olsunlar (baş gibi) bunların biri kurumadan diğerine geçilmesi gerekir. Meselâ baş meshedildikten sonra hemence ayakların yıkanmasına geçilmelidir. Başın kurumasıyla diğer organların kurumasının süresi aynı olarak kabul edilmektedir. Muvâlâtın farz olmasının iki şartı vardır: 
a. Muvâlâtın, abdest alanın hatırında olması lâzımdır. Ama unutur da ellerini yıkarsa, sonra da yüzünü yıkarsa bu sahîh olur. Ama bunu abdesti tamamlama esnasında hatırlayacak olursa niyetini yeniden yapması gerekir. Çünkü önceki niyeti, unutmaktan ötürü batıl olmuş olur. 
b. Muvâlattan âciz olması, ama bunda da aşırılığa gidilmemesi: Meselâ abdest için suyunu yanına indirir ve bu suyun abdeste yeteceğine kanaat getirir de abdestini alırken diyelim ki yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra su. tükenir, abdesti tamamlamak için yeni suya ihtiyâç doğarsa, su gelinceye dek, yıkamış olduğu organlar kurursa bu durumda muvâlât, farz olmaktan çıkar. Yeni gelen suyla da abdestin geri kalan kısmını tamamlar. Yani başını meshedip ayaklarını yıkarsa aradan uzun bir zaman geçmiş olsa bile abdesti tamamlanmış olur. Aşırılığa kaçmamaya gelince diyelim ki: Abdest suyunu yanına indirdiğinde bu suyun abdest için yeterli olacağından şüpheye düşer, yine de abdest almaya başladıktan sonra tamamlayamadan su tükenirse ikinci bir su gelinceye kadar da aradan epeyi zaman geçerse bu durumda önceden yıkamış olduğu veya meshettiği organların hükmü geçersiz olur. Abdeste yeniden başlar. Ama aradan kısa bir zaman geçerse abdestin geri kalan kısmını tamamlamakla yetinir.             
7. Organları ovmak: Yıkanan organların üzerinde eli gezdirmeye ovmak denir. Ki bu, saçların ve parmakların arasını hilâllemek gibi farzdır. 
Şafiiler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir: 
1. Niyet: Burada niyetin tanımını ve şartlarını ele alacağız. Geri kalan bahisleri, Mâlikîlerin önce bahsettikleri şeylerden hemen hemen farksızdır. Ancak iki durum müstesnadır: 
a. Mâlikîler derler ki: “Niyet eder etmez hemen abdeste başlanılır” diye bir şart ileri sürmek doğru değildir. Niyet edildikten sonra örfe göre kısa bir aralıktan sonra da abdeste başlanabilir. Fakat Şâfiîler böyle demeyip, “niyet ile abdestin ilk başlangıç cüzü birlik içinde olmalıdır” demektedirler. Abdestin farzlarının başlangıcı yüzü yıkamak olduğuna göre, yüzün yıkamaya ilk başlanılması anında abdeste niyet edilmesi gerekir. Eğer yüz, niyetsiz olarak yıkanacak olursa alman abdest geçersiz olur. Ama yüzün yıkanmasına başlanıldığında niyet edilir, fakat bu niyet, yüzün yıkanmasının sonuna kadar hatırda tutulmayıp unutulacak olursa abdest yine sahîh olur. Niyetin ilk başta yapılması yeterli olur. Çünkü yüzün tamamını yıkaymcaya kadar, niyeti hatırda tutmak şart değildir. Avuç içi yıkanırken, mazmaza ve istinşak yapılırken niyet edilirse bu niyet sahîh olmayıp alınan abdest de bâtıl olur. Ama mazmaza anında dudakların dış kısmını yıkarken niyet edilirse bu niyet sahîh olur. Çünkü dudaklar da yüzden sayılmaktadırlar. Sonra yüzden olması dolayısıyla, dudaklarını yıkayacak olursa, yüzünü yıkarken kişinin dudaklarını yeniden yıkaması gerekmez. Ama sadece yıkamak kasdiyle veya sünnet olduğu niyetiyle yıkayacak olursa yüzünü yıkarken dudaklarını yeniden yıkaması, mûtemed görüşe göre farz olur. Eğer yıkanmasına engel olacak bir yara olduğundan ötürü yüz yıkanmayacak olursa bu durumda niyet, kolları yıkarken yapılır.
b. Abdest alırken hades halini gidermeye niyet etmek, Mâlikîlere göre de mutlaka sahîh olmaz. Böyle bir niyet, ancak sağlıklı ve bedeninde arızası bulunmayan bir insan tarafından yapıldığı takdirde sahîh olur. Ama sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunanlar gibi özür sahibi kimseler, böyle bir niyette bulunamazlar. Bulunsalar bile bu niyetleri sahîh olmaz. Bu gibi kimseler, abdest alırken ancak namaz kılma veya Mushaf'a dokunma veya bunlara benzer, abdestsiz yapılamayacak işlerin ruhsatını elde etmeye niyet edebilir. Çünkü bunlar abdest almakla hades hâlini ortadan kaldıramazlar. Abdest alırken, hades hâlini ortadan kaldırmaya niyet etseler bile hadesleri kalkmış olmaz. Ancak namaz kılmaları veya abdest almadan yapılamayacak işleri yapabilmeleri için sâri tarafından abdest almaları emredilmiştir. 
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı, Hanefîlerde olduğu gibidir. Ancak Şâfiîler, çene altını yıkamanın da vâcib olduğunu söylemişlerdir. Ki Şâfiîler, bu hususta yalnız kalmıştırlar. Uzun sakalın yüze tâbi olduğu ve dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler, Mâliki ve Hanbelîlere muvafakat etmişlerdir. Sakalın baştan sona yıkanması vâcibtir. Hanefîler buna muhalefet etmişlerdir. Şakaklardaki kıllarla kulak köklerinin üzerinde bulunan tüysüz beyaz kısmın yüzden sayıldığı, dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler Hanefîlerle görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîler, bunun tersi görüşe sahiptirler. Saçın hİlâllenmesi meselesine gelince Şâfiîler, diğer İmamlarla görüş birliği yaparak şu yargıya varmışlardır: Saç eğer altındaki deri görülecek kadar seyrekse, suyun alttaki deriye ulaşması için hilâllenmesi vâcib olur. Yok, eğer çok sıksa sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur. Ancak hilâllenmesi sünnettir. Ancak Mâlikîler demişler ki: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de elle hareket ettirilmesi vâcibtir. Böyle yapmakla su, her ne kadar deriye ulaşmasa da saç tellerinin arasına girmiş olur. Hilâllemeye gelince bu vâcib değildir. Mezhep İmamları, seyrek saçların hilâllenerek suyun alttaki deriye ulaşması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Sık saçlara gelince, mezheb İmamlarından üçü, bu saçların sadece dış yüzünün yıkanılmasının yeterli olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Mâlikîler, dış yüzünü yıkamaya ek olarak saçların elle hareketlendirilmesini de gerekli görmüşlerdir. Bundaki maksat, saçların altındaki deriye suyu ulaştırmak değil de saçların rahatlıkla yıkanabilecek kısımlarının yıkanmasıdır. 
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Bu konudaki detayların tümünde Şâfiîler, Hanefîlerle görüş birliği içindedirler. Ancak Şâfiîler bir hususta demişler ki: Tırnak altlarındaki pislikler, parmağın tırnak hizasındaki deriye suyun ulaşmasına engel oluyorsa bu pislikleri gidermek vâcib olur. Ancak Çamurlu işlerde çalışan işçiler, bu pisliklerin az olup parmak ucunu kaplamayacak kadar olması hâlinde muaf tutulmaktadırlar. 
4. Az da olsa başın bir kısmını meshetmek: Başı elle meshetmek şart değildir. Kişi, eğer başına su serpecek olursa bu, mesh için yeterli olur. Başında saç bulunup bu saçın bir kısmını meshedecek olursa yine yeterli olur. Ama saçı uzayıp başından aşağıya inerse, baştan inen saçın bir kısmını mesh etmesi yeterli olmaz. Bizzat başın üzerine yapışık olan saçı meshetmek gerekir. Baş, meshedileceğine yıkanırsa bu, mesh yerine geçerli olur. Böyle yapmak her ne kadar mekruh değilse de meshedilmesi daha uygun olur. 
5. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayaklan yıkamak: Ayakların yıkanması hususunda Şâfiîler, önce anlatılan hususlarda Hanefîler ve diğerleriyle görüş birliği içindedirler. 
6. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen dört organ arasında tertibe uymak: Buna göre önce yüz yıkanacak, sonra da eller dirseklere kadar... Baş meshe-dilecek. Daha sonra da^ayaklar, mafsal yumru kemiklerine kadar yıkanacak. Bu tertibteki organlardan biri öne alınır veya geriye bırakılacak olursa abdest bâtıl olur. Bu hususta Hanbelîler, Şâfiîlerle görüş birliği içindedirler. Hanefîlerle Mâlikîler derler ki: Tertip farz değil sünnettir. 
Hanbeliler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir: 
1. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı hususunda Mâlikîlerle görüş birliği içerisindedirler. Bunlar demişlerdir ki: Şakaklardaki saçlarla kulak köklerinin üst kısmındaki beyazlık yüzden değil de baştan sayılmaktadır. Vâcib olan, bunları yıkamak değil de meshetmektir. Ağız ile 
burnun içi hususunda tüm İmamlara muhalefet ederek buraların yüzden sayılacağı, dolayısıyla da mazmaza ve istinşak yaparak buraların yıkanmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Niyet hususunda da diğer İmamlara muhalefet ederek niyetin, abdestin sıhhat şartlarından biri olduğunu söylemişlerdir. Her ne kadar bir farz olarak abdestin mâhiyetine dâhil değilse de niyetsiz alman abdest sahîh olmaz. Bilindiği gibi Şâfiîlerle Mâlikîler niyetin, abdestin farzlarından biri olduğunu, Hanefîlerse sünnet olduğunu kabul etmişlerdir. 
2. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerin ve diğerlerinin de dedikleri gibi: Ellerin başlangıcından dirsek kemiklerinin çıkıntısının sonuna kadar yıkamak farzdır. Parmakların kırışıklıklarının arasını, parmak başlarının üstünü kaplayacak kadar uzayan tırnakların altlarını yıkamak da vâcibtir. Tırnakların altındaki az kirlerse muaf sayılır. 
3. Başın tümünü meshetmek: Kulaklar baştan sayıldıkları için onları da meshetmek farzdır. Başın, alnın üst tarafındaki saç-bitim noktasından başlayarak ense köküne kadar tamamının meshedilmesi hususunda Hanbelîler, Mâlikîlerle görüş birliği etmişlerdir. Eğer saçlar boyuna veya omuza kadar uzanacak olursa sadece başın hizasında bulunan kısımları mesh edilecektir. Bastan artıp aşağıya inen kısımları meshetmek vâcib değildir. Malikîlerse, aşağıya sarkan saçların tümü meshedilecektir derler. Hanbelîler, bu hususta da onlara muhalefet etmişlerdir. Nitekim kulakları baştan sayan mez-heblere de muhalefet etmişlerdir. Başkalarının dediği gibi başın yıkanması, Hanbelîlerce de mesh yerine geçerli olur. Ancak baş yıkanırken elin, üzerine sürülmesi şarttır. Ama bilindiği gibi yine de bu mekruhtur. 
4. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayakların yıkanması: Bu kemikler, bacakların alt kısmında ve ayakların üstünde bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Diğer mezheblerde bu mevzuda anlatılan vâcibler, bu mezhebte de aynısıyla geçerlidirler. 
5. Tertip: Yüz, kollardan önce yıkanmalıdır. Kollar, baştan önce yıkanmalıdır. Baş, ayaklar yıkanmadan önce meshedilmelidir. Bu tertibe uyulmadığı takdirde abdest batıl olur. Ki bu hususta bunlar, Şâfîîlerle görüş birliği içindedirler. Bu iki mezheb de tertibi abdestin farzlarından saymışlardır. Mâlikîler ile Hanefîler, bu farzlar arasındaki tertibin sünnet olduğu görüşündedirler. Meselâ abdest almakta olan bir şahıs, önce kollarını, sonra yüzünü yıkayacak olursa veya ellerini yıkamadan önce ayaklarını yıkayacak olursa bu abdest Mâlikîlere göre sahîh, Hanefîlere göre kerahetle birlikte sahîh, Hanbelî ve Şâfiîlere göre ise kökten bâtıldır. 
6. Muvâlât: Mâlikî mezhebinde de anlatıldığı gibi muvâlât, acele davranmak anlamını ifade etmektedir. Buna göre muvâlât: Abdest alırken bir organ kurumadan diğerini yıkamaya başlamak demektir. Mâlikîlerin bu husustaki detaylı görüşleri ilgili bölümde anlatıldı. 
Şâfiîlerle Hanefîlere gelince bunlar derler ki: Muvâlâtın bu organlar arasında uygulanması sünnettir. Farz değildir. Bir organın kurumasından sonra öbür organı yıkamak mekruhtur. Sünnet odur ki: Sözgelimi yüz yıkandıktan sonra hemence elleri yıkamaya geçmelidir. Kollar yıkandıktan sonra da hemen baş meshedilmelidir. Ama eğer yüz yıkandıktan sonra suyu kuruması beklenir, sonra da kolların yıkanmasına geçilirse bu abdest, kerahatle birlikte sahîh olur. Ancak Şâfiîler demişler ki: Sürekli idrar akıntısı veya başka bir özrü bulunan kimsenin muvâlâtı uygulaması vâcibtir. 55 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 74-84.)

Abdestin Farzlarına Dair Anlatılanların Özeti

Mezheb İmamları Kur'an-ı Kerîm'de zikrolunan dört farz üzerinde ittifak etmişlerdir. Ki bunlar da yüzün yıkanması, ellerin dirseklere kadar yıkanması, başın tümünün veya bir kısmının mesh edilmesi, mafsal yumru kemiklerine kadar ayakların yıkanmasıdır. Hanefîler diğer üç mezhebe muhalefet ederek bu dört farza hiçbir şey eklememişlerdir. Sonra İmamlar, yüzün sınırıyla ilgili olarak da ihtilâf etmişlerdir. 
Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler demişler ki: Yüzün sının ön tarafta sacın (alın üzerindeki) normal bitim noktasından başlayıp sakalı olmayanlarda çenenin son noktasında nihayete erer. Sakalı olanlarda ise sakal kılının her ne kadar uzun olsa bile son uç noktasına kadar devam eder. Yalnız Şâfiîler demişler ki: Çenenin altı da yüzden sayılır. Yıkanması vâcibtir. Hanefîlerse, sakalı çene derisinden çıkıp uzayan kimsenin çene altını yıkaması vâcib değildir diyerek Mâlikî ve Hanbelîlerle görüş birliği etmişlerdir. Diğer taraftan kulak köklerinin üst kısmındaki tüysüz beyazlığın yüzden sayıldığı ve dolayısıyla yıkanması gerektiği hususunda 

Hanefîlerle Şâfiîler, Mâlikî ve Hanbelîlere karşı görüş birliği etmişlerdir. Çünkü bu sondaki iki mezheb bahse konu yerin baştan sayıldığı ve dolayısıyla meshedilmesi gerektiği görüşündedirler. Karşıdan bakan birinin görebileceği kadar seyrek olup, dipteki derisi görülen saçları baş meshedilirken hilâllemek gerekir. Bütün mezheb İmamları bu hususta ittifak etmişlerdir. Maksat, suyun deriye ulaşmasıdır. Ama eğer saçlar sıksa sadece'dış kısmının yıkanması vâcibtir. Hilâllenmesi ise vâcib değil sünnet olur. 
Mâiikîlerse bu hususta şöyle derler: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de, suyun saç aralarına girmesi için saçların elle hareket ettirilmesi vâcib olur. Bu hareketlendirme sonucu su, saç aralarına girmezse de bunun abdeste bir zararı olmaz. Üç mezheb İmamı, kulakların yüzden sayılmayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak Hanbelîler bunlara muhalefet ederek kulakları yüzden saymışlar ve yıkanilmasının vâcib olduğunu söylemişlerdir. Hanbelîlerle Mâlikîler, başın tümünün meshedilmesi hususunda ittifak etmişlerdir. Bunlara karşı Şâfiîlerle Hanefîler, sadece bir kısmını mesh etmek farzdır diyerek görüş birliği etmişlerdir. Bunlara göre başın tümünü meshetmek sünnettir. Şu da var ki: Şâfiîler, başın çok az kısmının meshedilmesi farzdır demişlerdir. Hanefîlerse başın dörtte birinin meshedilmesi -ki bu da kişinin el ayası kadardır- farzdır demişlerdir. Mâlikîlerle Hanefîler, abdest organları arasında tertibe riâyet etmenin farz değil de sünnet olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Meselâ yüz yıkanmadan önce eller yıkanırsa abdest bâtıl olmaz. Hanbelîlerle Şâfiîler buna muhalefet ederek tertibin farz olduğunu söylemişlerdir. Mâlikîlerle Şâfiîler görüş birliği sağlayarak niyetin farz olduğunu söylemişlerdir. Ancak niyetin vaktine ilişkin olarak ihtilâfa düşmüşlerdir. Mâlikîler, abdeste başlamadan örfen kısa sayıiauak bir zaman önce niyet etmenin sahîh olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Şâfiîlerse, yüzün yıkanmasına başlandığı anda niyet etmek zorunlu olarak gerekir, demişlerdir. Şayet yüzün yıkanmasına engel bir özür olursa bu durumda niyet, ellerin yıkanmasına başlandığı anda yapılmalıdır. Hanbelîlerle Hanefîler yine görüş ayrılığına auşerek Hanbelîler, niyetin farz değil de şart olduğunu söylemişlerdir. Hanefîlerse sünnet olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîlerle Hanefiler görüş birliği yaparak muvâlâtın, yani bir organ kurumadan diğerini yıkamaya başlamanın farz değil de sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bunlara karşı Mâlikîlerle Hanbelîler de bunun farz olduğu hususunda görüş birliği sağlamışlardır. Mâlikîlerin buna ilişkin detaylı görüşleri daha önce de anlatılmıştır. 56 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 84-86.)

Abdestin Sünnetleri

Sünnet, mendub, müstehab ve faziletin anlamına ilişkin olarak mezhebler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazısı bunların eşanlamlı kelimeler oldukları, yapanın sevâb kazanacağı, terk edeninse cezalandırılmayacağı görüşündedirler. Bazısı da sünnetin, müstehab ve mendubtan ayrı olduğu, zîrâ yapılmasının kuvvetle istendiği görüşündedirler. Bu görüşte olanlara göre her halükârda sünneti yerine getiren sevâb kazanır. Terk edense cezalandırılmaz. Bazısı da sünnetin müstehab ve mendubtan ayrı olduğunu söylemiş, müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. Bunlara göre müekked sünneti terkeden her ne kadar cehennem ateşi ile azâblandırılmayacaksa da Peygamber (s.a.s.) Efendimizin şefaatinden mahrum kalmakla cezalandırılacaktır. Bu nedenle önce sünnetin mezheblere göre tanımını ve anlamıyla ilgili geniş açıklamaları sunmayı, sonra da her mezhebe göre sünnetleri toplu olarak zikretmeyi, bundan sonra da akılda tutulması kolay olsun diye mezhebler arasındaki ittifaklıve ihtilaflı sünnetleri ele almayı uygun gördük.
Şafiiler dediler ki: Sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu' eş anlamlı kelimeler olup mükelleften, yapması kesin olarak istenmeyen davranışlardır. Bu davranışlarda bulunanlar sevâb kazanır; terkedenlerse cezalandırılmazlar. Bunlara göre sünnetler sünnet-i ayn ve sünnet-i kifâye olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Bunlardan birincisi zorunlu olmamakla birlikte yükümlünün şahsından yapılması istenen bir davranıştır. Her yükümlü, ayrı ayrı bu emre muhatabtır. Buna örnek olarak farz namazların beraberinde kılınan sünnetleri gösterebiliriz. İkincisine gelince bu, toplumun yapması istenen davranışlardır. Toplum bireylerinin bazısı bu emri yerine getirecek olurlarsa diğerlerinin bu husustaki 

yükümlülükleri ortadan kalkar. Meselâ bir cemâat, yemeğe oturduğunda bunlardan yalnız biri besmele getirirse diğerlerinin besmele getirme yükümlülükleri düşer. Fakat sevabı, sadece besmeleyi getiren şahıs kazanır. 
Malikiler dediler ki: Sünnet, şârün yapılmasını kuvvetle emrettiği davranıştır. Ki bu davranışlar, şâri' tarafından kadri yüpeltilmiş davranışlardır. Bunları cemâatte izhâr etmiştir. Ancak bu davranışların vâcib olduklarına dâir bir delil mevcud değildir. Yapan sevâb kazanır. Ama yapmayan azâblandırılmaz. Bunlara göre sünnet, mendubtan ayrı olan bir davranıştır, Mendub, şârün yapılmasını kuvvetle emretmediği davranıştır. Yapan sevâb kazanır. Yapmayan azâblandırılmaz. Bunlar, fazilet kelimesini bazan mendub yerine de kullanırlaii Buna örnek olarak da ikindi namazının ilk dört rek'atini göstermektedirler. 
Hanefîler: Sünnetleri iki kısma ayırmışlardır: 
a. Müekked sünnet: Bunların nazarında bu sünnet, vâcib mânâsına gelmektedir. Bunlar derler ki: Vacibin hükmü, mertebece farzdan daha aşağıdadır. Vâcib, hükmü şüpheli bir delille sabit olan bir yükümlülüktür. Buna amelî farz da denebilir. Şu anlamda ki, vâcib; amellerde farz muamelesi görmektedir. Terk etmekten ötürü günahkâr olunur. Vâcibte tertip ve kaza zorunludur. Ancak vacibin farzlığına inanmak gerekli değildir. Meselâ vitir namazı gibi. Bunu terkeden günahkâr olur. Ama farz oluşunu inkâr eden tekfir edilemez. Beş vakit namazın farzları ise böyle olmayıp hem inanılması, hem de uygulanması bakımından farzdırlar. Bunları terk eden günahkâr, inkâr edense kâfir olur. Yalnız Hanefîlere göre vacibi terkeden, farzı terkeden kadar günahkâr olmaz. Muhakkak olan şudur ki: Bu gibi kimseler bu günâhlarından ötürü cehennem ateşiyle azâblanmazlar. Ancak Peygamber (s.a.s.)’in şefaatinden mahrum kalırlar. Böylece de anlaşılmış oluyor ki: Hanefîler bir şey için “Bu sünnet-i müekkededir” dediklerinde, bununla vacibi kasdetmiş olurlar. Bu vasıftaki bir davranış namaza dâhil ise sehven terkinden ötürü sehiv secdesi yapılması mecburî olur. 
b. Gayr-ı müekked sünnet: Hanefîler buna mendub ve müstehab da derler. Yapan sevâb kazanır. Terk eden ise cezalandırılmaz. 
Hanbeliler dediler ki: Sünnet, mendub ve müstehab eş anlamlı kelimeler olup bunların ifade ettikleri davranışları yerine getiren sevâb kazanır. Terk edense Şâfiîlerin de dedikleri gibi azâblandırılmaz. Ancak bunlar sünneti, müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayırmaktadırlar. Müekked olana misâl, vitir ve sabah namazının sünnetiyle teravih namazı gibi. Bunları kılmak sevâb, terketmekse mekruhtur. Müekked olmayan sünneti terketmekse mekruh değildir. 57 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 86-87.)

Abdestin Sünnet Ve Mendublarının Sayımı

Sünnet, mendub, müstehab ve fazîiet kavramlarının izahı hususunda mezheblerin ayn görüşlere sâhib olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Bazı mezheb İmamları sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu kelimelerinin eş anlamlı olduklarını; bazılarıysa bunların ayrı anlamları ifade ettiklerini ileri sürmektedirler. Bu hususta her mezhebin kendi görüşünü dipnotlarda detaylı bir şekilde anlatmış bulunmaktayız. 
Hanefiler dediler ki: Abdestin sünnetlerinin bir kısmı müekkeddirler. Ki bunları yapan sevâb kazanır, yapmayansa azâblandınhr. Örneğin vâcib gibi: Bunlara göre vâcib ile farz arasında bir ayırım mevcud olduğu da bilinmektedir. Abdestin müekked sünnetleri şunlardır: 
a. Besmele: Abdest alacak olan ister uykudan uyanmış olsun, ister uyanık halde bulunsun zorunlu olarak besmele sünnetini yerine getirmekle yükümlüdür. Besmelenin yeri, abdestin ilk başlangıç anıdır. “Besmele” ilk başta unutulur, birkaç organ yıkandıktan sonra hatırlanacak olur ve “besmele” çekilirse bu sünnet yerine getirilmiş olmaz. Ancak ilk başta unutup da abdesti bitirmeden önce hatırlayan bir şahıs yine de “besmele” çeker. Ki abdesti hiç değilse “besmele”siz olmasın. İstincâdan önce ve sonra da “besmele** çekilmesi gerekir. Ancak istincâ yapan, avreti açık iken veya necaset mahallinde iken “besmele” getiremez. Nitekim bu husus istincâ bahsinde ayrıca anlatılacaktır. Rasülullah (s.a.s.) dan rivayet edilen “besmele” metni şudur: 

“Ulu Allah'ın adıyla başlarım. İslâm dînini bize bahşettiğinden ötürü de Allah'a hamd ederim.”  Bir kişi abdestin başlangıcında, veya  veyahutta derse sünneti yerine getirmiş olur.

b. Elleri bileklere kadar yıkamak: Bilindiği gibi bilek, avucun dışında ve orta parmak köküyle ondan önceki parmak kökü arasında bulunan çukur kısımdır. Bazı Hanefîler, su kabına daldırmadan elleri bileklere kadar üç defa yıkamak farz, bu işi abdestin diğer fiillerinden önceye almak da sünnettir demişlerdir. Elleri kabta yıkamayla ilgili detaylar da vardır. Zîrâ elin yıkanacağı kab leğen, kova ve benzeri açık kablardan olacağı gibi, ibrik ve benzeri kapalı kablardan da olabilir. Eğer ibrikse bunu sol eliyle tutup suyu üç defa sağ eline dökmesi, sca/u da sağ eliyle tutup üç defa sol eline dökmesi müstehab olur. Eğer kab açık ise bu kabtan tas gibi su almaya yarayacak bir şey varsa bu tası önce sol eliyle tutup üç defa sağ eline dökmesi; sonra da sağ eliyle tutup üç defa sol eline dökmesi müstehab olur. Yok eğer beraberinde kaptan su alacak tas ve benzeri bir şey yoksa sol elinin parmaklarını birbirine yapıştırarak avuçlarına kadar suya daldırması müstehab olur. Bu parmaklarıyla su alır. El açık ve parmaklar bitişik, kepçevâri ve azıcık da kavisli bir şekilde suya daldırılacak, avuçsa suya girmeyecektir. Eğer avucunun tümünü suya daldırırsa, kaptaki de az su olduğundan avuca gelen su müsta’mel su hükmüne girer. Ancak abdest almakta olan kişi, avucuna gelen suyun, avuçladığı suyun yansı kadar olmadığına gâlib zanla hükmederse bu durumda müsta’mel olmaz. Abdest alacak adam kabtaki az suya elini daldırmasına rağmen suyun müsta’mel olmamasını, yani eski temizleyicilik vasfını yitirmemesini isterse bu suyla organlarını yıkamayı değil de sadece bu suyu avuçlayacağına niyet etmelidir. Şöyle ki: Bu adam, “Bu sudan avuçlamaya niyet ettim” dese ve sonra da yıkamak istediği organını yıkasa, bu durumda su müsta’mel olmuş olmaz. Çünkü su, önceden kendisi ile abdest almaya niyet edilirse müsta’mel olur. Daha önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi su, ibâdet işinde kullanılması istenildiğinden müsta’mel olur. Tabiî bu anlattıklarımız, elin üzerinde muhakkak bir necasetin bulunmaması şartına bağlıdır. Eğer elde bir necaset olur da elini su kabına daldırırsa ister avuçlamaya niyet etsin ister etmesin su, necis olur. Eli necâsetli olduğu için kabtan taslafveya temiz bir mendille veya ağzıyla su alıp elindeki necaseti yıkamaktan âciz kalırsa, su almak için başka hiçbir araç da bulamazsa sudan vazgeçip teyemmüm eder. Namazını kılar. Bu namazı iade etmesi de gerekmez. c. Mazmaza ve istinşak: Hanefîler nazarında bunlar, vâcib mânâsındaki müekked sünnettendirler. Terkedilmeleri günâha sebebiyet verir. Her defası için avuca ayrıca su almaya gerek yoktur. Hattâ avucuna su alıp bir kısmıyla mazmaza yapar, geri kalanıyla da istinşak yaparsa yine caiz olur. Ama avucuna su alır, bu suyla istinşak yapar, sonra da suyu tekrar avucuna boşaltıp mazmaza yapacak olursa bu caiz olmaz. Sonra mazmaza demek, abdest alanın ağzının tamamını suyla yıkamasıdir. Ağzını oynatmaksızm suya daldırırsa da yeterli olur. Ağzına su alıp suyu dışarı atmaz, aksine içerse bu da sünnetin yerine getirilmiş olması için yeterli olur. Tabiî ağzını üç defa suyla doldurması şarttır. Ama suyu süzerek içecek olursa bu, yeterli olmaz. Istinşaka gelince bu, burun yumuşaklığına değinceye dek suyu buruna çekmektir. Ama daha üst tarafına suyu çekmek sünnet değildir. Soluk alarak suyu içeri çekmek de sünnet değildir. Oruçlu olmayanın mazmaza ve istinşakta mübalağa yapması sünnettir. Oruçlunun yapması ise mekruhtur. Çünkü bu durumda orucun bozulma ihtimâli vardır. Sünnet gereği olarak hem mazmaza hem de istinşakm üçer defa yapılması icâb eder. İstinşak yaparken su, sağ elle buruna çekilir. Sol elle de burundan dışarı atılır. Ki Mâlikîler bu durum için istinşak ifadesini kulanmakta ve müekked sünnetlerden saymaktadırlar. d. El ve ayak parmaklarının hilâllenmesi: Hilâllemek, damlamakta olan suyla parmakları birbirinin arasına girdirmektir. İhtilafsız olarak bu müekked bir sünnettir. Parmaklar birbirine bitişik, ancak aralarına su girebiliyorsa bu durumda aralarını hilâllemek sünnet, eğer aralarına su girmiyorsa vâcib olur. El parmaklarını hilâllemek, iki elin parmaklarını birbirlerinin arasına geçirmekle olur. Ayak parmaklarına gelince, sağ ayağının küçük parmağım sol elinin serçe parmağıyla hilâlleyecek ve bu ayak bitirildikten sonra sol ayağın baş parmağından başlayıp serçe parmağında sona erdirecektir. Tabiî bu sekil, en iyi olanıdır. Dileyen dilediği şekilde hilâlleyebilir. e. Her yıkayışın üçlenmesi: Her organın tamamını bir defa suyla yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamaksa müekked sünnettir. Doğru olan görüşe göre bu böyledir. Farz olan birinci yıkayışta su, organın üzerinde akıtılıp damla damla yere akmalıdır. Birinci yıkayışta su, organın yıkanması gereken yerlerinin tümünü kaplamaz da ikinci veya üçüncü yıkayışta su her tarafını kaplayacak olursa farz yerine getirilmiş, ama sünnet aksamış olur. 
f. Başın tümünü meshetmek: Sadece farz olan miktarı meshetmekle yetinilir ve bu davranış birkaç kez tekrarlanacak olursa günahkâr olunur. Başı meshederken ıslak parmaklar başın ön tarafına konulup, başın tümünü kapsayacak şekilde ense köküne doğru sürmelidir. Bundan sonra parmaklarda fazla ıslaklık kalmışsa yine meshe devam edilmelidir. Islaklık kalmamışsa buna gerek yoktur. Mâlikîler de bu görüştedirler. 
g. Kulakları meshetmek: Başın mesh suyu île kulakların içi ve arka kısımları meshedilir. Bu mesh için yeni su almak daha iyi olur. Ki Hanefîlerin bir kısmı bunu yeğlemişlerdir. Baş meshedildikten sonra avuçta su kalmamışsa kulaklar bu suyla meshedilir. Ancak avuçtaki su kurumuşsa yeni su almak gerekir. Kulağın içi işaret parmağıyla, arka kısmı da baş parmakla meshedilir. 
h. Niyet: Abdest alan kişi niyet ederken hades hâlinin giderilmesine veya namaz kılma ruhsatını elde etmeye veya temizlemeye veyahut da salt abdest almaya niyet etmelidir. Ama en faziletli olanı, abdest alanın “Allah'a ibâdet kasdıyla namaz için abdest almaya niyet ettim” demesidir. Veya, “Hades hâlinin kaldırılmasına niyet ettim” demesidir. Ya da, “temizlenmeye niyet ettim” diyebileceği gibi, “namaz kılmayı mubah etmeye niyet ettim” de diyebilir. Niyetin asıl yeri kalb ise de, bu cümlelerden birini söylemek müstehab olur. Niyetin vaktine gelince bu, yüzün yıkanılmasına başlanıldığı andır. 
i. Misvak kullanmak: Misvakın, bilinen erak ağacından olması şart değildir. En iyisi murra ağacından yapılanıdır. Bu ağaçtan yapılan, ağzın güzel kokmasını sağlar. Dili fasihleştirir... Dişleri temizler... Ağızdaki kirlerin mideye girmesini önlediği için mideyi de kuvvetlendirir... En ideâli; kuru olmayan, serçe parmak kalınlığında ve bir karış uzunluğunda olanıdır. Misvak bulunmadığı takdirde diş fırçaları da misvak yerine kullanılabilir. Fırça da bulunmazsa parmaklarla diş ve ağız temizlenir. Sakız da misvak yerine geçerli olur. Şayet misvak varsa mendub olan kullanış şekli şöyledir: Misvak sağ elle tutulacak. Serçe parmak altta, baş parmak fırçalı kısmın biraz aşağısında, diğer üç parmak da misvâğın üzerinde tutulmalıdır. Misvak, mazmaza anında kullanılır. Eğer kullanmaya engel bir hal varsa zorunluluk dolayısıyla terk edilebilir. Uzanmış olan bir kişinin misvak kullanmasında kerahet vardır. Bu müekked sünnetleri anlattıktan sonra gelelim Hanefîlere göre abdest için müstehab olan hususlara: Sahîh olan görüşe göre bunlar her ne kadar müekked sünnet değilseler de sünnettirler. Ki bunları şu şekilde bir sıralamaya tâbi tutabiliriz: 
a. Tertib: Farzları yerine getirirken önce yüzü yıkamakla işe başlanır. Sonra dirseklere kadar eller yıkanır. Sonra başın dörtte biri meshedilir. Sonra mafsal yumru kemiklerine kadar ayaklar yıkanır.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Ve başlarınızı meshedip her İki topuğa kadar ayaklarmızı yıkayın.” 58 (Maide: 5/6.)

Sahîh kavle göre müekked sünnetler arasında da tertibe riâyet etmek gerekir. Bazı Hanefîler, bu tertibin müstehap olduğu görüşündedirler. 
b. Muvâlât: Buna acele davranmak da denebilir. Yani abdest organlarından birinin suyu kurumadan hemen diğerini yıkamaya başlamaktır. Bunda da mevsimin normal olması şarttır. Meselâ havalar çok sıcaksa su çabuk kurur. Çok soğuksa da çabuk donar. Eğer bu ve buna benzer mazeretler yoksa muvâlâta riâyet etmek sünnettir. Meselâ yüz yıkandıktan sonra abdest suyu tükenir, ikinci su gelinceye kadar beklenirken yüzdeki su kurursa bunun abdeste bir zararı dokunmaz. Mâliki ve Hanbelîlere göre muvâlâtın farz olduğu, abdestin farzları bölümünde anlatılmıştı. Sünnetliği ile müstehabhği hususunda ihtilâf edilen hususlara gelince, bunları da şöylece sıralayabiliriz: 
a. Ayakları yıkarken su kabını sağ elde tutarak önce sağ ayağının ön kısmına döküp sol elle ayağı ovmak ve bu şekilde üç kere yıkamak. Sonra yine aynı elle sol ayağın ön kısmına su döküp sol elle ayağı ovmak. 
b. Elleri yıkarken de ayaklarda olduğu gibi parmak başlarından yıkamaya başlamak. 
c. Mesh esnasında meshe başın ön tarafından başlamak. 
d. Önce mazmaza, sonra istinşak yapmak. Oruçlu olanın, suyu ağza ve buruna fazla çekmemesi, oruçlu olmayanınsa fazlaca çekmesi gerekir. Suyu . burna verdikten sonra kendi nefesiyle burnun üst kısımlarına doğru çekmelidir. 
e. Üç defa her organı yıkadıktan sonra artacak suyu başka birisi abdest için kullanacaksa bu durumda suyu israf etmemek. Eğer artacak olan suyu başkası abdest için kullanmayacaksa bu durumda israf edilmemesi mendub olur. 
f. Kolları yıkarken elleri de onlarla beraber yeniden yıkamak. Zâten ellerin ilk yıkanışı sünnettir. Kollarla beraber yeniden yıkanması ise başka bir sünnet olmaktadır. Ama abdest alan bir kişi, önce ellerini sonra da yüzünü yıkar ve daha sonra kollarını yıkarken sadece bileklerden dirseklere kadar (dirsekler dahil) olan kısmı yıkarsa bu durumda farzı yerine getirmiş ama sünneti terk etmiş olur. Hanefîlere göre abdestin sünnetleri bu saydıklarımızdan ibarettir. Malikiler dediler ki: Abdest alanın yapmakla sevâb kazanacağı, ter-ketmekle de azâblandırılmayacağı müekked sünnetler şunlardır: 
a. Elleri bileklere kadar yıkamak: Bilindiği gibi bilek, avuç içiyle kolun birbirinden ayrıldığı mafsaldır. Elleri yıkamak suyun azlığına ve çokluğuna göre değişir. Su eğer az ise ve de akar değilse, eğer içinden alınmasına yarayacak tas gibi bir şey varsa, bu durumda elleri suya sokmadan yıkamak gerekir. Aksi takdirde sünnet yerine getirilmemiş olur. Eğer eller temiz ise bunlardan birini veya ikisini yıkamadan suya daldıracak olursa mekruh işlemiş ve sünneti de kaçırmış olur. Eğer su çok veya akar ise elleri temiz olsun necis olsun, yıkamış olmakla sünneti yerine getirmiş olur. Bu yıkama ister suyun içinde olsun, ister dışında olsun hüküm aynıdır. Küçük havuzdaki gibi, su eğer az ise ve ondan su almak mümkün değilse, elleri temiz ise bu durumda avuçlayarak ellerini yıkayabilir. Elleri temiz değil ama bu suyun içine sokmakla suyun vasfını değiştirmeyecekse, yine bir veya iki eliyle suyu avuçlayarak alır ve suyun dışında ellerini yıkar. Böylece sünneti eda etmiş olur. Ama elleri temiz değil, ellerini sokmakla suyun vasfının değişeceğinden korkarsa ağzıyla veya temiz bir bezle su alıp ellerini yıkamaya çalışır. Bunu yapmaya imkân olmazsa suyu bırakıp teyemmüm eder. 
b. Mazmaza: Suyu ağza alıp tekrar dışarı atmaktır. Eğer abdest alanın kastı olmadan su girecek olursa veya ağzına su alıp hareket ettirmezse veya ağzına su alıp hareket ettirir, ama bu suyu yutup da dışarı atmazsa sünneti yerine getirmiş olmaz. Oysa Hanefîler derler ki: Mazmazada su ağza girdikten sonra hareket ettirilmese veşa dışarı atılmasa da sünnet yerine getirilmiş olur. 
c. İstinşak: Suyun nefesle buruna çekilmesidir. Nefesle çekilmediği takdirde sünnet yerini bulmuş olmaz. Hanefîler bu görüşe karşıdırlar. 
d. İstinsar: Suyun yine nefesle burundan dışarı atılmasıdır. Bunu yaparken de sol elin baş ve işaret parmaklarıyla burun yumuşağının üst tarafı tutulup su dışarı atılır. Burunda sümük ve diğer kurumuş pislikler varsa bunlar da sol elin serçe parmağıyla çıkarılır. 
e. Kulakların iç ve dışını meshetmek: Kulak delikleri de mesh kapsamına girerler. 
f. Kulakları meshederken yeni su kullanmak: Sünnetin yerini bulması için, başın meshinden arta kalan su yeterli değildir. Hanefîler bu görüşe muhaliftirler. Efdal olan kulak meshi şöyle yapılanıdır: İşaret parmağı kulak deliğine sokulup baş parmak da kulağın arkasına konularak işaret parmağıyla baş parmak ikilenerek döndürülür. Ve kulakların içiyle dışının meshi böylece tamamlanmış olur. Başka şekilde meshedilse yine yeterli olur. Ancak istenen şey kulakların tamamını meshetmektir. 
g. Abdest organları arasındaki tertibe uymak: Hanefîlerin de dedikleri gibi önce yüz, sonra da kollar yıkanacak. Daha sonra baş meshedilerek ondan sonra ayaklar yıkanacaktır. 
h. Birinci meshten sonra elde ıslaklık kalmışsa başı ikinci kez meshetmek: Elde ıslaklık kalmamışsa yeniden meshetmek sünnet değildir. 
i. Altına su giden yüzüğün oynatılması: Mâlikîlerin bu konuda güzel bir tafsilâtı vardır. Şöyle ki: Takılan yüzük ya mubah, ya haram veya mekruh bir yüzük olabilir. Kişinin kendi parmağına taktığı, ağırlığı 6,8 gramı geçmeyen yüzük gümüşten ise ve birden fazla da değilse mubah bir yüzüktür. Dar da olsa geniş de oha, altına su geçse de geçmese de bu yüzüğü oynatmak gerekmez. Bu hüküm hem abdest, hem de gusül için geçerlidir. Ancak abdest alınıp bittikten veya gusül sona erdikten sonra bu yüzük çıkarılacak olur da, dar bir yüzük olduğu gerekçesiyle altına su geçmediğini zannederse, yerini yıkaması gerekir. Kişinin kendi parmağına taktığı altın veya ağırlığı 6,8 gramdan fazla olan bir yüzükse bu, haram bir yüzük olur. Gümüş yüzük birden fazla olunca da haram olur. Bu yüzük eğer geniş ise sadece oynatılması yeterli olur. Altını ovması gerekmez. Alt tarafını yüzüğün kendisiyle ovması yeterli olur. Eğer bu yüzük darsa, yerinden ileriye alınması gerekir. Ki alt tarafını ovmak mümkün olsun. Bakır, demir ve kurşundan yapılma yüzükleri takmak mekruh olur. Ki abdestte veya gusülde bunlar da 
haram yüzüğün hükmüne tâbi olurlar. Bu anlattıklarımız erkekleri ilgilendirmektedir. Kadınlara gelince onlar, ister altından ister başka madenden yapılma olsun diledikleri süs ve takıları takabilirler. Meselâ bilezik veya halhal takarsa, dar olsun geniş olsun, altına su geçsin geçmesin, bunları oynatmak gerekmez. Ancak abdest alınıp tamamlandıktan sonra veya gusül yapılıp bitirildikten sonra bunlar çıkarılacak olurlarsa, dar oldukları gerekçesiyle altlarına su geçmediği zannedilirse bu durumda yerlerini yıkamak vâcib olur. 
Hanefîlere gelince; onlar bu hususta derler ki: Geniş yüzüğü oynatmak, sünnet değil de mendubtur. Eğer yüzük darsa ve altına suyun geçmesine engel oluyorsa oynatılması farz olur. Bu yüzük mubah da olsa, haram da olsa hüküm aynıdır. Bunlara göre kadınlar, alt tarafına su geçmeyecek kadar dar yüzük veya bilezik takarlarsa muaf sayılmazlar. Ancak önce de anlatıldığı gibi Hanefîler, ovmayı şart koşmazlar. 
Şâfiîler: Bilindiği gibi Şâfiîler sünnet, mendub, fazilet ve müstehab arasında herhangi bir ayırım yapmazlar. Bunlara göre abdestin sünnetleri çoktur. Ancak şöyle bir sıralama yapabiliriz: 
a. İstiâze: Abdeste başlarken “Eüzübillâhimineşşeytânirracîm” demelidir. 
b. Besmele: Elleri yıkamaya başlarken “besmele” çekmelidir. Bunun en azı “Bismillâh”dir. Ama en faziletlisi “Bismillâhirrahmânirrahîm” diyerek besmeleyi tamamlamaktır. Sünneti yerine getirmek için bu lafızlardan birini okumak gerekir. Başka lafızlar kullanılacak olursa sünnet yerine getirilmiş olmaz. Zîrâ şâri, özellikle “besmele” çekilmesini istemiştir. Hanefîler bu görüşe muhaliftirler. Kişi cünüb de olsa “besmele” çekmelidir. Abdestin başlangıcında kasten veya unutarak besmele çekilmezse, abdestin ortalarında veya sonunda “besmele” çekilmesi îcâb eder. Ama abdest tamamlanır, “şehâdet” kelimesi getirilir ve gerekli dua okunursa artık “besmele”nin vakti geçmiş olur. Ve “besmele” çekilmez. Hanefîler de bu görüştedirler. 
c. Besmele anında abdestin sünnetlerine niyet etmek: Bu niyet, hades hâlinin kaldırılması niyetinden ayrıdır. Bilindiği gibi, hades halinin kaldırılması niyeti farzdır. Ve ancak yüzün yıkanması anında yapıldığı takdirde geçerli olur. 
d. Elleri bileklere kadar yıkamak: Besmele çekerken eller yıkanır ve abdestin sünnetlerine niyet edilir. Ki böylece üç şey bir araya toplanmış olur. Su, içinden ele dökülmesi mümkün olan ibrik ve benzeri bir kapta ise elleri bu kabın dışında (eller zâten batırılamaz ya) üç kere yıkamakla sünnet yerini bulmuş olur. Eğer su, az olup üstü açık bir kaptaysa ve abdest alan kişi, ellerinin temiz olduğunu da kesin olarak biliyorsa, bu suyun içinde yıkayabilir. Ama temizliklerinden şüpheye düşerse ellerini kaba batınp içinde yıkaması mekruh olur. Eğer ellerinin necis olduğunu kesin olarak biliyorsa kaba batırması haram olur. Ancak necasetten temizlenmesi için ellerini kabın dışında üç defa yıkaması vâcibtir. Ki bununla sünneti yerine getirmiş olmaz. Sadece ellerini necasetten arındırmış olur. Abdestin sünnetini yerine getirmek için, ayrıca yine üç defa yıkaması gerekir. 
e. Elleri mazmaza yapmadan önce yıkamak: Mazmazadan sonra yıkayacak olursa sünneti yerine getirmiş olmaz. 
f. Mazmaza: Burun deliklerini yıkamadan önce ağza su almak. Suyu ağızda çalkalamak ve sonra da ağızdan dışarı atmak şart değildir. Sünnetin yerine gelmesi sadece suyu ağza vermekle olur. Suyu yutup dışarı atmasa bile sünnet, yine de yerini bulmuş olur. Ama en mükemmel olan şekil, ağza verildikten sonra suyun çalkalanması ve bilâhare dışarı atılmasıdır. 
g. İstinşak: Bu, suyun buruna verilmesidir. Nefesle yukarıya doğru çekilmese ve sonra da atılmasa bile sünnet yerini bulur. Ama en mükemmel olan şekil, suyun buruna verilerek nefesle yukarıya doğru çekilmesi ve bilâhare dışarı atılmasıdır. Mazmaza ve istinşakta uygulanacak en iyi yöntem, suyun avuca alınması, avuçtaki bu suyun bir kısmıyla mazmaza yaptıktan sonra geri kalaniyla istinşak yapılmasıdır. Bunu üç avuç suyla üçlemelidir. Her avuç suyun yarısı mazmazaya, yarısı da istinşaka sarfedilmelidir. 
h. Kıbleye yönelmek: Kıbleye yönelebileceği bir yerdeyse abdest alacak olan kişi kıbleye yönelmelidir. i. İçinde abdest suyu bulunan üstü açık kabı sağ yanına, üstü kapalı olan kabı ise sol yanına indirmelidir. 
j. Abdeste elleri yıkarken besmele çektikten sonra şu duayı okumalıdır: “İslâmiyetten ve diğer nimetlerden ötürü Allah'a hamdolsun. Suyu temizleyici ve İslâmiyeti de nûr 
kılan Allah'a hamdolsun. Rabbim, şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ve huzurumda bulunmalarından da sana sığınırım. Allah'ım, ellerimi sana karşı işlenecek tüm isyanlardan koru.” Mazmaza ânında da şu duayı okumalıdır: “Allah'ım, sana zikretmem, sana şükretmem ve ibadetini güzelce edâ etmem hususunda bana yardım et.” İstinşak esnasında ise;    “Allah'ım, bana cennetin kokusunu koklat.” Yüzünü yıkama esnasında ise; “Allah'ım, bir takım yüzlerin beyaz, bir takım yüzlerin de kara olacağı günde yüzümü ak et.” Sağ kolunu yıkama esnasında ise;    . “Allah'ım (amel) defterimi sağıma ver ve kolay bir hesabla da hesabımı gör.” Sol elini yıkama esnâsındaysa; “Allah'ını (amel) defterimi ne solumdan ve ne de arka tarafımdan verme.” Başını meshetme esnasında ise: “Allah'ım saçlarımı ve derimi ateşe haram kıl. Senin gölgenden başka gölgenin bulunmadığı (kıyamet) gün(ün)de beni arşının altında gölgelendir.” Kulakların meshi esnâsındaysa; Allah'ım, beni söz dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle. Ayakları yıkama esnâsındaysa; “Allah'ım, ayakların kaydığı günde sırat köprüsü üzerinde ayaklarımı sabit kıl” Abdestin bitiminden sonra da kıbleye yönelip ellerini semâya doğru kaldırarak şu duayı okumalıdır: “Tanıklık ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, birdir, ortağı hiç yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Efendimiz Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım, beni tövbe edenlerden Ve temizlenenlerden kıl. Allah'ım, seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve sana övgülerimi arz ederim. Senden başka ilâh olmadığına tanıklık eder, senden afvü mağfiret ister ve sana dönerim.” Bu duayı okuduktan sonra da “Kadr” sûresini okumalıdır. Bu duaların bir kısmına Hanefîler muvafakat etmişler, ancak bunları sünnetlerden saymamışlardır. Müstehab ve mendub olduklarını söylemişlerdir. Mâlikîlerse ileride de anlatılacağı gibi bunları ne müstehab ne de faziletlerden saymamışlardır. 
k. Misvak kullanmak: Şafiîler her ne ile olursa olsun dişleri temizlemeyi yeterli görmüşlerdir. Bunlar demişler ki: îster diş temizleme aracı, erak ağacının dalı olsun, ister fırça olsun dişleri temizledikten sonra yeterli olur. Yalnız dişleri parmakla temizlemenin misvak yerine geçerli olmayacağı görüşündedirler. Abdest alacak şahıs, misvâklamayi ellerim yıkamadan önce de yapabilir. Bunu yaparken misvâklamaya niyet etmelidir. Misvâklama esnasında şu duayı okuması sünnettir: “Allah'ım, dişlerimi onunla beyazlat. Damağımı kuvvetlendir. Küçük dilimi de onunla sabit kıl. Ve onu benim için bereket vesilesi yap. Ey merhamet edicilerin en merhametlisi.” Misvâklamaya ağzın sağ tarafından başlanır. Sonra sol taraf misvâklanır. Azı dişlerinin baş taraflarına, sonra boğazın tavan kısmına, sonra dilin yüzeyine sürülür. Dişleri enlemesine misvâklamak sünnettir. Misvak sağ ele alınır. Serçe parmakla alt tarafından, işaret parmağı, orta parmak ve yanındaki parmakla da üst kısmından tutular. Kirlendiğinde veya kokusu değiştiğinde üç defa yıkanması gerekir. Uzunluğunun bir karıştan fazla olması ise mekruhtur. 
l. Abdest suyu bazan avuçlanacak geniş bir kaptaysa yıkamaya organların ön kısmından başlanması sünnettir. Ama eğer su musluk, ibrik ve benzeri bir yerden çıkmaktaysa veya bir başkası tarafından abdest alanın eline dökülüyorsa, bu durumda organların geri kısmından itibaren yıkamaya başlanması sünnet olur. Bu durumda kollar, dirseklerden bileklere doğru yıkanır. Ayaklarsa mafsal yumru kemiklerinden parmaklara doğru yıkanır. 
m. Yüzünü yıkamak için iki avucuyla birlikte suyu avuçlamalı ve de suyu yüzüne çarpmamalıdır. 
n. Sakalı sık olanlar, sakallarını hilâllemelidirler. 
o. Meshederken başın tümünü meshetmeli. Kulakların iç ve dışının yeni suyla meshedilmesi sünnettir. Abdest organlarını yıkarken ovmalıdır. 
p. Önce sağ taraftaki organları yıkamalıdır. 
r. Gurre ve tahcîli uzatmalıdır. 
Gurre: Yüzün yıkanmasında farz olan kısımdan fazla olarak başın ön kısmından bir miktarının ve boynun yan taraflarından birazının yıkanmasıdır. 
Tahcîl: Kolları yıkarken dirseklerden biraz daha yukarısını, ayakları yıkarken de mafsal yumru kemiklerinin biraz daha üst taraflarını yıkamaktır. 
s. Abdestteki fiil ve sözleri üçlemelidir. (Niyet hariç). 
ş. Sidik akıntısı olanlardan başkasının muvâlâtı uygulaması sünnettir. Yâni organlardan biri kurumadan diğerini yıkamaya geçmelidir. Sidik akıntısı ve benzeri sürekli abdest bozucu özürleri bulunan kimselerin muvâlâtı uygulamaları vâcibtir. 
t. Abdest alırken ihtiyâç olmadıkça Allah'ı zikirden başka dünya kelâmı söylememelidir. 
u. Su döktürmek gibi ihtiyâç yokken başkasından yardım istememelidir. 
ü. İhtiyâç olmadıkça abdest organlarını kurulamamalıdır. 
v. İhtiyâç olmadıkça eldeki artık suyu silkelememelidir. 
y. Abdestten artan suyu içmelidir. 
z. Geniş yüzüğü oynatmalıdır. Alt tarafına su geçmeyen dar yüzüğü, altına su geçinceye kadar oynatmak gerekir. Bu hususta yüzüğün mubah veya haram veyahut da mekruh yüzüklerden olması hükmü değiştirmez. Bu görüşe Hânefîler muvafık, Mâlikîler ise muhaliftirler. 
Hanbeliler dediler ki: Abdestin sünnetleri, mendublan veya müs-tehabları aşağıda sıralanmıştır: a. Kıbleye yönelmek. 
b. Mazmaza esnasında ağzı misvâklamak. Dişleri temizlemek için dişleri enlemesine, damağı kuvvetlendirmek için dişleri diklemesine misvâklamak mendubtur. Sol elle tutularak dişler, damak etleri ve ağzın içi misvâklamr. Misvak ağacının diş etlerine zarar vermemesi için yumuşak olması gerekir. Kuru olması mekruhtur. Bütün vakitlerde mİsvâklanmak sünnettir. Ancak oruçlunun zeval vaktinden sonra kuru veya nemli misvakı kullanması mekruhtur. Zevalden önce ise nemli de olsa misvak kullanması mubahtır. Her namaz vaktinde, uykudan uyanıldığında, ağzın kokusu değiştiğinde, abdest alındığında, Kur'an-ı Kerîm okunacağında, mescide girildiğinde, kişinin kendi evine girmesi esnasında, midenin içindeki yemeklerin bitip midenin boşalması hâlinde, dişler sarardığında muhakkak surette misvaklanmak gerekir. Misvak yaparken önce süt dişlerinden başlayarak azı dişlerine kadar ağzın sağ tarafı, sonra yine aynı şekilde sol tarafı misvâklamr. Reyhanla nar ağacı, kamış ve benzeri diş etlerine zarar verecek şeylerle misvaklanmak mekruhtur. c. Avuçları üç defa yıkamak. 
d. Yüzü yıkamadan önce mazmaza ve istinşak yapmak. Oruçlu olmayanın mazmaza ve istinşakta mübalağa yapması sünnettir; 
e. Üzerinden su geçen organları ovmak. 
f. Üzerinde tüy, girinti ve çıkıntılar bulunması nedeniyle yüzü yıkarken bol su kullanmak. 
g. Sık sakallan yıkarken hilâllemek. 
h. Ovmaya gerek görülmeden aralarına suyun girebildiği el ve ayak parmaklarını hilâllemek. Eğer su, ovmakla aralarına girebiliyorsa bu durumda hilâllenmeleri vâcib olur. 
i. Kulakları meshederken suyu yenilemek. 
j. İkili organlardanönce sağ tarafta olanı yıkamak. 
k. Gurre ve tahcîlî uzatmak. 
l. Her organı ikinci ve üçüncü kez yıkamak. Tabiî eğer birinci yıkayışta su, organın her tarafını kaplamışşa... Diyelim ki birinci yıkayışta kaplamayıp ikincisinde veya üçüncüsünde kaplamışşa farz yerini bulur. Ama sünnet, yerini bulmaz. 
m. Yüz yıkanırken abdest için yaptığı niyeti, abdestin sonuna kadar kalbte tutmak. 
n. Avuçlarını yıkarken, abdestin sünnetlerine niyet etmek. 
o. Niyet ederken kelimeleri gizlice söyleyip sadece kendisinin duyabileceği şekilde dudakları oynatmak. Niyet ederken (kelimeleri söylemek için) başkasından yardım istememek. 
p. Abdesti bitirir bitirmez gözleri semâya dikip şu duayı okumak da sünnettir: “Tanıklık ederini kî Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine tanıklık ederim ki Efendimiz Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenen kimselerden kıl. Beni sâlih kullarından eyle. Allah'ım! Seni noksanlıklardan ve eksikliklerden tenzih ederim. Ve sana övgülerimi 
arz ederim. Senden başka ilâh olmadığına tanıklık eder, senden afvü mağfiret diler ve sana dönerim.” 59 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 87-99.)

Abdestin Mendub Ve Müstehabları

Önce de anlatıldığı gibi bazı mezheb İmamları sünnet, mendub, müs-tehab, tatavvu', nafile ve fazilet kelimelerini aynı anlamda kullanmakta, bazıları da sünnet kelimesini bunlardan ayırmaktadırlar. Bundan önceki sayfalarda abdestin sünnetlerini anlattık. Burada da sünnet ile mendub ve diğer kavramları birbirinden ayıran mezheb İmamlarına göre abdestin mendublarını anlatmaya çalışacağız.
Hanbelî ve Şafiiler dediler ki: Sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu' kelimeleri aynı anlamı ifade etmekte olup, bunların gereklerini yerine getiren sevâb kazanır. Yerine getirmeyenlerse ceza görmezler. Bu iki mezhebe göre abdestin sünnetlerini saymış olduğumuzdan artık geriye aynı anlamı ifade etmekte olan mendub ve müstehab gibi hususlar kalmamaktadır. 
Malikiler dediler ki: Abdest için sadece bir takım sünnet ve faziletler vardır. Bunları terkedenler cezalandırılmazlar. Ancak yapanlar sevâb kazanacakları gibi, sünnetin sevabı da faziletin sevabına göre daha fazladır. Önceki bahislerde abdestin sünnetlerini sayıp anlatmıştık. Şimdi de faziletlerini ele alacağız: 
a. Temiz yerde abdest almak. Heladaki temiz sudan abdest almak, tenzîhen mekruh olmakla birlikte sahihtir. Hela henüz kullanılmamış olup temiz olsa bile yine aynı hükme tâbidir. Zîra Mâlikîler, necaset için hazırlanmış yerde, henüz kullanılmamış olsa bile abdest alınmasını mekruh saymışlardır. 
b. Organları yıkarken mümkün olduğu kadar az su harcamak. Tabiî, suyu kullanırken organın üzerinde yürüyüp her tarafını kaplaması gerekir. Ayrıca yıkanan organdan suyun damlaması gerekli değildir. 
c. İkili organlarda önce sağ taraftakini yıkamak. 
d. Üstü açık olup içinden suyun avuçlanacağı kabı sağ tarafa koymalıdır. Eğer kabın üstü kapalıysa ve su, içinden akıtılacaksa (ibrik gibi) sol tarafa koymalıdır. 
e. Organları yıkarken, önce ön kısımlarından yıkamaya başlamak. Meselâ yüzü, üst tarafından yıkamaya başlamalı. Başı ön tarafından meshet-meye başlamalı. El ve ayaklan ise parmaklardan yıkamaya başlamalıdır. 
f. Yıkanan organları ikinci ve üçüncü defa yıkamalı. Birinci yıkayışta organın tamamı suyla kaplanmamişsa, bu durumda ikinci yıkayıştan sonra iki defa daha yıkamalıdır. Zîrâ birinci yıkayış, geçerli olmamıştır. Eğer ikinci yıkayışta organın tümü suyla kaplanmamış ise üçüncü yıkayıştan sonra iki defa daha yıkamalıdır. Zîrâ su, organın her tarafını kaplamadığı için ikinci yıkayış da geçersiz sayılmaktadır. 
g. Abdestten önce erak ağacı veya herhangi bir ağaç dalıyla, bunlar da bulunmuyorsa parmakla misvâklanmak. Misvâklanmayi sağ elle yapıp ağzın sağ tarafından başlamalı, dişlerin temizlenmesi için enlemesine, damak etinin kuvvetlenmesi için de diklemesine misvâklanmak gerekir. Misvâğın bir karıştan uzun olmaması, misvak kullanırken avuçla kabzedilmemesi gerekir. Birinci misvaktan sonra aradan epeyi zaman geçmişse namaz kılarken yeniden misvâklanmak gerekir. Kur'an okunacağı zaman, uykudan uyanıl-dığında, yeme içme ve diğer şeylerden ötürü ağız kokusunun bozulması hâlinde misvâklanmak sünnet olur. 
h. Abdestin ilk başlangıcında besmele çekmek ve ihtiyâç olmaksızın da zikir dışında herhangi bir söz sarfetmemek. 
i. Sünnetlerle farzların tertibine uymak. Meselâ yüzü yıkamadan önce elleri bileklere kadar yıkayıp mazmaza ve istinşak yapmak. Başı meshe-derken suyu yenilemek. 
Hanefiler dediler ki: Abdestin mendubları -ki bunlara müstehabları, faziletleri, nafileleri veya adabı da diyebilirsiniz- şu aşağıdaki şekilde sıralanmıştır: 
1. Abdest alırken yüksek bir yerde oturmak. Böyle yapmakla müsta'mel suyun serpintilerinden korunulmuş olur. 
2. Abdest yeri temiz olmalıdır. 
3. Güneşte ısıtılmış suyla abdest almamalıdır. 
4. Abdest alırken kıbleye yönelmelidir.
5. Organlarını yıkayıp temizlerken başkasından yardım istememeli-dir. Ama su getirtmek veya ele su döktürmek şeklinde başkasından yardım istenmesinin bir sakıncası yoktur. 
6. İhtiyâç olmadan zikir” dışında başka bir şey konuşmamalıdır. 
7. Niyeti hem dille, hem kalble yapmalıdır. 
8. Her organı yıkarken veya meshederken besmeleyle beraber niyet de etmelidir. 
9. Başkasının kullanmasına izin vermeyerek bir kabı sırf kendi şahsı için abdest kabı olarak ayirmamalıdır. 
10. Abdest kabının balçık ve benzeri maddelerden olması. Eğer abdest kabının kulpu varsa üç defa yıkanması gerekir. 
11. Su, üstü açık ve avuçlanacak bir kaptaysa bu kabı sağ tarafa koymalıdır. Üstü örtülü ibrik gibi kaplardaysa sol tarafa koymalıdır. 
12. Abdest almadan temizleyici suyu hazır bulundurmalıdır. 
13. Gasbedilmiş bir yerdeki sudan abdest almamalıdır. Ve oranın toprağıyla teyemmüm etmemelidir, 
14. Her organı yıkarken kelime-i şehâdet getirmelidir. 
15. Mazmaza ve istinşak yaparken suyu sağ elle avuçlamahdir. Sol elle de burundan dışarıya atılmalıdır. 
16. Mazmaza ve istinşak suyunu, abdest suyunun içinde bulunduğu kaba almamalıdır. 
17. Alt tarafına suyun geçtiği yüzüğü oynatmalıdır. Şayet su, kendiliğinden altına geçmiyorsa bu durumda yüzüğü oynatmak farzdır. 
18. İkili organlardan önce sağ taraftakini yıkamalıdır. 
19. Gurre ve tahcîli uzatmalıdır. 
20. Kulakları meshederken serçe parmağı kulak denklerinin içine sokmalıdır. 
21. Gözleri yıkayarak korunmalarına özen göstermelidir. 
22. Boynu, ellerin sırtıyla meshetmelidir. Şundan ki ellerin sırtında bulunan su müsta’met değildir. Boğazı meshetmekse bid'attir. 
23. Sağ elin saygınlığından ötürü, ayakların tabanını sol elle yıkamalıdır. 
24. Ellerdeki su kalıntısını silkelememelidir. 
25. Organlardaki ıslaklığı mendil ve benzeri şeylerle kurulamamalıdır. Ve bunda da aşırılığa gitmemelidir. 
26. Abdestten arta kalan suyu ayağa kalkıp kıbleye yönelerek içmelidir. 
27. Abdesti tamamladığında eğer kerahet vakti değilse iki rek'at namaz kılmalıdır. 
28. Abdestten hemen sonra üç defa Kadir Sûresi'ni okumalıdır. Daha sonra da ayağa kalkıp kıbleye yönelerek şu duâyı okumalıdır: “Tanıklık ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Ve yine tanıklık ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir. Allah' ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle.” 
29. Organların üst taraflarını alt taraflarından önce yıkamalıdır. 
30. Abdest alırken okunacak dualar sırasıyla şunlardır: 
a. Abdeste başlarken; “Ulu Allah'ın adıyla başlarım. İslâm dinini bize bağışladığından ötürü Allah'a hamdolsun.” der, daha sonra da kelime-i şehâdet getirip salât okur. 
b. Mazmaza anında ise; “Allah'ım, Kur'an okumada, seni zikretmemde, sana şükretmemde ve güzelce ibâdet etmemde bana yardım et.” 
c. İstinşak ânındaysa; “Allah'ım, bana Cennet kokusunu koklat. Cehennem kokusunu koklatma.” d. Yüzünü yıkarken; “Allah'ım, bir takım yüzlerin ak, bir takım yüzlerin de kara olacağı günde yüzümü ak et”. 
e. Sağ kolunu yıkarken; “Allah'ım, kitabı sağ tarafımdan ver ve beni kolay bir şekilde hesaba çek. f. Sol kolunu yıkarken; “Allah'ım, kitabı ne solumdan ve ne de arkamdan verme. 
g. Başını mesh ederken; “Allah'ım, senin arşının gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı günde beni arşının altında 
gölgelendir.” 
h. Kulaklarını meshederken; “Allah'ım, beni söz dinleyenlerden ve onun güzeline uyanlardan kıl.” ı. Boynunu meshederken; “Allah'ım, boynumu ateşten azâd eyle.” 
j. Sağ ayak yıkanırken; “Allah'ım! Sağ Ayakların kaydığı günde ayaklarımı sırat üstünde sabit kıl.” k. Sol ayak yıkanırken de; “Allah'ım! Günâhımı afvolunmuş, çalışmamı şükre lâyık, ticâretimi hiç helak olmayacak bir ticâret kıl.” 60 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 99-103.)

NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya  Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.


Hâtime: 

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol

NOT: KONUNUN DEVAMI VAR

KAYNAKLAR:

49 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 62-65. 
50 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 65. 51 Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.
50 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 65. 
51 Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.
52 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 66-69.
53 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 69-74. 54 Mâide: 5/6.
54 Mâide: 5/6.
55 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 74-84.
56 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 84-86.
57 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 86-87.
58 Maide: 5/6.
59 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 87-99.
60 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 99-103.
( Taharet Kitabü't-tahâre (Temizlik Bölümü) Devamı 2 başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 2.08.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu