DÖRT MEZHEBE GÖRE İSLAM FIKHI- 2
NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 9
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
İSTİSKA NAMAZI
İstiskâ’nın Tanımı Ve Sebebi
“İstiskâ”, lügatte Allah’tan veya insanlardan su talebinde bulunmak demektir. Bir kişi suya ihtiyaç
duyar da onu bir başkasından isterse, bu isteğine “istiskâ” denir. Şer’î açıdan istiskâ; kulların vâdisiz,
nehirsiz, kuyusuz bir yerde olup da kendi içecekleri, davar ve ekinlerini sulayacakları bir suyun
bulunmaması veya bulunup da yeterli olmaması sebepiyle Allah’tan su talebinde bulunmalarına
denir. 356 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 504.
İstiskâ Namazının Kılınış Şekli
İnsanlar anılan şekilde suya ihtiyaç duyarlarsa, bu durumda müslümanların istiskâ namazı kılmaları
gerekli olur. İstiskâ namazının kılınış şekli, mezheblere göre tafsilâtlı bir biçimde aşağıda anlatılmıştır.
Şafiiler dediler ki: İstiskâ namazı, cemaatle edâ edilen iki rek’atli bir namazdır. Bu namazı kıldıran
imamın, müslümanların en yüksek hâkimi veya onun vekili olması gerekir. Bunlar bulunmadığı
takdirde müslümanların nüfuz ve şevket sahibi reisleri kıldırmalıdır. Kılmış şekli tıpkı bayram namazı
gibidir. îmam, birinci rek’atte iftitah tekbiri dışında yedi tekbir alır. İkinci rek’atte ise kıyam tekbiri
dışında beş tekbir alır. Her tedbir alışta eller omuz hizasına kadar kaldırılır. İmam tekbir alırken cemaat
de kendisine uyar ve beraberce tekbir alırlar. Tekbir alındıktan sonra “eûzü besmele” çekip iftitah duası
okunur. Ayrıca her iki tekbir arasına, normal uzunlukta bir âyet okuyacak kadar fasıla koymak
müstehabtır. Tekbirler arasında önce sessizce zikir yapmalı, sonra bu zikirleri seslice tekrarlamalıdır.
Fatihadan sonra birinci rek’atte Kâf veya A’lâ sûresini ikinci rek’attaysa İnşikak veya Ğâşiye sûresini,
bayram namazlarında yapılan uygulamaya kıyasla, okumak müstehabtır. İki rek’atlik bu namaz
tamamlandıktan sonra hatibin, bayram hutbeleri gibi iki hutbe okuması mendubtur. Yalnız bu hutbelerde tekbir alınmayıp birinci hutbeye başlamadan önce yedi defa istiğfarda bulunulur. Tam
istiğfar duasının metni şudur:
Sadece demek de yeterli olabilir.
Hatibin entarisi, şal veya aba da olsa, bunları ters çevirmesi mendubtur. Ters çevirme şu şekilde
yapılır: Entarinin sağı sola, altı da üste getirilmelidir. Sağ eliyle entârinin sol alt tarafını tutup sağ
omuzun üzerine atar. Sol eliyle de entarinin sağ alt tarafını tutup sol omuzun üzerine atar. Bunu, ikinci
hutbenin üçte birini okuduktan sonra yapmalıdır. İkinci hutbenin üçte biri tamamlandıktan sonra kıble
tarafına yönelip anılan şekilde entariyi ters çevirmek sünnettir. Bu ters çevirmeyi yapmamak mekruhtur. İmamın ters çevirmesi anında, oturmakta olan cemaatin de aynı şekilde oturarak entarilerini ters
çevirmeleri mendubtur. Sesli veya sessiz çokça duâ yapmak da sünnettir. İftitah duasını yaparken
sıkıntıyı gidermesi için Allah’a çokça yalvarıp duada bulunmak da sünnettir. Sıkıntıyı gidermek için
okunması gereken en uygun duâ şudur:
Hatibinde fazla miktarda bağışlanma talebinde bulunması ve şu âyet-i kerîmeyi okuması sünnettir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Dedim ki: “Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol
yağmur indirsin. Sizi mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın.”
357 Nuh: 71/10-11-12.
Ayrıca hatib, hutbesinde Peygamber (s.a.s.) Efendimizin şu duasını da okumalıdır:
“Allah’ım! Yağmuru bize rahmet kıl. Bize azâb, helak, belâ, yıkım ve boğma suyu gönderme. Allah’ım!
Yağdıracağın yağmuru küçük tepelerin üstüne, ağaçların bittikleri yerlere, vadilerin iç taraflarına
yağdır. Allah’ım! Yağdıracağın yağmuru etrafımıza yağdır. Üzerimize yağdırma. Aleyhimize olmasın.
Allah’ım! Yardıma koşucu, felâketten kurtarıcı, afiyet verici, gözleri doyurucu, meraları bollaştırıcı,
yeryüzünü kaplayıcı, umumî sağanak ve de devamlı bir yağmur yağdır. Allah’ım! Bize medet kılıp su
ihsan et. Bizleri ümit kesenlerden eyleme. Allah’ım! Kullarda ve beldelerde sıkıntı, darlık ve açlık
vardır. Ki bunu ancak sana şikâyet edebiliriz. Allah’ım! Ekinlerimizi yeşert. Hayvanlarımızın
memelerinden bize süt akıt. Göğün bereketlerini üzerimize yağdır. Yerden de bize bereketler bitir.
Üzerimizdeki belâyı kaldır. Bu belâyı senden başka kaldırabilecek kimse yoktur. Senden bağışlanma
diliyoruz. Şüphesiz ki sen bağışlayıcısın. Gökten, üzerimize bol miktarda yağmur yağdır.”
Hanefiler dediler ki: İstiskâ namazı hususunda ihtilâf vardır. Bazısı bunun namaz kılmaksızın sadece
duâ ve istiğfardan ibaret olduğunu, imamın ayağa kalkıp kıbleye yönelerek ellerini kaldırıp dua etmesi
ve peşindeki cemaatin de kıbleye yönelerek oturmuş vaziyette imamın okuyacağı şu duâ için “âmîn”
demesinden ibaret olduğunu söylemişlerdir. İmam şu duayı veya buna benzer duaları sesli veya sessiz
olarak okur:
Ne var ki bu görüş kuvvetli değildir. Kuvvetli görüşe göre istiskâ için diğer mezheb imamlarının da
dediği gibi, iki rek’at namaz kılınmalıdır. Netice olarak Hanefîler bu namazın mendub olduğunu
söylerler. Diğer bazı Hanefîler de sünnet olduğunu söylerler. Ki istiskâ namazının hükmü bahsinde bu
husus ele alınacaktır.
İstiskâ namazının kılınış şekli, tıpkı bayram namazı gibidir. Yalnız bu namazda zevâid tekbirleri
alınmayıp sadece namazla ilgili tekbirlerle yetinilir. Namaz tamamlandıktan sonra imam veya vekili,
tıpkı bayramlarda olduğu gibi iki hutbe okur. Ancak imam, yerde durarak elinde de yay, kılıç veya âsâ
olduğu halde hutbe okur. Entarisini de birinci hutbenin bir kısmını irâd ettikten sonra ters çevirir.
Omzuna giydiği entarisini, dört köşeliyse altım üstüne, üstünü de altına getirerek ters çevirir. Eğer
entarisi yuvarlaksa sağını soluna, solunu da sağına getirerek ters çevirir. Üzerinde palto ve benzeri
astarlı bir ridâ varsa, bunun içini dışına dışını da içine çevirerek giyer. Kendisine tâbi olan cemaat ise
entarilerini ters çevirmezler. Bunda ittifak vardır. Sadece imamın ters çevirmesiyle yetinilir.
Hanbeliler dediler ki: İstiskâ namazı, tıpkı bayram namazı gibi kılınır. Birinci rek’atinde yedi,
ikincisindeyse beş tekbir alınır. Birinci rek’atte Fâtiha’dan sonra A’lâ sûresini, ikinci rek’atte ise
dilediği herhangi bir sûreyi okuyabilir. Bundan sonra da sadece bir tek hutbe okur. Bu hutbeyi
okumadan önce, minbere çıktığında istirahat için bir süre oturur. Bundan sonra, bayram hutbesindeki
gibi dokuz tekbir alır. Bu hutbede Peygamber Efendimize fazlaca salâtü selâm getirir ve istiğfarda
bulunur.
Bundan sonra Nûh sûresinin emriyle başlayan 11. ayetini okur. Duâ esnasında ellerini, koltuk altlarının beyazlığı görünecek kadar kaldırması sünnettir. Avuçlarının içini yere, dışını da göğe yöneltir.
Kendisine uyanlar da duâ cümlelerinin sonlarında “âmîn” derler. Oturmuş vaziyette ellerini göğe doğru
kaldırırlar. İmamın, uygun göreceği duaları okuması sahih olur. Ancak, en faziletlisi, şu duayı
okumasıdır:
İmam duâ ederken, işitenler “âmîn” derler. Hutbe esnasında kıbleye yönelmesi müstehabtır. Bundan
sonra entarisinin sağım sol tarafına, solunu sağ tarafına getirerek ters çevirir. Cemaat de aynı şekilde
ters çevirir. Elbiselerini beraberinde çıkarıncaya kadar, entarilerini bu şekilde bırakırlar. Kıbleye
yönelip elbiseyi çıkarırken gizlice şu duayı okurlar:
“Allah’ım! Sana duâ etmemizi sen emrettin. Duamıza icabet edeceğini vaad ettin. Bize emrettiğin gibi
sana duada bulunduk. Vaad ettiğin gibi sen de duamıza icabet et. Şüphesiz sen, vaadine muhalefet
etmezsin.”
Bu duayı tamamladıktan sonra imam tekrar cemaate dönüp sadaka vermeye, hayır ve hasenatta
bulunmaya teşvik eder. Peygamber Efendimize salâtü selâm getirerek mü’min erkeklerle kadınlara
duada bulunur. Kendisine Kur’an’dan nasib olduğu kadarını okur. Sonra da şunları okuyarak hutbesini
tamamlar:
İstiskâ namazı ve bu namazdan sonra irâd edilen hutbe için ezan okumak şart değildir. İstiskâ namazı
için “Essalâtü camia” diye çağrıda bulunulur. Misafirler ve köylerde yaşayanlar da istiskâ namazı
kılarlar. İmam bulunmaması hâlinde, köylülerden biri imamette bulunup hutbe okur.
Malikiler dediler ki: İstiskâ namazı tıpkı bayram namazı gibi kılınır. Yalnız, namazın mutlak
tekbirleri dışında, zevâid tekbirleri alınmaz. Hanefîler de bu görüştedirler. Şâfîîlerle Hanbelîler buna
muhaliftirler. Bu namazda iki hutbe okunur. İmam, ikinci hutbeyi tamamladıktan sonra kıbleye
yönelerek sırtını cemaate döner. Sonra entarisini arkadan ters çevirerek sol omuzu üzerindekini sağ
omzuna, sağ omzunun üzerindekini de sol omzunun üzerine atar. Ridânın üstünü altına, altını da üstüne
çevirmez. İmama uyanların, oturarak ters çevirmeleri mendubtur. Kadınların ise ters çevirmemeleri
gerekir. Bundan sonra imam, halkın başına gelen musibetin defi için fazlaca duada bulunur. Bu konuda
vârid olan duaları okuması mendubtur. Örneğin Muvattâ adlı eserde geçen Peygamber (s.a.s.)
Efendimizin okuduğu rivayet edilen şu duayı okumak mendubtur:
Mâlikîler, cemaatle edâ edildiği takdirde bu namazın, erkekler için bayram namazından sonra gelen
müekked bir sünnet olduğu hususunda Şafiî ve Hanbelîlerle görüş birliği içindedirler. İmamla birlikte
kılmayanlarınsa ferdî olarak kılmalarının mendub olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde mümeyyiz
çocuğun ve yaşlı kadının da bu namazı kılması mendubtur. Gebe kadınların istiskâ namazı için dışarıya
çıkmaları mekruhtur. Çıkmaları hâlinde fitne vukuundan korkulursa, namaza gitmeleri haram olur. 358 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 504-509.
İstiska Namazının Hükmü
Suya ihtiyaç duyulduğu zamanlarda istiskâ namazı müekked sünnettir. İnsanların suya ihtiyaç
duydukları zamanlarda, anlatmış olduğumuz şekli ile istiskâ namazı kılmaları sünnet olur. Mezheblere
göre anlattığımız şekillerden herhangi birine uygun olarak kıldıklarında bu sünneti yerine getirmiş
olurlar. Bu namazı belirli bir mezhebe göre kılma zorunluluğu yoktur. Çünkü bu hususta gelen
rivayetlere ilişkin olarak mezhebler görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bu namazda zevâid tekbirleri
alınmaz diyen Henefî mezhebinin bazı imamlarıysa, bayram namazında olduğu gibi, bu namazda da
zevâid tekbirlerinin alınması gerektiğini söylemişlerdir. Buna benzer bir takım örnekler daha vardır.
Okuyucuların tümden birbirine karıştırmaksızın, nisbeten olsun konuya vâkıf olmaları için bunu her
mezhebe göre belli bir ölçüde, bir noktaya kadar anlatmaya çalıştık. Bu namazın müekked sünnet
oluşuna gelince, Hanefîler dışındaki diğer mezhebler bunda görüş birliği etmişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Doğrusu şu ki, istiskâ namazı mendubtur. İstiskânın yapılması her ne kadar
Kitab ve Sünnet’le işlenmişse de, bundan maksadın sadece istiğfar, hamdü sena ve duâ olduğu
bilinmektedir. İstiskâ namazını kılmaya gelince, bu hususta sahîh hadîsler mevcut değildir. Yalnız
cemaatsiz ve ferdî olarak istiskâ namazının meşru olduğu hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. Zîrâ bu
nitelikte kılınan bir namaz, mutlak nafiledir. Kur’an-ı Kerîm’de Nûh Sûresinin on birinci âyet-i kerîmesine gelince diyeceğimiz şudur ki: Bizden
önceki ümmetler için meşru kılınan hususları Allah ve Rasûlü, yadırgamaksızın bir kıssa şeklinde bize
naklettiklerinde bunlar, bizim için de meşru sayılır. Bazı sahîh hadîsler, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin
istiskâ namazı kılıp Allah’a duada bulunduğunu ve o sıralar yaşının da küçük olduğunu ifâde
etmektedirler. Yine bir rivayette Mekkeli’lerin kıtlığa maruz kaldıkları, Kureyşli’lerin de Ebû Tâlib’e;
“Ey Ebû Tâlib, Mekke vadisi kıtlığa duçar oldu. Çoluk çocuk, açlıktan kırıldı... Haydi gidelim de
istiskâda bulun” dediler, bunun üzerine Ebû Tâlib’in istiskâ duasına çıktığı nakledilmektedir. Bu sırada
Ebû Tâlib’in yanında bir de çocuk vardı. Bu çocuk, sanki kendisinden kızıl bulutlar peydahlanan bir
güneş gibiydi. Bunun etrafında bir takım çocuklar da vardı. Ebû Tâlib onu tutup sırtını Kabe’ye dayadı.
Parmağıyla kendisini sığayarak duada bulundu. O sıra gökte hafif bir bulut bile yoktu. Hemen o esnada
etraftan bulutlar gelerek bol miktarda yağmur yağdı. Vâdî sularla kaynadı. İnsanlar ve çöller bol suya
kavuştu. Bunun için Ebû Tâlib şöyle dedi:
“Beyazlaştı. Yüzüyle bulutlar sulandı. O, yetimlere imdat, dullara sığınaktır.”Bu olayı, İbn Asâkir
rivayet etmiştir.
İstiskâ namazının vaktine gelince, Hanefî ve Hanbelîlere göre bu namaz, nafilenin mubah olduğu
vakitlerde kılınır. Nafile namazların hangi vakitlerde kılınabileceği, kendi özel bahsinde açıklanacaktır.
Mâliki ve Şâfiîlerin, istiskâ namazının vaktine ilişkin görüşleri aşağıda belirtilmiştir.
Malikiler dediler ki: İstiskâ namazının vakti, bayram namazında olduğu gibi, nafile kılmanın mubah
olduğu vakitten itibaren başlayıp, zeval vaktine kadar devam eder.
Şafiiler dediler ki: Sebepli bir namaz olduğundan bunu, nafile kılmanın yasaklandığı vakitte kılmak
da mümkündür.
Bu anlatılanların yanı sıra şunu da kaydetmekte yarar vardır: Yağmurun yağması geciktiği takdirde
geçen sayfalarda belirtildiği şekli ile istiskâ namazını yağmur yağıncaya kadar tekrarlamak, Hanefîler
dışındaki üç mezheb imamına göre sünnettir.
Hanefiler dediler ki: Önce de anlatıldığı gibi istiskâ namazını tekrarlamak, sünnet olmayıp
mendubtur. En fazla üç gün peş peşe tekrarlanabilir. 359 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 509-510.
İstiskâ Namazına Gitmeden Önce İmamın Yapması Müstehab Olan Şeyler
İstiskâ namazına gitmeden önce imamın yapması müstehab olan şeyleri şöylece sıralayabiliriz:
1. İmam, namaza çıkmadan önce halkın tevbe edip sadaka vermesini, zulümden uzak durmasını
emreder. Ki bu hususda mezhebler görüş birliği etmişlerdir.
2. Halkın, kendi düşmanlarıyla barış yapmalarını emretmelidir. Üç mezheb, bu hususta görüş birliği
etmişlerdir. Mâlikîlerse bunun müstehab olmayıp mendub olduğunu söylemişlerdir.
3. Üç gün önceden başlayarak peş peşe oruç tutmalarını emretmeli, dördüncü günün her hangi bir
saatinde, yaya olarak istiskâ namazını kılmaya gitmelidirler. Hanefilerle Şâfiîler bu görüşte ittifak etmişlerdir. Hanbelîlerle Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Cemaatin dördüncü gün istiskâ namazına çıkmaları mendub değildir. İmamın
tâyin edeceği günde beraberce çıkmaları mendubtur.
Malikiler dediler ki: Namaza, dördüncü günün kuşluk vakti çıkmak mendubtur. Ancak evi uzak
olanlar, imama kavuşacak şekilde bundan daha önce çıkarlar.
4. İmam ve cemaat hep birlikte eski elbiseler giymiş ve boynu bükük, zelîlâne bir şekilde namaza
gitmelidirler. Hanbelîler dışındaki diğer mezhebler, bu hükümde görüş birliği etmişlerdir.
Hanbeliler dediler ki: Bayram namazında olduğu gibi, istiskâ namazına da süslü ve güzel elbiseleri giyerek çıkmak gerekir.
5. İmam, halkın beraberinde çocukları, yaşlı erkekerle kadınları ve hayvanları da getirmelerini, fazlaca
feryâd ve figân etmelerini sağlamak için sütteki çocukların analarından uzak tutulmalarını emreder.
Böyle yapmakla azîz ve celîl olan Allah’ın rahmetine daha fazla yaklaşılmış olur. Hanefîlerle Şâfiîler
bu görüşte birleşmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Namaz kılması sahîh olan mümeyyiz çocukları istiskâ namazına götürmek
mendubtur. Küçük çocukları ve hayvanları götürmek ise mekruhtur.
Hanbeliler dediler ki: Mâlikîlerin de dedikleri gibi mümeyyiz çocukları istiskâ namazına götürmek
sünnettir. Yaşlıları ve hayvanları götürmek ise mubahtır. 360 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 510-511.
GÜNEŞ TUTULMASI (KÜSÛF) NAMAZI
Hükmü Ve Delili
Küsûf namazı müekked sünnettir. Bu namaz, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin şu kutlu sözüyle sabit
olmuştur:
“Şüphesiz güneş ve ay, Allah’ın (varlığını ve birliğini ispatlayan) âyetlerinden iki âyettir. Bunlar, ne
bir kimsenin ölümü ve ne de yaşaması için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüzde sizdeki şeyin (güneş veya ay tutulmasının) açılmasına dek namaz kılıp dua edin.” 361 Buhârî, Küsûf, 1, 6, 13-15; Müslîm, Küsûf, 6, 10, 17, 21.
Bu hadîsin ifâdesine göre Peygamber Efendimizin güneş tutulması sırasında namaz kıldığı sabit
olmuştur. Ayrıca ileride de anlatılacağı gibi, ay tutulması sırasında da namaz kılmıştır. 362 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 512.
Küsûf Namazının Meşruluğunun Hikmeti
Bilindiği gibi güneş, tüm olarak kâinatın yaşamasının kendisine bağlı olduğu ilâhî nimetlerin en
büyüklerinden biridir. Tutulması; onun bir gün mutlaka zevâl bulacağını, bunun yanı sıra bütün
âlemlerin kudretli bir ilâhın kabzasında bulunduğunu ve bu ilâhın istediği anda güneşi
söndürebileceğini ve yok edebileceğini insanlara hissettirmek içindir. Bu durumda namaz kılmak,
kulların boyun büküşlerini ve zelîl olduklarını, bu kuvvetli ilâha teslim olduklarını itaat ettiklerini
göstermek anlamını taşır. Bu da saf tevhid inancını getiren, putlara -ki ay ve güneşle diğer bazı
varlıklar da bir zamanlar put olarak kabul edilmişlerdi- tapmamayı şiar edinen İslâmiyet’in güzel
yönlerinden birini yansıtmaktadır. 363 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 512-513.
Küsûf Namazının Kılınış Şekli
Namazın kılınış şekli: Üç mezheb imamı bu namazın iki rek’at olarak ve arttırmaksızın kılınması
hususunda görüş birliğine varmışlardır. Güneşin karartısının açılmasından önce namaz tamamlandığı
takdirde, güneş açılıncaya kadar duaya devam edilir. Her rek’ate, normal rükû ve kıyamdan fazla
olarak ikinci birer kıyam ve rükû eklenir. Buna göre her rek’atte ikişer kıyam ve rükû bulunur.
Hanefîler bu görüşe muhâlefet etmişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Güneş tutulması namazı iki kıyam ve iki rükû ile kılındığı takdirde sahîh, olmaz.
Aksine bu namazın, diğer nafilelerden farksız olarak tek kıyam ve tek rükû ile kılınması zorunludur.
Ayrıca bu namazı en azından iki rek’at olarak kılmak gerekir. Dileyen, dört veya daha fazla rek’at
halinde kılabilir. En faziletlisi, tek veya çift selâmla dört rek’at olarak kılınmasıdır.
Hanefilere muhalefet edenlerse bu namazın, yukarıda anılan şekilden başka1 şekilde kılınması hâlinde de sahîh olabileceğini söylemişlerdir. Meselâ diğer nafileler gibi bir fazlalık yapmaksızın kılınması
hâlinde kerâhetsiz olarak caiz ve bunun yeterli olacağını söylemişlerdir. Bu görüşteki kimselerle
Hanefîler arasındaki fark şudur: Hanefîler, bu namazın tek kıyam ve rükû ile kılınması gerektiğini
söylemişlerdir. Diğerleri ise bu namazın yukarıda anılan şekilde kılınabileceği gibi, başka şekilde de
kılınmasının caiz olacağını beyan etmişlerdir. Anılan namazın iki kıyam ve iki rükû ile kılınmasını iler
sürenler, gerekçe olarak derler ki: Farz olan, birinci kıyam ile birinci rükûdur. İkinci kıyam ile ikinci
rükûa gelince, bunlar da mendubtur. 364 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 513.
Küsûf Namazının Sünnetleri
Birinci rek’atteki kıyamda Fâtiha’dan sonra Bakara sûresini veya ona denk bir sûreyi okuyarak, ikinci
kıyamda Fâtiha’dan sonra Âl-i İmrân sûresini veya dengi bir sûreyi okuyarak, ikinci rek’atin birinci
kıyamında Fâtiha’dan sonra Nisa sûresini, ikinci kıyamında ise yine Fâtiha’dan sonra Mâide sûresini
okuyarak kıraati uzatmak sünnettir. Hanefîler dışındaki diğer mezhebler, bu hükümde ittifak
etmişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Birinci rek’atte Fâtiha’dan sonra Bakara sûresini, ikinci rek’atte ise Âl-i İmrân
sûresini veya uzunluk bakımından bunlara denk bir sûreyi okuyarak kıraati uzatmak sünnettir. Bu
sûreleri hafifleterek okuyan ve böylece de namazı çabuklaştıran, fakat duayı uzatan kişi yine sünneti
yerine getirmiş olur. Çünkü bunlara göre sünnet olan, güneşin karartı vaktinden açılmasına dek süren
aralığı namaz ve duâ ile doldurmaktır. Şayet namaz ve duadan biri hafifletilir de, diğeri uzatılırsa ve
huşu içinde bulunulup güneşin açılması korku ve haşyetle beklenirse sünnet yine yerini bulmuş olur.
Her iki rek’atte, mezheblerin muhtelif olarak belirttikleri miktarlarda rükû ve secdeyi uzatmak da
sünnettir.
Hanefiler dediler ki: Bu namazın her iki rek’atinde de rükû ve secdeyi, belli bir ölçüsü olmaksızın,
uzatmak sünnettir.
Hanbeliler dediler ki: Her rek’atteki rükûu yine belli bir ölçüsü olmaksızın uzatmak gerekir. Birinci
rek’atteki rükûda yüz âyet miktarı teşbihte bulunmak, ikinci rükûunda ise yetmiş âyet miktarı teşbihte
bulunmak gerekir. Aynı şekilde ikinci rek’atin rükûlannda da teşbihte bulunmak icab eder. Yalnız,
ikinci rek’atin fiilleri, birincininkine nisbetle daha kısa olmalıdır. Secdeye gelince her iki rek’atte de
bunun örfün takdirine göre uzatılması sünnettir.
Şafiiler dediler ki: Birinci rek’atteki birinci rükûu, Bakara sûresinden yüz âyet okuyacak kadar, ikinci
rükûu ise seksen âyet okuyacak kadar uzatmak; ikinci rek’atin birinci rükûunu aynı sûreden yetmiş
âyet okuyacak kadar, ikici rükûunu da elli âyet okuyacak kadar uzatmak sünnettir. Secdeye gelince, her
iki rek’atin birinci secdesini, âit olduğu rek’atin birinci rükûu kadar, ikinci secdesini de yine âit olduğu
rek’atin ikinci rükûu kadar uzatmak sünnettir.
Malikiler dediler ki: Bütün rükûları, kendisinden önce okunan sûreye yakın miktarda uzatmak
mendubtur. Birinci rükûda Bakara sûresini okumaya yetecek kadar uzatmak, ikincisini ise Âl-i îmrân
sûresini okumaya yetecek kadar uzatmak mendubtur. Her rek’atteki secdeye gelince; bunun da
kendisinden önceki rükû kadar uzatılması mendubtur. ikinci secde, birinciden kısa olmalıdır. Bu
namazın rükû ve secdelerinde tesbihte bulunmak da mendubtur.
İmamın bu namaza başlamasından sonra, ikinci kıyam veya ikinci rükû hâlinde yetişerek kendisine tâbi
olan kişi, imamın içinde bulunduğu rek’ate kavuşmuş sayılmaz. Mâlikîler buna muhaliftirler.
Malikiler dediler ki: Her rek’atin ikinci kıyam ve rükûu farzdır. Birinci kıyam ve rükûu ise sünnettir.
Bir kişi imama, bu namazın rek’atlerinden birinci ikinci kıyamında yetişirse o rek’ati kılmış sayılır.
İmama tâbi olanlar razı olmasalar bile onların durumlarına bakılmaksızın bu namazları uzatmak, üç mezheb imamının ittifakına göre meşrudur. Mâlikîler ise bu görüşe muhâliftirler.
Malikiler dediler ki: Namazı yukarıda anlatılan şekilde uzatmak, cemaate zarar vermediği ve nafile
namaz kılmanın helâl olduğu vakitten, güneşin zevaline kadar olan nafile kılma vaktinin çıkmasından
korkulmadığı takdirde meşru olur.
Bu namaz için ne ezan ve ne de ikamet okunur. Sadece, “es-Salâtü câmiah” diye çağrıda bulunmak
mendubtur. Kıraati gizli yapmak da mendubtur. Hanbelîler buna muhalefet etmişlerdir. Derler ki: Bu
namazın kıraatini sesli yapmak sünnettir. Cemaatle kılmak mendubtur. Bu namazı kıldıran kişinin
Cuma imamı olması veya devlet başkanı tarafından yetkili kılınmış olması şart değildir. Hanefîler bu
görüşe muhaliftirler.
Hanefiler dediler ki: Bu namazı kıldıran imamın aynı zamanda Cuma imamı olması gerekir. Sahîh
görüş budur. Cuma imamı bulunmadığı takdirde bu namazı kıldıracak kişiye devlet başkanının izin
vermesi gerekir. Bu izin de verilmediği takdirde herkes kendi evinde yalnız başına kılar.
Yine bu namazın camide kılınması, Mâlikîler dışındaki üç mezheb imamına göre mendubtur. Mâlikîler
derler ki: Cemaatle kılınmadığı takdirde bu namazın camide kılınması mendub olmaz. Ferdî olarak
kılan kişinin, dilediği herhangi bir yerde kılması caizdir. 365 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 513-515.
Küsûf Namazının Vakti
Bu namazın vakti, güneşin tutulması anından başlayıp karartısının açılmasına kadar devam eder.
Yalnız bu vakit, nafile namaz kılmanın yasak olduğu bir vakit olmamalıdır. Şayet güneş tutulması,
nafile namaz kılmanın yasak olduğu bir vakte tesadüf ederse, sadece duâ ile yetinilip namaz kılınmaz.
Hanefîlerle Hanbelîler bu görüştedirler. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıya
alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Güneş tutulması meydana geldiği zaman bu, nafile namaz kılmanın yasak olduğu
vakte rastlasa bile, yine namaz kılınır. Zîrâ bu namaz, sebepli nafilelerdendir.
Malikiler dediler ki: Küsûf, yani güneş tutulması namazının vakti, güneşin doğduktan sonra bir
mızrak boyu kadar yükselmesi anından başlayıp güneşin zevale ermesi vaktine kadar devam eder.
Küsûf namazı bu vaktin başlangıcından önce kılınamayacağı gibi, zevalden sonra da kılınamaz. 366 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 515-516.
Küsûf Namazı Hutbesi
Küsûf namazı için hutbe okumak meşru değildir. Namaz kılma esnasında güneşin karartısı gidip de
aydınlanırsa, namazın geri kalan kısmı aslî şekliyle tamamlanır. Gurup vaktinde güneş tutulur da, o şekilde batarsa bahis konusu namaz kılınmaz. Bu namaz için hutbenin meşru olmayışı, Şâfiîler dışındaki
diğer mezheblerin ittifakıyla sabittir.
Şafiiler dediler ki: Küsûf namazını cemaatle kılan erkekler için, tıpkı bayram namazlarından sonra
olduğu gibi iki hutbe okumak sünnettir. Bu durumda güneş açılsa bile yine aynı şekilde namaz ve
hutbeye devam edilir. Yalnız, bu hutbede tekbir yerine istiğfarda bulunulur. Ki bu da hâle münâsip bir
davranış olur. Bu hutbelerde Cuma hutbesinin şartları aranmaz. Yalnız, cemaatin duyması, hutbenin
Arapça olması ve hatibin de erkek olması gereklidir.
Malikiler dediler ki: Namazın birinci rek’atinin iki secdesi tamamlanmadan önce güneş açılırsa, fazla
kıyam ve rükû yapmaksızın nâfile namaz gibi iki rek’at kılınır. Herhangi bir uzatma da yapılmaz. Ama
güneş, birinci rek’atin iki secdesi yapıldıktan sonra açılırsa aslî şekliyle kıyam ve rükûları ikileyerek
namaz kılınır. Fakat kıraat uzatılmaz. Bazıları da yine bu namazın, nafileler gibi tamamlanması gerektiğini söylemişlerdir ki, her iki görüş de aynı ağırlıktadır. 367 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 516.
AY TUTULMASI VE KORKU NAMAZI (SALÂT-I HÜSÛF VE FEZA’)
Ay tutulması esnasında kılınan namaz, tıpkı güneş tutulması esnasında kılınan namaz gibidir. Yalnız
bu namazla ilgili bazı hususlarda mezheblerin bir takım tafsilâtları olmuştur.
Hanefiler dediler ki: Hüsûf namazı da tıpkı küsûf namazı gibidir. Yalnız bu namaz mendub olup onun
gibi müekked sünnet değildir. Camide cemaatle kılınması meşru olmayıp evlerde ferdî olarak
kılınmalıdır.
Şafiiler dediler ki: Hüsûf namazı iki durum dışında tıpkı küsûf namazı gibidir:
a. Hüsûf namazında kıraat sesli yapılır. Küsûf namazındaysa sessiz yapılır.
b. Güneş tutulmuş vaziyette batarsa küsûf namazı kılınmaz. Ama ay tutulmuş vaziyette batsa bile hüsûf
namazı, güneş doğuncaya kadar kılınabilir.
Bu iki namazı vaktinde kılamayanlar, bilâhere kaza edemezler.
Hanbeliler dediler ki: Hüsûf namazı da tıpkı küsûf namazı gibidir. Yalnız, geceleyin ay, tutulmuş
olduğu halde batsa bile güneş doğuncaya kadar hüsûf namazı kılınabilir. Oysa güneş tutulmuş vaziyette
batarsa küsûf namazı kılınamaz.
Malikiler dediler ki: Hüsûf namazı, küsûf namazının hilâfına olarak sünnet değil mendubtur.
Mûtemed görüş budur. Kıraatini uzatmaksızın, tıpkı nafileler gibi kılınır. Kıyam ve rükûu ikilenmez.
Kıraatini sesli yapmak mendubtur. Vakti, ayın tutulmasından itibaren başlayıp açılmasına kadar sürer.
Bu namaz, nafile kılmanın yasaklandığı vakitte kılınamaz. İki rek’at kılmakla, mendubluk sevabı elde
edilmiş olu. Bu namazı ay açılıncaya veya batıncaya veyahut da fecir doğuncaya kadar tekrarlamak
mendubtur. Oysa küsûf namazını tekrarlamak caiz değildir. Ancak güneş açılır da tekrar tutulursa,
küsûf namazı yeniden kılınır. Ay tutulması hâlinde kılınan hüsûf namazını cemaatle kılmak mekruh
olduğu gibi, mescidde kılmak da mekruhtur.
Korku anında kılınan namaza (Salât-ı Havf) gelince, bu mendubtur. Depremden, yıldırım
çarpmasından, karanlıktan, şiddetli fırtınalardan, veba ve benzeri felâketlerden korkulması hâlinde, iki
rek’at namaz kılmak mendubtur. Çünkü anılan bu felâketler, kulların ma’siyet ve günahı terk edip
Allah’a tâatte bulunmaya dönmeleri için, Yüce Rabbın insanları korkutmak amacıyla göstermiş olduğu
bir takım alâmetlerdir. Bu tür hallerin vukuunda, insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayan
ibâdete başvurup iki rek’at namaz kılmak gerekir. Mutlak nafileler gibi kılınan bu namaz için cemaat
ve hutbe gerekli değildir. Mescidlerde kılınması da sünnet değildir. En faziletlisi, bu namazın evlerde
kılınmasıdır. Mâlikîlerle Hanefîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Hanbelîlerse anılan
felâketlerden ötürü namaz kılmanın mendub olmadığını, ancak, deprem devam ettiği takdirde, onun
için küsûf namazı gibi, iki rek’at namaz kılmak mendub olur demişlerdir. Şâfiîlere gelince onlar,
sayılan bu durumlar için namaz kılmanın mendub olduğunu söylememişlerdir. 368 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 517-518.
Namaz Kılmanın Yasaklandığı Vakitler
Günlük beş vakit farz namazların vakitleri bahsinde, anılan namazların edâ edilmelerinin gerekli
olduğu bazı vakitlerin bulunduğunu, bu vakitleri geçirip de haram vakitte namaz kılan kişinin günahkâr
olacağını, yine bu vakitleri geçirip de kerahet vaktinde namaz kılan kişinin mekruh işlemiş olacağını
anlatmıştık. Ancak üç mezheb imamı görüş birliği ederek vakti girdikten sonra kılınan namazın sahîh
olacağını beyân etmişlerdir. Hanefîler namazın, üç vakitte sahîh olmayacağını ileri sürerek, bu hükme
muhalefet ederek; bu üç vakitte kılınan farz namazların asla sahîh olmayacağını söylemişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Farz namazlar, üç vakitte kesinlikle geçerli olmazlar:
1. Güneşin doğmasından yükselmesine kadar geçen zaman içinde geçerli olmazlar. Meselâ sabah namazına gün doğmadan önce başlanır da, namaz tamamlanmadan güneş doğarsa, namaz batıl olur.
Ancak kâdede teşehhüd miktarı oturmuş olan kişinin namazının bu durumda batıl olup olmayacağı
hususunda ihtilâf vardır. Bazı Hanefîler, sabah namazının bu durumda batıl olacağını, bazılarıysa batıl
olmayacağını söylemişlerdir.
2. Güneşin zevalden az önce, tam tepe noktasında bulunduğu sırada kılınan farz namazlar geçerli
olmaz. Zeval kelimesinin anlamı, namaz vakitleri bahsinde anlatılmıştı.
3. Güneşin guruba girmeden az önce, kızarması anından başlayarak güneşin batmasına kadar geçen
zaman içinde de farz namaz gerçekleşmez. Kılınırsa, geçerli olmaz. Yalnız aynı günün ikindi namazı
bu süre içinde kılınırsa geçerli olur. Fakat bu vakitte kılmak tahrîmen mekruh olur.
Bu vakitlerde farz namaz kılınamayacağı gibi, tilâvet secdesi de yapılamaz. Tilâvet secdesinin bu
vakitlerde sahîh olmaması, anılan secdenin söz konusu vakitlerin girmesinden önce kişiye vâcib olması
şartına bağlıdır. Meselâ gün doğmadan secde âyetini işiten kişi, güneşin doğması anında secde ederse
secdesi sahîh olmaz. Ama bu vakitlerin içinde bir secde âyetini işiten kişi, secde ettiği takdirde secdesi
sahîh olur. Meselâ güneşin, doğması esnasında veya zevalden az önce, tam göğün ortasında bulunması
anında veyahut da gurup vakti, kızarması esnasında secde âyetini işiten kişi, aynı anda secde etse,
secdesi sahîh olur. Ama bu vakitlerde secde âyetinin okunduğu işitilse bile secdeyi, namaz kılmanın
caiz olduğu vakte ertelemek daha faziletli olur. Cenaze namazı da bu açıdan tilâvet secdesi gibidir. Bu
vakitlerin girmesinden önce cenaze hazır bulunur da üzerine namaz kılınmamış olursa, bu vakitlerin
girmesi esnasında üzerine namaz kılmak sahîh olmaz. Fakat bu vakitlerin girişi esnasında cenaze hazır
olursa üzerine kılınan namaz sahîh olur. Yalnız bu durumda cenaze namazını, namaz kılmanın caiz
olduğu vakte ertelemek mekruhtur. Bu anlatılanlar, bütün farz namazları ilgilendirmektedir.
Nafile namazlara gelince bunları kılmanın yasak olduğu vakitler hususunda mezhebler muhtelif
görüşlere sahihtirler.
Hanefiler dediler ki: Bazı vakitlerde nafile namaz kılmak tahrîmen mekruhtur:
1. Fecrin doğmasından sonra ve sabah namazının farzını kılmadan önce, aradaki zaman içinde nafile
kılmak tahrîmen mekruhtur. Yalnız aynı günün sabah namazının sünneti bu arada kılınabilir.
2. Sabahın farzını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar geçen zaman içinde nafile kılınmaz. Hatta
farzdan önce kılınmamış ise, aynı günün sabah sünneti bile bu zaman içinde kılınmaz. Çünkü sabahın
sünneti, vakti geçtikten sonra artık mükellefin omzundan düşmüş sayılır ve iade edilmez.
3. İkindinin farzı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar geçen zaman içinde nafile namaz
kılınamaz.
4. Hatibin hutbeye çıkması ve hutbeye başlamasından sonra nafile namaz kılınamaz. Okunan hutbe de,
ister Cuma hutbesi olsun, isterse bayram, hac, nikâh, güneş tutulması veya istiskâ namazı için olsun,
hüküm değişmez.
5. Farz namaz için müezzinin ikâmet etmesi esnasında da nafile namaz kılınmaz. Yalnız cemaatin
kaçırtmamasından emİn olunduğu takdirde, müezzinin ikâmeti esnasında aynı günün sabah namazının
sünneti kılınabilir.
6. Bayram namazlarından önce ve sonra nafile namaz kılınmaz.
7. Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarının cem-i takdîm şeklinde bir arada kılınması sırasında, bu iki
namaz arasında, aynı günün öğle sünneti bile olsa, herhangi bir nafile kılınmaz.
8. Akşamla yatsı namazının Müzdelife’de cem-i tehîr şeklinde bir arada kılınması hâlinde, aynı günün
akşam sünneti de olsa, bu iki namaz arasında herhangi bir nafile namaz kılınamaz.
9. Farz namazların vaktinin daralması hâlinde nafile kılınamaz.
Bu sayılan vakitlerde nafile kılınırsa tahrîmen mekruh olmakla birlikte geçerli olur. Bu esnada nafile
namaza başlanmış ise, kesilmesi ve nafile namaz kılmanın caiz olduğu vakte ertelenmesi vâcib olur.
Hanbeliler dediler ki: Sebepli de olsa, üç vakitte nafile namaz kılmak haramdır. Kılınsa bile geçerli
olmaz:
1. Fecrin doğmasından sonra, güneşin doğup bir mızrak boyu yükselmesi anına kadar geçen zaman
içinde, aynı günün iki rek’atlık sabah sünneti dışında hiçbir nafile namaz kılınamaz. Aynı günün sabah
sünneti, sabahın farzından önce kılınması hâlinde sahîh olur. Farzdan sonra kılınması haramdır. Kılınsa
da geçerli olmaz.
2. Öğleyle birlikte cem-i takdîm şeklinde kılınsa bile, ikindi namazından sonra, güneşin tam olarak
batmasına kadar geçen zaman içinde o günün öğle sünneti dışında hiçbir nafile kılınamaz. O günün
öğle sünneti, öğle namazıyla birlikte cem-i takdîm şeklinde kılınan ikindi namazından sonra kılınırsa
caiz olur.
3. Güneşin tam tepe noktasında bulunmasından zevale ermesine kadar geçen zaman içinde nafile
kılınamaz. Yalnız bu zaman içinde iki rek’atlık tavaf namazı, nafile olmasına rağmen kılınabilir. İade
edilmekte olan bir namaz mescîd içinde cemaatle birlikte kılınacak olursa bu vakitte de sahîh olur.
Yani kılınmış olan bir namaz, yeniden cemaatle birlikte iade edildiği takdirde nafile de olsa bu esnada
kılınabilir. Tahiyyetü’l-mescid namazı da bu hükme tâbidir. İmamın, hutbe okumaya başlaması ve
güneşin göğün tam ortasında bulunması anında tahiyye namazı kılmak sahîh olur. Bu vakitlerin
girmesinden önce nafile bir namaza başlayan bir kişinin, namazdayken bu vakitlerin girmesi halinde
başladığı namazı tamamlaması sahîh olsa bile, haramdır. Cenaze namazına gelince bunun, güneşin
göğün tam orta yerine gelmesinden zevaline kadar geçen zaman içinde kılınması haramdır. Güneşin
guruba ulaşması ve tam olarak batması anında da cenaze namazına başlamak haram olduğu gibi,
güneşin doğmaya başlamasından tam olarak doğmasına kadar geçen zaman içinde de kılınması
haramdır. Bir özre dayalı olduğu takdirde kılınması caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz.
Şâfiîler dediler ki: Sebepsiz nafileleri aşağıda sayılan şu beş vakitte kılmak tahrîmen mekruhtur. Bu
vakitlerde kılınsalar bile geçerli olmazlar.
1. Sabah namazının edâ edilmesinden sonra, güneşin doğup yükselmesi anına kadar geçen zaman
içinde nafile kılınamaz.
2. Güneşin doğması anından başlayıp bir mızrak boyu yükselmesine kadar geçen zamanı içinde nafile
kılınamaz.
3. İkindi namazının edâ edilmesinden sonra, ikindi namazı öğle namazıyla birlikte öğle vaktinde cem-i
takdim şeklinde kılınsa bile, yine ikindi namazından sonra nafile namaz kılınamaz.
4. Güneşin sararmasından batmasına kadar geçen zaman içinde de nafile namaz kılınamaz.
5. Güneşin, göğün tam orta noktasında bulunmasından zevaline kadar geçen zaman içinde nafile
kılınamaz.
Tahiyyetü’l-Mescid namazıyla abdestten sonra ve tavaftan sonra kılınan iki rek’atlik namaz gibi
sebepli olan nafile namazlara gelince; bunların anılan vakitlerde kılınmaları kerâhetsiz olarak sahîh
olur. Çünkü bu namazların mescide girmek, abdest almak ve tavaf etmek gibi bazı sebepleri
bulunmaktadır. İstiskâ ve küsûf namazları gibi kendisinden önce mevcûd bazı sebepleri bulunan
namazlara gelince bunları da anılan vakitlerde kılmak kerâhetsiz olarak sahîh olur. Zîrâ istiskâ namazı,
kendisinden önce mevcûd olan kıtlık sebepine dayanmaktadır. Küsûf namazı da kendisinden önce
mevcûd olan güneş tutulması sebepine dayanmaktadır. İstihare ve tevbe namazları gibi, sebepleri
kendilerinden sonra mevcûd olacak namazlara gelince, bunların sebepleri kendilerinden sonra olduğundan ötürü anılan vakitlerde kılınmaları caiz olmaz. Yalnız Mekke’de bu gibi namazları kerahet
vakitlerinden herhangi birinde kılmak, kerâhetsiz olarak sahîh olur. Mekke’de olsa bile kerahet
vakitlerinde nafile kılmak, evlâ olan hükme ters düşer. Cuma günü güneşin tam tepe noktasında
bulunması anında, namaz kılmanın haram olmayacağı hususu da bu hükümden istisna edilmiştir. Cuma
günü, hatibin hutbe okumak için minbere oturmasından sonra tahiyye namazı dışındaki bütün namazlar
haram olur. Tahiyye namazı ise ancak iki rek’at olursa caiz ohır. Üçüncü rek’atte kalkıldığı takdirde
tahiyye namazının tümü batıl olur. Cuma hutbesi dışındaki diğer hutbelere gelince; o esnada namaz
kılmak tenzîhen mekruhtur. Cuma namazı için ikâmet edilirken, eğer bu namazın ikinci rek’a-tinin
rükûunda imama kavuşulamayacaksa nafile namaz kılmak haram olur. Nafile namaza başlanmışsa bile,
bu esnada kesilmesi vâcib olur. İkâmetten önce nafileye başlayan kişi, namazdayken ikâmet edilirse,
cemaatin kaçırılmayacağından emîn olursa namazını tamamlar. Şayet imamın selâm verip cemaatin
kaçırılacağından korkar ve aynı zamanda da başka bir cemaatin teşekkül edeceğine galip zanla karar
veremezse nafile namazı kesmesi mendub olur.
Malikiler dediler ki: Beş vakit farz namazdan başka namazların tümü nafile hükmünde olup bunların
yedi vakitte kılınmaları haram olur. Değişip kokuşmasından korkulmayan cenaze için kılınan namazla,
tilâvet secdesi ve sehiv secdesi de nafile namazın dengi sayılırlar. Bu namazları kılmanın haram olduğu
vakitler şunlardır:
1. Güneşin doğmaya başlamasından, tam olarak doğmasına kadar geçen zaman.
2. Güneşin batmaya başlamasından, tam olarak batmasına kadar geçen zaman.
3. İttifakla Cuma hutbesi esnasında, kuvvetli görüşe göre de bayram hutbesi esnasında.
4. İmamın hutbe okumak için minbere çıkması esnasında.
5. Farz namazların ihtiyarî veya zarurî vakitlerinin daralması esnasında.
6. Kaza namazlarının hatırlanması esnasında. Yalnız vitir, hafif hükümlü olduğundan dolayı bundan
istisna edilmiştir. Onun kazaya kaldığı hatırlansa bile o esnada nafile kılmak haram olmaz. Bu hususta
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
“Bir namazı unutan kişi, onu hatırladığında kılsın. Onun bundan başka kefareti yoktur.” 369 Buhârî, Mevâkit, 37; Müslim, Mesâcid, 309; İbn Mâce, Salât, 10.
7. Görevli imamın namaz için ikâmeti esnasında nafile kılmak haramdır. Bununla ilgili olarak
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Namaza ikâmet edildiğinde, (artık) farz namazdan başka namaz yoktur.” 370 Tirmîzi, Mevâkit, 195; Ebû Dâvûd, Talavvû, 5.
Nafile namazlarla, yukarıda belirtilen nafile dengi namazların bazı vakitlerde kılınmaları mekruhtur:
1. Fecrin doğmasından itibaren, güneşin doğmasından az öncesine kadar geçen zaman içinde nafile
kılmak mekruhtur. Bu zaman içinde bazı nafilelerin kılınması ise istisna kabilinden mekruh
sayılmamışlardır:
a. Sabah namazından önce kılınan iki rek’atlik rağîbe namazı. Bu, sabahın farzından önce mekruhluk
söz konusu olmaksızın kıhnabilir. Sabahın farzından sonra kılınmasıysa mekruhtur.
b. Vird namazı. Bu, bir kimsenin geceleri kılmak üzere kendisine vazife edindiği namazdır. Bunun,
fecrin doğmasından sonra kılınması mekruh değildir. Aksine, bazı şartlar doğrultusunda fecirden sonra
kılınması mendub olur:
1. Vird namazını fecir namazı ve sabah namazından önce kılmak. Sabahın farzı kılındıktan sonra virdin
vakti çıkmış olur. Sabahın iki rek’atlik sünnetini kılmakt^.olan kişi, vird namazını kılmadığını
hatırlarsa, bu namazı kesip vird namazını kılar. İki rek’atlik sünneti tamamladıktan sonra vird namazını
kılmadığını hatırlayan kişi, virdi kılıp iki rek’atlik sünneti yeniden kılar. Çünkü daha önce
söylediğimiz gibi vird namazının vakti, sadece sabahın iki rek’atlık farzı kılınmakla sona erer.
2. Vird namazının ortalığın aydınlanmasından önce kılınması gerekir. Ortalık aydınlandıktan sonra
kılınması mekruhtur.
3. Kişinin vird namazını kılmayı âdet hâline getirmiş olması. Geceleyin nafile namaz kılmayı âdet
hâline getirmemiş olan kişinin, fecrin doğmasından sonra nafile namaz kılması mekruhtur.
4. Vird namazının geciktirilmesi, gecenin son kısmında ve uykunun kişiye baskın gelmesi sebepinden
dolayı olmalıdır. Şayet tenbellikten dolayı olmuşsa virdin, fecirden sonra kılınması mekruh olur.
5. Vird namazını kılmaktan ötürü sabah namazının farzını cemaatle edâ edememekten korkulmaması
gerekir. Şayet sabah namazının farzını cemaat ile edâ edememekten korkutursa, bir kimsenin vird
namazını mescidin dışında olduğu halde kılması mekruh olur. Eğer cemaat, görevli imamın cemaati ise
ve bu kişi de mescidin içindeyse, bu durumda vird namazını kılması haram olur. Aynı şekilde şef ve
vitir namazlarını fecir doğuncaya kadar kılamamış olan kimsenin, sabah namazını kılmadan önce ve
fecrin doğmasından sonra kılması mekruh sayılmaz. Sabah namazını kılmamış olduğu sürece, anılan
namazları kılması kendisinden istenir. Ancak sabah namazını geciktirip de güneşin doğmasına, sadece
sabah namazını kılabilecek kadar zaman kalmışsa, bu durumda şef ve vitir namazlarını bırakıp yalnızca
sabah namazını kılmak îcâb eder. Cenaze namazıyla tilâvet secdesi de bu vakitte kılmırsa, istisnaî
olarak mekruh olmaz. Bu namazların sabah namazından sonra da olsa ortalık aydınlanmadan önce
kılınmaları mekruh olmaz. Ortalık aydınlandıktan sonra kılınmalarıysa mekruh olur. Yalnız, cenazenin
bekletilmekten ötürü bozula cağından korkulursa, bekletilmeyip bu vakitte de namaz kılınabilir.
2. Güneşin doğuşunun tamamlanmasından, bir mızrak boyu yükselmesi anına kadar, yani orta karışla
oniki karış kadar yükselmesi zamanına kadar nafile namaz kılmak mekruhtur.
3. İkindi farzının edâ edilmesinden itibaren, güneş batınımın az öncesine kadar nafile kılmak
mekruhtur. Yalnız cenaze namazıyla tilâvet secdesini, güneşin sararmasından önce kılmak mekruh
olmaz. Sararmasından sonra kılmak ise mekruhtur. Ancak, cenazenin bekletilmesi durumunda bozulacağından korkulursa, bu vakitte de cenaze namazı kılınabilir.
4. Güneşin batımının tamamlanmasından akşam namazı farzının kılınmasına kadar geçen zaman içinde
de nafile kılınamaz.
5. Namazgahta kılındığı takdirde bayram namazından önce ve sonra nafile kılınamaz. Kastedilerek bu
vakitlerde özellikle kılındıkları takdirde, haram veya mekruh olurlar. Bu nafileler nezredilmiş veya
daha önce başlanıp da bozulan nafilelerin kazası olsalar bile, yine aynı yasağın kapsamına girerler.
Fakat nafile kastedilmeyerek kılınacak olursa, meselâ nafile namaz kılmanın yasak olduğu bir vakitte
farz namaz kılmaya başlamış olan kişi, bu namaz esnasında birinci rek’ati kıldıktan sonra üzerinde
kazâya kalmış namaz bulunduğunu hatırlarsa, kıldığı birinci rek’ate bir rek’at daha ekledikten sonra
selâm verir. Kıldığı bu namaz nafile olmasına rağmen mekruh olmaz. Bir kişi, nafile namazın
yasaklandığı bir vakitte nafile için iftitah tekbirini alıp namaza girmiş olursa, bu durumda haram bir
vakitte bulunduğu için namazı kesmesi vâcib olur. Yalnız imamın hutbe okuması esnasında mescide
girip de unuttuğundan veya bilmediğinden ötürü nafile namaza başlayan kişinin bu namazını kesmesi
gerekmez. Nafileye başladıktan sonra hatib, hutbe okumak için minbere çıkarsa; bu durumda bir rek’at
kılınmamış olsa bile, namazı tamamlamak vâcib olur. Eğer mekruh bir vakitteyse kesmesi mendub olur
ve bu kesmesi nedeniyle de kılmakta olduğu nafileyi daha sonra kaza etmesi gerekmez. 371 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 518-524.
Vakti Geçen Veya Başladıktan Sonra Bozulan Nafile Namazların Kaza Edilmesi
Nafile namazlar, vakitleri geçtikten sonra kaza edilmezler. Yalnız sabah namazının iki rek’atlık sünneti
bundan istisna edilmiş olup güneşin doğmasından sonra, nafile namaz kılmanın helâl olduğu vakitten
itibaren zeval vaktine kadar kaza edilebilir. Hanefîlerle Mâlikîler bu görüştedirler. Şâfiîlerle
Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Farzlara bağlı nafilelerle kuşluk ve bayram namazları gibi vakitli nafileleri kaza
etmek mendub olur. Vakitsiz nafilelere gelince bunlar, küsûf namazı gibi sebepli nafileler de olsalar,
mutlak nafileler gibi sebepsiz de olsalar kaza edilmezler.
Hanbeliler dediler ki: Farzlara bağlı sünnetlerle vitir dışındaki nafilelerin hiçbiri kaza edilmezler.
Bir kişi nafile namaza başlayıp da sonra bu namazı bozarsa kaza etmesi gerekmez. Çünkü nafile,
başlamaktan ötürü kılınması zorunlu bir namaz hâline gelmez. Şâfiîlerle Hanbelîler bu görüşte ittifâk
etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Kişiden istenilen, başladığı bir nafilenin bozulmasından sonra, bu namazı kaza
etmesidir. Bir kimse, iki rek’at nafile kılmaya niyet ettikten veya rek’at sayısını belirlemeksizin nafile
kılmaya niyet ettikten sonra, namazdayken herhangi bir sebeple namazını bozarsa, bu namazını iki
rek’at olarak kaza etmesi gerekir. Dört rek’at olarak kılmaya niyet ettiği nafileyi bozan kişi ise,
bilâhere bunu iki rek’at olarak kaza etmelidir. Sahîh olan görüş budur. Kendisinden istenildiğini
sanarak nafileye başlayan kişi, namaz esnasındayken bunun kendisinden istenilmediğini anlayıp da
namazını bozarsa, kaza etmesi gerekmez.
Malikiler dediler ki: Başladığı nafile namazı bozan kişinin, bu namazı kaza etmesi vâcibtir. İki rek’at
olarak veya rek’at sayısını belirtmeksizin niyet ederek nafileye başlayan kişi, kılmakta olduğu
namazını bozarsa, bunu iki rek’at olarak kaza etmesi gerekir. Ama dört rek’at olarak niyet edip nafile
namaza başlayan kişi, bu namazını üçüncü rek’atin rükûundan başını mutmain ve mutedil olarak
kaldırıp da rükûu tamamlamadan bozarsa bunu iki rek’at olarak kaza etmesi gerekir. Üçüncü rek’atin
rükûundan başını mutmain ve mutedil olarak kaldırıp da üçüncü rek’ati tamamlarsa, bu durumda
namazı dört rek’at olarak kaza etmesi vâcib olur. 372 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 524-525.
Nafileyi Evde Veya Mescidde Kılmak
Nafile namazı evde kılmak daha faziletlidir. Zira bunu teşvik sadedinde Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurmuştur:
“Ey insanlar! Namazı evinizde kılın. Zîrâ kişinin en faziletli namazı, evinde kıldığı namazdır. Ancak
farz namazlar bundan müstesnadır.” 373 Buhârî, Edeb, 75; Ezan, 81; Müslim, Mûsâfirîn, 213; Dârimî, Salât, 96.
Teravih gibi cemaatle kılınması meşru olan nafileler, bu hükümden istisna edilmiş olup bunların
mescidde kılınmaları daha faziletli olur. Nitekim bu husus teravih bahsinde de daha önce detaylı olarak
anlatılmıştır. 374 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 525-526.
Binek Üzerinde Nafile Kılınması
Özürsüz olarak dahi binek üzerinde nafile namaz kılmak caizdir. Mezheblerin buna ilişkin detaylı
görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Misafirin (yolcunun) gitmekte olduğu yöne doğru binek üzerinde nafile namaz
kılması caizdir. Bu yönden başkasına yönelerek kılması caiz olmaz. Ancak bu yönden kıbleye dönmesi
caiz olur. Gitmekte olduğu sefer yönüne doğru namaz kılmakta olan kişi, kıble dışındaki bir tarafa
yöneldiği takdirde namazı bozulur. Yalnız sefer yönü değiştiği takdirde, değişen yöne doğru yönelmesi
caiz olur. Sefer için saptığı yolun mesafesi, namazı kısaltmaya ruhsat verecek kısaltma seferi olmasa
bile, yine caiz olur. Binek üzerinde nafile kılan kişi, çok zor olmadığı takdirde namazını tam rükû ve
secde ile kılar. Meşakkatli olduğu takdirde rükû ve secdeyi işaretle yerine getirir. Yalnız secde için
yaptığı îmâ, mümkün olduğu takdirde rükûunkinden daha eğimli olmalıdır. Kolay olmadığı takdirde
yapabildiği kadarıyla yetinmelidir. Meşakkatli olmazsa kıbleye yönelmek de vâcibtİr. Namazın
tümünde kıbleye yönelmek zor olursa, sadece başlangıçta kıbleye yönelmek vâcib olur. Namazın başlangıcında da kıbleye yönelmek zor olursa, şu altı şartın tahakkuku ile kıbleye yönelme zorunluluğu da
düşer:
1. Gidilmekte olan sefer, mubah maksatlı olmalıdır.
2. Cuma çağrısının işitilemeyeceği bir yere sefer kasdedilmelidir.
3. Sefer, ticaret gibi şer’î bir maksada dayalı olmalıdır.
4. Namazı kılıp tamamlayıncaya kadar sefer hâli devam etmelidir. Namazı kılarken sefere son veren
kişinin bu durumda kıbleye yönelmesi gerekli olur.
5. Binek üzerinde nafile kılmakta olan kişinin seyir hâli devam etmelidir. İstirahat için namaz
esnasında yürümeye ara verip duran ve binekten inen kişinin yürümediği sürece kıbleye yönelmesi
zorunludur.
6. Gereksiz yere koşup sıçrama gibi, mazeretsiz, amel-i kesîrin namaz esnasında yapılmaması
zorunludur. Ama namaz kılarken bir ihtiyaçtan ötürü misafirin koşup sıçramasının namaza zararı
olmaz. Binek üzerinde namaz kılınan yerin temiz olması da gereklidir. Ama bindiği hayvan, idrarını
yapar veya ağzı kanar veya ıslak bir necasete basarsa, yuları da elinde ise namazı bozulur. Elinde
değilse bozulmaz. Hayvanın bastığı necaset kuruysa ve basar basmaz da ayağını kaldırırsa namazı
sahîh olur. Aksi takdirde sahîh olmaz. Bindiği hayvanı necasete bastıran kişinin namazı mutlak olarak
bozulur.
Yolcunun, yürüyerek de olsa nafile kılması caizdir. Gitmekte olduğu yol çamurlu değilse, rükû ve
secdeyi tam olarak yapması; rükû ve secdede iftitah tekbiri esnasında ve iki secde arasından otururken
kıbleye yönelmesi vâcibtir.
Sadece kıyamda, rükûdan kalkıp doğrulmada, teşehhüd ve selâm esnasında yürüyebilir. Karlı, çamurlu
ve yaş bir yolda yürüyen kişi, nafile kılarken rükû ve secdeyi imâ ile yerine getirebilir. Yalnız, rükû ve
secde hâlinde kıbleye yönelmesi gereklidir. Nafile namaz kılarken yürüyen kişi, kasıtlı olarak necasete
basarsa namazı mutlak olarak bozulur. Sehven basarsa, bastığı necaset kuru olur ve ayağını da derhal
üzerinden kaldırırsa namazı sahîh olur. Aksi takdirde batıl olur.
Malikiler dediler ki: Namazı kısaltmanın caiz olduğu bir seferde, vitir namazı dahi olsa, bütün
nafileleri binek üzerinde kılmak caizdir. Yalnız, binek üzerindeki kişinin mûtad bir binişle binmiş olması şarttır. Binek üzerinde kılabilmek için de sefer hükümlerinin başladığı yere gelinmiş olması,
ihtiyat açısından gereklidir. Sonra kişi, eğer tahtırevan ve binek üzerine konulan oturmaya ve namaz
kılmaya elverişli bir şeyin üzerindeyse veya bunlara benzer rükû ve secdenin normal olarak yapılabileceği bir şeyin üzerindeyse; dilerse oturarak, dilerse ayakta kılarak rükû ve secdeyi de normal şekilde
edâ eder. Bu durumda imâ ile rükû ve secde yapması caiz olmaz. Sefer yönüne yönelerek namaz
kılmak, kıbleye yönelme yerine geçerli olur. Eşek ve benzeri bir bineğe binen kişi, rükû ve secdeyi imâ
ile yerine getirir. Yalnız imâsını, eğerin üzerine doğru değil de, yere doğru yapmalıdır. Ayrıca
alnındaki sarığı da çözmelidir. İmâ ettiği yerin temiz olması şart değildir. İmâ yaparken kıbleye
yönelmek vâcib olmayıp sefer yönüne yönelmek yeterli olur. Kasıtlı olarak sefer yönünden sapma
hâlinde, eğer bir zaruret sözkonusu değilse namaz bozulur. Fakat sefer yönünden saptığı yön kıble ise
namaz sahîh olur. Çünkü asıl olan kıbleye yönelmektir. Anılan misafirin, namaza başlarken kıbleye
yönelmesi mendubtur. Yönelmesi mümkün olsa bile vâcib değildir. Yürüyen veya namazı kısaltmanın
ruhsat olarak tanınmadığı bir seferde bulunan kişi, seferinin kısa veya mubah maksatlı olmaması
nedeniyle namazını kısaltamaz. Bineğe normal binişle binmeyen, meselâ ters binen kişinin, binek
üzerinde kıbleye yönelmedikçe, rükûu ve secdeyi de aslî şekliyle edâ etmedikçe kıldığı namaz sahîh
olmaz. Binek üzerinde nafile kılmakta olan kişinin hayvanı kırbaçlamak, ayağını oynatmak, eliyle
yularını tutmak gibi, yapması zorunlu işleri yapması caizdir. Yalnız bunları yaparken konuşmaması,
sağa sola bakmaması gerekir.
Binek üzerinde nafileye başlayan, sonra da duran kişi, eğer seferi kesip ikamete niyet ederse, sefer
hükmü kalmadığından yere inmesi ve namazının geri kalan kısmını yerde tamamlayıp rükû ile secdeyi
de aslî şekliyle edâ etmesi gerekir. Yoksa kıraati hafif yaparak namazı bineğin sırtında tamamlar.
Nezredilmiş nafile bir namaz da olsa, farzların binek sırtında kılınmasına gelince, bunlar sahîh olmaz.
Yalnız, bineğin üzerinde oturmaya ve hareket etmeye müsait bir şey bulunursa, bunun üzerinde farz
namazı kılmak kıbleye yönelmek, rükû ve secdeyi aslî şekliyle yerine getirmek ve kıyamda durmak
şartıyla sahîh olur. Eşek ve benzeri binekler üzerinde zaruret olmadıkça farz namaz kılmak sahîh
olmaz. Nitekim bu husus, farz namazlar için kıbleye yönelme bahsinde de anlatılmıştır.
Hanefiler dediler ki: Bineği hangi tarafa yönelirse yönelsin, kişinin binek üzerinde namaz kılması
mendubtur. Bindiği hayvanın gittiği yönden başka tarafa doğru namaz kılan kişinin, zaruret olmaması
hâlinde namazı sahîh olmaz. Binek üzerinde nafile kılabilmek İçin sefer hali şart değildir. Mukîm
kimseler de herhangi bir özürleri olmaksızın dahî misafirin sefere çıkarken şehir dışındaki namazı
kısaltmaya başladığı yeri geçince nafile namazlarım binek üzerinde kılabilirler. Bu durumda en uygun
olan da, rükû ve secdeyi imâ ile yapmaktır. Çünkü binek üzerinde namaz kılmak, imâ ile meşru
kılınmıştır. Eğer üzerine veya hayvanın sırtı üzerine konmuş bir şeyin üstüne secde edilirse bu
secdenin imâsı, rükûunkinden daha eğimli olursa bu durumda secde, imâ ile muteber olur. Namaz
başlangıcında kıbleye yönelmek şart değildir. Çünkü binek, Kabe yönünden başka tarafa yöneldiği
takdirde namazı açıp başka tarafa doğru kılmak da caiz olur. Bu, meşakkat olmaması hâlinde
müstehabtır. Hayvanı yürümesi için az bir amelle teşvik etmek de caizdir. Yine bunun gibi, namazı
binek üzerinde başlattıktan sonra, az amel ile binekten inip geri kalan kısmını yerde tamamlamak da
caizdir. Namaza yerdeyken başladıktan sonra geri kalan kısmını bineğin üzerinde tamamlamak caiz olmaz. Şehir dışında namaza başlayan kimse, şehre girdikten sonra namazını bineğin üzerinde
tamamlayabilir. Farz, vâcib, sabahın iki rek’athk sünneti gibi namazlara gelince, bir zaruret olmadıkça
bunları binek üzerinde kılmak caiz olmaz. Meselâ hırsızdan veya canavardan korkan kişi, bineğinden
indiği takdirde kendi şahsına veya elbisesine veyahut da bineğine zarar gelmesinden korkarsa,
namazını binek üzerinde kılabilir. Nitekim bu husus, istikbâl-i kıble bahsinde de anlatılmıştır. Üzerinde
fazla miktarda da olsa necaset bulunan hayvan üzerinde namaz kılmak sahîh olur. Eyer ve üzengiler
üzerinde necaset bulunursa, sahîh olan görüşe göre namazın sıhhatine mâni olmaz. Yürüyen kişinin,
yürüyerek nafile namaz kılması caiz değildir. Bu durumdaki bir kişi, nafile namaz kılmak istediği
zaman durmalı ve namazını tam olarak edâ etmelidir.
Hanbeliler dediler ki: Misafirin seferi, mubah maksatlı olup belirli bir yöne doğru olduğunda, bu
seferi ister namazın kısaltılabileceği bir sefer olsun, isterse olmasın, bineğin sırtında nafile kılması
veya yolda yürürken nafile kılması caizdir. Binek üzerindeki kişinin nafile kılarken rükû ve secdeyi
yapması, kıbleye yönelmesi meşakkatsiz mümkün olduğu takdirde bütün namazlarda vâcib olur. Eğer
meşakkat doğarsa vâcib olmaz. Kıbleye yönelmek zor olduğu takdirde, namazını kendi sefer yönüne
doğru kılar. Rükû veya secdeden biri zor olduğu takdirde bunlardan biri için imâ yapar. Mümkün
olduğu takdirde secde için yaptığı imânın, rükû için yaptığı îmâdan daha eğimli olması gerekir.
Yürüyen kişinin namazını kıbleye yönelerek başlatması gerekir. Ayrıca rükû ve secdeyi kıbleye
yönelerek yerde yapması icâb eder. Namazının geri kalan kısmım da sefer yönüne doğru yürüyerek
tamamlar. Bineği yürümekte olan kişinin, binek üzerinde nafile kılması hâlinde, bineğin yönü sefer
yönüne doğru olduğu halde bilâhare başka tarafa sapsa veya kendisi saptırsa, saptığı taraf kıble ciheti
ise namaz sahîh olur. Kıbleden başka tarafa sap-mışsa ve bir mazeret de sözkonusu değilse namazı
bozulur. Eğer bir mazeret olur da sapma süresi örfe göre uzun sürerse namazı yine bozulur. Aksi
takdirde bozulmaz. Bineğe binmiş vaziyette nafile kılan kişinin altındaki semerin temiz olması şarttır.
Ama bineğin bizzat kendisinin temiz olması şart değildir. Sefere çıkıp da belli bir yöne yönelmeyen
veya haram, ya da mekruh maksatlı bir sefere çıkan kişinin kıbleye yönelmesi ve benzeri namaz için
lâzım olan şartları muhakkak surette yerine getirmesi zorunlu olur. 375 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 526-529.
CUMA’NIN BAHİSLERİ
Cuma’nın Hükmü Ve Delili
Cuma namazı ileride açıklanacak olan şartları taşıyan kimselere farz olup iki rek’at olarak kılınır. Buna
ilişkin olarak Hz. Ömer (r.a.) in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Peygamberinizin ifadesiyle Cuma namazı, eksiltmeksizin tam olarak iki rek’attir.” Bunu, Ahmed İbn
Hanbel ile Nesâî ve İbn Mâce, hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.
Cuma namazı, gücü yeten ve gerekli şartları taşıyan her mükellefe farz-ı ayndır. Öğle namazının bedeli
değildir. Yalnız, Cumaya yetişmeyen kişiye, dört rek’atlık öğle namazının farzını kılmak mecburiyet
haline gelir. Cumanın farz oluşu Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Kitabtaki delil Yüce Allah’ın şu
buyruğudur:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ey imân edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığınızda, durmaksızın Allah’ın zikrine koşun ve alış
verişi bırakın” 376 Cuma: 62/9.
Sünnetten delil de Peygamber (s.a.s.) Efendimizin şu kutlu sözüdür:
“Muhakkak istedim ki: Bir adama emredeyim de insanlara namaz kıldırsın. Sonra da, Cumadan geri
duran erkeklerin evlerini yakayım.” Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.
Cuma namazının farz-ı ayn olduğu hususunda icmâ edilmiştir. 377 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 530.
Namaz Cuma Namazının Vakti
Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir ve dolayısıyla güneşin zevali anından itibaren başlayıp
her şeyin gölgesinin, zeval payına ek olarak, kendi misline ulaşmasına kadar devam eder. Bu vakitten
önce ve sonra Cumanın sahih olmayacağı hususunda Hanefîlerle Şâfiîler görüş birliği etmişlerdir.
Mâlikîlerle Hanbelîler buna muhaliftirler.
Hanbeliler dediler ki: Cuma namazının vakti, güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren başlar
ve herşeyin gölgesinin zeval payına ek olarak kendi reisline ulaşmasına kadar devam eder. Zevalden
önceki vakti cevaz vakti olduğundan dolayı, zevalden önce kılınması caizdir. Zevalden sonra kılınması
ise, bu vakit vücûb vakti olduğundan dolayı vâcibtir. Zevâîden sonra kılmak, zevalden önce kılmaktan
daha faziletlidir.
Malikiler dediler ki: Cuma namazının vakti, güneşin zevalinden batmasına kadardır. Yani son vakti,
hutbeyi okuyup namazı tam olarak kıldıktan sonra, güneşin batması vaktidir. Güneşin batmasına
sadece hutbeyi okuyup bir rek’at namaz kılacak kadar bir süre kalmışsa, Cumaya başlanmayıp öğle
namazı kılınır. Zaten bu durumda Cuma namazına başlansa da sahîh olmaz. Cuma namazı kılındığı sırada vakit çıkacak olursa, mezheblerin bu durumda hükmün ne olacağına
ilişkin muhtelif görüşleri vardır.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazı tamamlanmadan önce vakit çıkarsa, şartı kaçırıldığından dolayı
namaz da batıl olur. Kâdede teşehhüd miktarı oturulmuş olsa bile, vakit çıktığında namaz batıl olur.
Şafiiler dediler ki: Cuma kılacak kadar vakit varken Cumaya başlanır, fakat namaz uzatılır ve bu
esnada vakit de çıkarsa, kılınmakta olan namaz batıl olmayıp dört rek’ate tamamlanarak öğle yerine
kılınmış olur. Bunu yaparken de öğle namazına niyet edilmez. Eklenen kısımda imam, kıraati sessiz
yapar. Ekleme yapmadan namazı kesmek ve öğle namazını baştan kılmak haram olur. Ama vakit
daraldığı halde Cumanın kılınabileceğini zannederek namaza başlanıp da namazdayken vakit çıkarsa,
kılınan namaz batıl olup öğle namazına dönüşmediğinden, dört rek’ate tamamlanmaz.
Hanbeliler dediler ki: Cemaat vaktin sonunda Cumaya başlar da namazdayken vakit çıkarsa,
namazlarını Cuma namazı olarak tamamlamış olurlar.
Malikiler dediler ki: Tam olarak kılınabileceğine inanarak (vaktin sonunda) Cuma namazına başlanır
da namazdayken güneş batarsa, eğer birinci rek’at iki secdesiyle birlikte kılınmışsa, namaz Cuma
namazı olarak tamamlanmış olur. Aksi takdirde öğle namazı olarak tamamlanmış sayılır.
Cuma namazının vaktiyle ilgili delil, biri Buhârî’nin Sahîh’inde Enes (r.a.) den rivayet edilen ve diğeri
de Müslim’in Seleme İbn Ekvâ’dan nakletmiş olduğu şu iki hadîs-i şeriftir:
“Rasûlullah (s.a.s.) güneşin zevale meyletmesi zamanında Cuma namazını kılardı.” 378 Buhârî, Cum'a, 16; Ebû Dâvûd, Salât, 216.
“Rasûlullah (s.a.s.) ile güneşin zevale ermesi esnasında Cumayı kılar, sonra da dönüp (serinlemek) için
gölge yerleri araştırırdık.” 379 Buhârî, Cum'a, 16; Muvatta, Vukût, 7. Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 531-532.
Alış-Verişin Haram Olup Cumaya Koşmanın Vâcib Olduğu Zaman Ve İkinci Ezân
Cuma namazını kılmakla yükümlü olan kimselerin, hatibin minbere çıktığı esnada okunan ezan ile
çağrı yapıldığında aliş-verişi bırakıp Cumaya koşmaları gerekir. Çünkü bu esnada alış-veriş artık
haram olur. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ey imân edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında durmaksızın Allah’ı zikretmeye koşun ve
alış-verişi bırakın.” 380 Cuma: 62/9.
Yüce Allah bu âyette, çağrı esnasında Cuma namazına koşmamızı emretmiştir. Asr-ı Saadette hutbe
öncesi ezandan başka bir çağrı yoktu. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, hutbe için minbere çıktıklarında
müezzin, karşısında durup ezan okurdu. Bu haberi Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmîzî rivayet
etmiştir. Hz. Osman (r.a.), halkın çoğalması, cemaatin fazlalaşması dolayısıyla, o zamanlar hutbe
ezanından önce bir ezan daha okunmasını emretti. Bu ezanla ilgili olarak Saib İbn Yezid’in şöyle
dediği rivayet edilmektedir:
“Peygamber (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde Cuma çağrısı, hatibin minbere oturması
esnasında yapılırdı. Hz. Osman devrinde insanlar çoğalınca, minare üzerinde ayrıca bir ezan daha
okunmaya başlandı. (Bir rivayette “ayrıca üçüncü bir ezan daha okunmaya başlandı”). 381 Buhârî, Cum'a, 21.
İkâmet de bir ezan sayıldığından, hatibin karşısında okunan ezanla birlikte minarede okunan ezan
üçüncü ezan olmaktadır. Bu ezanın da meşru hüviyete sâhib bir ezan olduğu şüphesizdir. Zîrâ bundan
maksat, namaz vaktinin geldiğini haber vermektir. Müslümanların Hz. Osman (r.a.) devrinde
çoğalmaları nedeniyle onlara böyle bir çağrı yapmak zorunlu hâle geldi. Efendimiz Osman (r.a.), dinin
kurallarını bilen ve onları Rasûlullah (s.a.s.) tan nakleden müctehid sahabelerin önde gelenlerindendir.
Hatibin huzurunda okunan ezanın duyulmasıyla mükellefin Cuma namazına koşmasının vâcib olduğu
ve âyet-i kerîmeden de bu mânânın anlaşıldığı hususunda üç mezheb imamı görüş birliği etmişlerdir.
Hanefîler buna muhalefet ederek demişlerdir ki: Güneşin zevalinden hemen sonra okunan ezanın
duyulması esnasında mükellefin Cumaya koşması vâcibtir. Zamanımızda, Cuma günleri namaz için
minareden okunan ezanla birlikte Cumaya koşmak vâcib olmaktadır. Zîrâ bu ezan meşru bir çağrıdır. Âyet-i kerîme genel bir mânâ ifade etmekte ve hu-sûsen hatip huzurunda okunan ezanı
kasdetmemektedir. Nitekim diğer üç mezheb imamı da bu görüştedirler. Cuma ezam okunurken her ne
kadar sahîh olsa bile, alış-verişin haram olduğu hususunda Hanefîlerle Şâfiîler görüş birliği etmişlerdir.
Yalnız Şâfiîler, Cuma ezânıyla, hatibin huzurunda okunan ezanı kasdetmişlerdir. Hanefîler ise alışverişin, Cuma için minarede ezan okunmasından itibaren namazın tamamlanmasına kadar haram
olduğunu söylemişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanbeliler dediler ki: Cuma ezanı okunurken yapılan alış-veriş otomatikman geçersiz olur.
Malikiler dediler ki: Ezan vakti yapılan alış-veriş, fâsid olduğundan feshedilir. Yalnız, satılan eşyada
bir değişiklik meydana gelirse; meselâ, satılan şey bir hayvan olur da kesilip eti yenilirse veya satılan
eşyanın fiyatı düşüp-yükselerek piyasası değişirse yapılan alış-veriş fâsid olmaktan çıkar. Bu eşyanın
alış fiyatı üzerinden değil de teslim alındığı günkü değer üzerinden parası ödenir.
Bu anlatılanlar, Cuma namazını kılmakla yükümlü olanları ilgilendirmektedir. Cuma namazıyla
yükümlü olmayanların ezan okunduğunda namaza koşmaları vâcib değildir. Dolayısıyla bu gibi
kimselerin alış-veriş yapmaları da haram olmaz. Alış-verişi yapanlardan biri Cuma namazıyla yükümlü
olur, diğeri olmazsa; ahş-veriş her ikisi için de haram olur. Zîrâ bu durumda yükümlü olmayan kişi,
yükümlü olan kişinin günah işlemesine yardımcı olmuştur. Önceki ihtilâftan ötürü, mezkûr ezandan
önce alış-verişin haram olmadığı ve bu esnada namaza koşmanın da vâcib olmadığı anlaşılmış
bulunmaktadır. Ama evi mescide uzak olan bir kişinin, Cumanın farzına yetişecek şekilde acele edip
namaza koşması vâcibtir. 382 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 532-534.
Cuma Namazının Şartları
Öğle namazı ve “Namazın Şartları” bölümünde anlatılan şartlar Cuma namazı için de gereklidir. Cuma
namazında, bunlara ek bazı şartlar daha gereklidir. Bu şartları her mezhebe göre ayrı ayrı anlatacak,
daha sonra da bunların ittifaklı ve ihtilaflı olanlarını belirtmeye çalışacağız.
Hanefiler dediler ki: Namazın şartlarının yamsıra, Cuma namazı için ek olan şartlar, vücûb ve sıhhat
şartları olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Vücûb şartları altı tanedir:
1. Erkek olmak: Cuma namazı kadın için gerekli değildir. Ama Cuma namazına hazır olup da kılarsa,
namazı sahîh olur ve öğle namazı yerine geçer.
2. Özgürlük: Boynunda kölelik bağı bulunan kişiye Cuma namazı gerekli değildir. Ama cemaate hazır
olup da kılarsa Cuması sahîh olur.
3. Sağlıklı olmak: Yürüyerek Cumaya gitmekle sağlık açısından zarar görecek olan kişiye Cuma
gerekli değildir. Yürüyerek mescide gitmekten aciz olan (hasta) kimseden Cuma namazını kılma
yükümlülüğü düşer. Kendisini taşıyacak biri bulunsa bile gitmek zorunda değildir. Hanefîlerin bu
görüşte ittifakları vardır, tmam Âzam’a göre bir kimsenin kendi başına mescide gidebilme gücü yoksa
ücretli veya meccânî bir yardımcı bulsa bile, Cuma kılma yükümlülüğü düşer. Fakat Ebu Yûsuf ile
Muhammed’e göre, görmeyen bir kimse ücretli veya meccânî bir güdücünün yardımıyla mescide
gidebilirse Cuma namazına gitmesi icâb eder.
Şu halde amâ kimseler bu iki görüşten birini tercîh edebilirler, fakat ihtiyatlı davranma açısından
İmâmeyn’in görüşünü tercih etmek daha uygun olur. Şu da var ki; Cuma namazını kılması hâlinde,
Cuma namazının sahîh olacağı hususunda ittifak vardır.
4. Cuma namazı kılınan bir yerde veya buraya bitişik bir yerde ikâmet etmek: Cuma namazı kılman
yerden uzakta olan bir kimsenin Cuma namazı kılması şart değildir. Bu uzaklık, bir fersah ile takdir
edilmiştir. Bir fersah, üç mil eder. Bir mil ise altı bin zira (5040 metre) dır. Fetva için muhtar olari
görüş de budur. Bazıları da bu uzaklığı dörtyüz zira olarak takdir etmişlerdir ki, buna bir “gulve” denir.
Bundan da anlaşılıyor ki; Cuma namazı, bir yerde onbeş gün ikâmet etmeye niyetlenmeyen misafire
farz olmamaktadır.
5. Akıllı olmak: Deli ve deli durumunda olanların Cuma namazı kılmaları şart değildir.
6. Baliğ olmak: Bulûğa ermemiş çocuğa da Cuma namazı şart değildir.
Şunu da söyliyelim ki; akıl ve bulûğun, namazın şartlarından olması gibi Cuma için de şart olarak
sayılması kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü Hanefîler meşhur kitaplarında namazın şartlarını vücûb ve
sıhhat şartları olarak saymakla yetinmişlerdir. Yoksa bulûğun, aynı şekilde sağlık ve iktidarın namazın
vücûb şartlarından olduğu hususunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Hastalık ve benzeri nedenlerden
ötürü âciz olan kişiye Cuma namazı farz değildir. Akıl ve bulûğu, namazın şartları bölümünde saymakla yetinerek Cumanın şartları arasında saymayan kişiler, bir bakıma normal davranmış kabul
edilirler.
Cuma namazının sıhhat şartlarına gelince, bunlar da yedi tanedir:
1. Şehirde ikâmet etmek: Köyde ikâmet edene Cuma namazı farz değildir.
Hz. Ali (r.a.), bu hususta şöyle demiştir:
“Cuma namazı, teşrik tekbiri, Ramazan ve Kurban Bayramı namazları ancak toplu bir yerleşim bölgesi
(mısır), ya da büyük bir şehirde edâ edilirler.”
Şehirle köy arasındaki farka gelince; şehir, içindeki en büyük mescidin, Cuma ile yükümlü olan
insanların içine sığmadığı yerdir. Bu insanlar mescıdde bilfiil hazır bulunmasalar bile, hüküm aynıdır.
Hanefî fıkıhçıla-rının çoğu bu doğrultuda fetva vermişlerdir. Buna göre teşkilâtlı yerleşim bölgesinin
(mısr ülkesinin) mescidi olup da Cuma namazı kılınan her tarafında Cuma namazı sahih olmaktadır.
Zîrâ hiçbir teşkilâtlı yerleşim bölgesi (mısr)’ne bağlı köy yoktur ki, o köyün en büyük mescidi, içindeki
Cuma namazıyla yükümlü kimselerin tümünü içine almasın. Farzedelim ki, bu bölgenin herhangi bir
tarafında küçük bir köy bulunsun. Buna nüzle” denir. Anılan şartlar bu gibi yerde aranmaz. Buralarda
ikâmet edenlerin Cuma namazını kılmaları sahîh olmaz. Çünkü kendileriyle başka bir belde arasında
bir fersahlık mesafe bulunmamaktadır. Eğer başka bir beldeyle kendi aralarındaki mesafe bundan az
olursa, Cuma namazını oraya gidip kılmaları gerekir. Ama Ebû Hanîfe’nin mezhebine göre meşhur
olan görüş şudur: Şehir, bilfiil infaz etmese bile, hadlerin çoğunu infaz etmeye muktedir bir kadısı ve
emîri bulunan yerlere denir. Bu görüşe göre anılan şarta uygun olmayan şehirlerin mescidlerinde
kılınan Cuma namazı sahîh olmaz. Şunu da belirtelim ki, bu mezhebin âlimlerinin çoğunluğu, birinci
görüşe göre fetva vermişlerdir. Şu halde ihtilâf açısından birinci görüşe uymak icâbeder. Zaten bütün
imamlar da bu şartı ileri sürmüş değildirler. Şehrin tarifiyle ilgili olarak, bazı Hanefîlerce şöhret
kazanan görüşe dayanarak Cuma namazım kılmayanlar, dinlerine tutunma bakımından ihtiyatlı
davranmamaktadırlar. Böyle yapıldığında, halk şüphe ve tereddüde düşecek; dînî vecibelerini edâ
hususunu da hafife alacaktır. Bu yolda olanlar, ibn Ebî Şeybe’nin Hz. Ali (r.a.) den mevkuf olarak
rivayet ettiği ve biraz önce geçen şu habere dayanırlar:
“Cuma namazı, teşrik tekbiri, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, ancak toplu bir yerleşim
bölgesi, ya da büyük bir şehirde edâ edilirler.”
Nasbü’r-Râye adlı eserinde Zeylaî der ki: Bu mevzuda Peygamber (s.a.s.) den hiçbir şey
nakledilmemiştir. Hz. Ali (r.a.) nin söylediği bu sözün sahîh bir hadîs olduğunu farzetsek bile bunda,
“hadleri infaz eden bir kadısı ve emîri bulunan yerlere şehir denilir” diye bir tarif geçmekte midir?
Geçmediğine göre hak açığa çıkmış olmakta mıdır? Bu görüşe dayanmak mutlak surette fayda vermez.
Hanefî mezhebinin muhakkik âlimleri şu aşağıdaki tarif etrafında toplanmışlardır: Şehir; en büyük
mescidinin, Cuma ile yükümlü insanlarım içine sığdıramadığı yerdir. Bu insanlar, mescidde bilfiil
hazır bulunmasalar bile hüküm aynıdır. Diğer mezheb imamlarıysa, zaten Hz. Ali (r.a.) den rivayet
edilen bu haberi kendilerine dayanak edinmemişlerdir.
2. Sultanın veya onun emîr olarak atadığı kişinin izni olmalıdır: Devlet başkanı, bir kişiyi hatib olarak
görevlendirirse, -başkasını görevlendirme yetkisini vermemiş olsa bile- kuvvetli görüşe göre bu hatib,
kendi yerine başka birini hatib olarak görevlendirebilir. Bazıları ise, devlet başkanı kendisine başkasını
görevlendirme yetkisi vermedikçe, kendi yerine bir başkasını hatib olarak görevlendirmesi caiz olmaz
demişlerdir.
3. Vaktin girmesi: Cuma namazını öğle vakti girmedikçe kılmak sahîh olmaz. Bilindiği gibi vaktin
girmesi, Cumadan başka diğer namazlar için de mutlak bir sıhhat şartıdır. Vaktin girmesi aynı zamanda
vücûb şartıdır da. Ancak bunu, kolaylık olsun diye, Cuma namazının sıhhat şartları arasında da
saymışlardır. Bu namaz tamamlanmadan önce vakit çıktığında, ka’dede teşehhüd miktarı oturulmuş
olsa bile namaz batıl olur. Bilindiği gibi Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir ki, bu da
güneşin zevali anından başlayıp herşeyin gölgesinin, zeval payına ek olarak kendi misline varması
ânına kadar devam eder.
4. Hutbe okunmalıdır: Hutbeyle ilgili açıklama ileride yapılacaktır.
5. Hutbe, namazdan önce okunmalıdır.
6. Cemaat: Cuma namazı münferiden kılındığı takdirde sahîh olmaz. Hanefîlere göre cemaat, hutbede
hazır bulunmasalar bile, imamdan başka (en azından) üç kişinin bulunmasıyla gerçekleşir.
7. Devlet başkanınca genel izin verilmelidir: Bazı kimselerin Cuma namazını kılmaktan nienedildikleri
bir yerde kılınan Cuma namazı sahih olmaz. Eğer yönetici, kendi evinde maiyyeti ve hizmetçileriyle
beraber kılarsa, kılınan namaz ancak kapıları açtırıp halkın içeri girip kılmasına izin vermesi şartıyla ve
fakat yine de kerahetle birlikte sahîh olur. Kaleler de bu hususta ev hükmüne tâbidir. Yalnız, düşman
korkusu nedeniyle kale kapılarını kilitlemenin bir zararı olmaz, insanların içine girip kılmalarına izin
verildiği takdirde kalelerde de Cuma namazını kılmak sahih olur.
Açık arazide Cuma namazını kılmak, ayrıca iki şartla sahîh olur:
1. Devlet başkanının izni olmalıdır.
2. Namaz kılman bu yer, şehirden en azından bir fersah uzaklıkta veya yarış alanları, ölülerin
defnedilmeleri için hazırlanan yerler gibi, şehirle ilgisi olan yerlerden biri olmalıdır.
Malikiler dediler ki: Cuma namazının şartları vücûb ve sıhhat şartları olmak üzere iki kısma ayrılır.
Vücûb şartları, ilgili bölümde sayılan namazın şartlarının yamsıra birtakım ilâve şartlardır ki, bunlar on
tanedir:
1. Erkek olmak: Kadına Cuma namazı vâcib değildir. Ama kadın, cemaatle birlikte Cuma namazını
kılarsa, namazı sahîh olup öğle namazı yerine geçerli olur.
2. Özgürlük: Cuma namazı köleye vâcib değildir. Ama köle Cumada hazır bulunup namaz kılarsa,
namazı sahîh olur. Bu iki şart üzerinde mezhebler görüş birliği etmişlerdir.
3. Cuma namazım terk etmeyi mubah kılan bir özrün bulunmaması: Bir bineğe binerek veya başkası
tarafından taşınarak mescide gittiğinde zarar gören kişinin Cuma namazı kılma yükümlülüğü düşer.
Ücretli bir kişinin kendisini mescide taşıması hâlinde mescide gidebilirse ve vereceği bu ücret de
bütçesine zarar vermezse, Cuma namazını kılmak kendisine vâcib olur. Kötürüm olan kişiyi mescide
götürecek biri bulunursa ve götürmesi sebepiyle kendisine bir zarar gelmezse, kötürümün Cuma
namazım kılması vâcib olur.
4. Gözleri görür olmak: Kendi başına mescide gitmesi mümkün olmayan veya götürecek birisini
bulamayan âmâya Cuma namazı vâcib olmaz. Götürecek birisini bulan veya kendi başına mescide
gidebilen âmâya ise Cuma namazı vâcibtir.
5. Eli ayağı tutmayan ve mescide gitmesi çok zor olan yaşlı kimseye de Cuma namazı vâcib değildir.
6. Hava şiddetli derecede sıcak veya soğuk olmamalıdır: Aşın derecede yağmur yağması ve (mescide
giden yolların) çamurlu olması da bu hükme tâbidir.
7. Suçsuz yere bir zâlimin kendisini hapsetmesinden veya kendisine zarar vermesinden korkan kişiden
Cuma kılma yükümlülüğü düşer. Ama bu zulümleri hak eden kişi Cuma yükümlülüğünden kurtulamaz.
8. Cumaya gittiği takdirde malına, ırzına veya canına zarar geleceğinden korkmamalıdır: Malına
gelecek olan zararın, kendisini mâlî yönden sarsacak bir zarar olması hâlinde Cuma kılma
yükümlülüğü düşer.
9. Cuma namazı kılman bir beldede ikâmet etmek: Veya böyle bir yere 3,3 mil mesafedeki bir köyde
yahut çadırlıkta ikâmet etmekte olmak. Bu mesafe, Cuma mescidlerinin birden fazla olması hâlinde,
şehir kenarındaki minareden itibaren hesaplanır. Yani bu mesafe, Cuma mescidlerinin birden fazla
olmasını gerekli kılan bir zaruretin olması hâlinde, şehir kenarındaki minareden itibaren hesaplanır.
Ama Cuma mescidlerinin birden fazla olması caiz olmazsa, bu durumda sözkonusu mesafe, Cumanın
ilk kılındığı mescidin minaresinden itibaren hesaplanır, ikâmete niyet eden yolcularla Cuma namazı
her ne kadar gerçekleşmese bile, mukîm kimselere ve dört tam gün ikâmete niyet eden yolculara Cuma
namazı vâcibtir. Vatan edinmek, bir yerde sürekli olarak ikâmet etmek demektir. Ki bu da Cuma
namazının baştan vâcib ve sahih olması için şarttır. Cuma namazı ancak bir beldede sürekli olarak
ikâmet etmeye niyet eden kimselere baştan vâcib olur. Öyle ki bu kimseler, dışarıdan gelen baskın ve
hücumlara karşı bu beldeyi koruyup savunabilmelidirler.
10. Kişi, vatan edindiği bir yerde bulunmalıdır: Meselâ bir topluluk bir yere konaklar da, sözgelimi
orada bir aylığına ikâmete niyet ederlerse, Cuma namazı kendilerine vâcib olmaz. Bunlar Cuma
namazı kılsalar bile, namazları sahîh değildir. Cuma namazı kılınan yerin şehir olması şart değildir.
Köylerde, hurma dallarından ve kamıştan yapılmış evlerde oturanlar da Cuma namazını kılmalıdırlar.
Çadırlarda yaşayanlara gelince bunlar, çoğunlukla göçebe olduklarından dolayı, kendilerine Cuma namazı vâcib olmaz. Bunlar, Cuma kılınan beldeye yakın oldukları takdirde, oraya bağlı olarak Cuma
namazıyla yükümlü olurlar. Cumanın sıhhat şartlarına gelince, bunlar beş tanedir:
1. Halkın bir, beldeyi veya tarafı sürekli olarak kendilerine yurt edinmeleri, burada hayatlarından emin
olarak dışarıdan gelecek baskın ve saldırılara karşı güvenlik içinde yaşamaları. Abdestin şartları
bahsinde de anlatıldığı gibi, bu sıhhat şartı, Cuma namazı için aynı zamanda bir vücûb şartıdır.
2. İmamdan başka oniki kişinin namazda hazır bulunması. Belde halkının tümünün hazır bulunması
şart değildir. Oniki kişinin Cumanın başlangıcından itibaren hazır bulunmaları sahîh görüşe göre sıhhat
şartıdır. Evet, belde halkın beldede veya gerektiğinde kendilerinden destek sağlanacak yakınlıkta
bulunmaları şarttır.
3. İmamın mukîm veya dört gün ikâmete niyet eden misafir bir kişi olması ve aynı zamanda hutbeyi
bizzat kendisinin okuması şarttır. İmam hutbeyi okumayıp sadece namazı kıldıracak olursa namaz batıl
olur. Ancak hatibin, hutbeyi okuduktan sonra burnundan kan akması veya başka bir sebeple abdestinin
bozulması gibi durumlarda namazı kılmasına engel olan ve yerine başkasını geçirmesine cevaz veren
bir hal vukûbulur-sa, hatibten başkasının namaz kıldırması cuma namazını batıl etmez. Hatibin
özrünün kısa zamanda ortadan kalkması umulmazsa, başka birisinin Cuma namazını kıldırması sahîh
olur. Aksi takdirde özrünün ortadan kalkması beklenir. Bu durumdaki kısa zaman ölçüsü kıraatleriyle
birlikte yatsı namazı farzının ilk iki rek’atini kılacak kadar bir zaman olarak takdir edilmiştir.
4. İki hutbe okunmalıdır. Hutbeyle ilgili açıklama daha önce yapılmıştır.
5. Cuma namazı camide kılınmalıdır. Meselâ, geniş arazilerde ve evlerde kılınması sahîh değildir.
Ayrıca cami için de dört şart gereklidir:
a. Cami, bina edilmiş olmalıdır. Bina edilmeksizin etrafı taş ve tuğlalarla çevrili bir yer, cami sayılmaz.
b. Camiin binası, nitelik bakımından en azından bulunduğu yerin binalarına eşit olmalıdır. Eğer
beldenin evleri hurma dalından yapılmışsa, camiin de kamıştan yapılması veya kendirden yapılması
caizdir.
c. Cuma namazı kılınan beldede veya bir beldenin dumanlarının ulaştığı yakın bir yerde ikâmet
etmelidir.
d. Mescid, yalnız bir tane olmalıdır. Aynı beldede birden fazla mescid bulunması hâlinde Cuma
namazı, sadece en eski camide sahih olur.
Şafiiler dediler ki: Cuma namazının şartları vücûb ve sıhhat şartları olmak üzere iki kısma ayrılırlar:
Vücûb şartları: Namazın vücûb şartlarına ek olarak Mâlikîlerin saydıkları on tane vücûb şartı,
Şâfiîlerce de benimsenmektedir. Cuma namazının hastaya, kötürüm ve âmâya -Mâlikîlerin ileri
sürdükleri bazı kayıtlar dışında- vâcib olmadığı hususunda Mâlikîlerle görüş birliği etmişlerdir. Aynı
şekilde şiddetli derecede sıcak ve soğuklarda, yağmur ve çamurda, zâlim düşmandan veya zâlim
yöneticiden korkulması hâlinde, kişinin bütçesini sarssa da sarsmasa da -Mâlikîler bu ikinci kayda
muhaliftirler- malının zayi olmasından, ırzına veya canına zarar gelmesinden korkması hâlinde kişiye
Cuma namazı vâcib olmaz. Kadın ve köleler, Cuma namazıyla yükümlü olmamalarına rağmen,
kılarlarsa namazları sahîh olur. Hanbelîler de bu şarta muvafakat etmişlerdir. Yalnız Hanbelîlere göre
âmânın üzerinden, kendisine kılavuzluk eden birini bulamadığı veya bir duvar, ya da mescide kadar
uzanan bir ip gibi, kendisine tutunarak el yordamıyla mescide gitmesine imkân veren bir işaret -ki bu
da kılavuz yerine geçerli olur- bulamadığı takdirde Cuma namazı yükümlülüğü düşer. Bilindiği gibi
Hanefîlere göre, mescide yürüyerek gitmekten zarar gören hasta kişi üzerinden Cuma namazı
yükümlülüğü kalkar. Mescide yürüyerek gidemeyen hasta birisi, kendisini sırtlayıp taşıyacak birini
bulsa bile, yine Cuma namazım kılmakla yükümlü olmaz. Âmâya gelince onun durumu hakkında görüş
ayrılığı vardır. Bazıları, meccânî bir kılavuzu olsa bile, âmânın Cuma namazıyla yükümlü olmadığını
söylemişlerdir. Diğer bazılanysa, meccânî kılavuzla veya ücretini ödeyebileceği bir yardımcıyla Cuma
namazına gidebilen âmâya Cuma namazının vâcib olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu husus,
Hanefîlere göre Cumanın vücûb şartları kısmında da anlatılmıştır. Cuma namazına gitme hâlinde canına, ırzına veya malına zâlim birinin zarar vermesinden -malına gelen zararın, bütçesini sarsacak bir
zarar olması şarttır- korkan kişiye Cuma namazının vâcib olmadığı hususunda Hanefîler, diğer mezheb
imamları ile görüş birliği etmişlerdir. Fakat kendisi bunu hak etmiş zâlim biri olup da misillemeden
korkarsa, Cuma namazından muaf tutulmaz.
Şâfiîlere göre Cuma namazının diğer vücûb şartlarıysa şunlardır:
1. Diğer mezheb imamlarının da söyledikleri gibi, Cuma namazı kılınan yahut da buraya yakın, bir
yerde ikâmet etmek. Yalnız Şâfiîlerin buna ilişkin bazı tafsilâtları vardır. Şöyle ki: Bunlara göre kişi,
Cuma ezanını ve çağrısını işitebilecek kadar yakın bir yerde olmalıdır. Cuma ezanım işitemeyecek
kadar uzakta olan kimseye Cuma namazı vâcib olmaz. Ancak bu durumdaki kimselerin sayısı kırka
ulaşırsa, Cuma namazını bulundukları yerde kılmaları gerekir. Böyle kimselerin Cuma namazı kılman
yakın beldeye gitmeleri gerekmez. Yurt edinmiş olmak da Cuma namazı için şart değildir. Yurt
edinmek; normal olarak bir beldede yaşayan insanlar gibi, ne kışın ve ne de yazın oradan
göçmeyecekleri biçimde sürekli olarak bir yerde ikâmet etmek demektir. Yurt edinme şartı, Cumanın
vücûbu için değil, fakat bir beldede kılındığı takdirde geçerli olması için şarttır. Cuma namazı ancak
yurt edinmiş kimselerden oluşan bir cemaatle gerçekleşir. Şöyle ki: Cemaatte yurt edinmiş kimselerin
sayısı kırktan az olur da kırk sayısı başkasıyla tamamlanırsa; kılınan Cuma namazı gerçekleşmez ve
sahih olmaz. Zaten böyle bir mıntıkada yaşayanlara Cuma namazı daha ilk başta vâcib olmaz.
2. Cuma namazının vücûb şartlarından biri de ikâmettir. Cuma namazı kılınan bir belcede dört
günlüğüne ikâmete niyet etmemiş bir misafire Cuma namazı vâcib olmaz. Cuma günü fecrin
doğmasından sonra sefere çıkan kişi, sefere gittiği yerde Cuma namazına kavuşursa kılması vâcib olur.
Ama Cuma günü fecrin doğmasından önce yola çıkan kişi, seferi uzun da olsa, kısa da olsa Cuma ile
yükümlü olmaz. Ancak yakın bir yere giden kişi, gittiği yerde, çıkıp gelmiş olduğu şehirde okunan Cuma ezanını duyarsa, Cuma namazını kılması vâcib olur. Ama Cuma ezanım bir başka beldeden
duyarsa, bu durumda Cuma namazını kılmakla yükümlü olmaz. Şu halde hasatçılar veya işçiler, Cuma
günü fecirden önce beldelerinden çıkıp iş yerlerine gittiklerinde Cuma namazı kendilerine vâcib olur.
Ancak İş yerlerinde kendi beldelerinde okunan Cuma ezanını duyarlarsa, kılmaları vâcib olur.
Şâfiîlere göre, Cuma namazının sıhhat şartları ise altı tanedir:
1. Cuma namazının tümü ve hutbesi, kesin olarak öğleyin edâ edilmelidir.
2. Cuma namazı köy olsun, şehir olsun, mağaralıklar veya yeraltı bodrumları olsun, binaları bir arada
olan yerlerde kılınmalıdır. Bunun en sağlam formülü şudur: Sefer dolayısıyla şehirden namazı
kısaltabilecek mesafedeki bir uzaklıkta bulunan yerlerde Cuma namazı kılınmaz. Ama surlardaki
boşluklar gibi, bu mesafeden daha yakında bulunan yerlerde Cuma namazı kılınırsa sahîh olur.
3. Cuma namazı cemaatle kılınmalıdır. Bununla ilgili şartlar daha önce anlatılmıştır.
4. Cuma namazını kılan cemaatin sayısı en azından kırk kişi olmalıdır. Bununla ilgili şartlar da önceki
sayfalarda anlatılmıştır.
5. Cuma namazı, beldede kılınan diğer Cuma namazlarından önce olmalıdır. Bununla ilgili tafsilât,
Cuma namazının taaddüdü bahsinde verilecektir.
6. Şartları ve rükünleri ileride açıklanacak olan iki hutbenin, namazdan önce okunması da Cuma
namazının sıhhat şartıdır.
Hanbeliler dediler ki: Namazın şartlarına ek olarak Cuma namazının şartları, vücûb ve sıhhat şartları
olmak üzere iki kısma ayrılır:
Namazın vücûb şartlarına ek olarak Cumanın vücûb şartlarını Mâlikî, Şafiî ve Hanefîlerce anlatılan
şartların yanısıra şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Özgürlük: Köleye Cuma namazı vâcib değildir.
2. Erkeklik: Kadınlara Cuma namazı vâcib değildir. Ama bunlar, namaza hazır olup da kıldıkları
takdirde, namazları sahîh olur.
3. Cuma namazını terk etmeyi mubah kılacak bir özür bulunmamalıdır: Bir bineğe binmiş olarak veya
başkası tarafından taşınarak mescide gitmesi durumunda zarar görecek kişiye Cuma namazı vâcib
olmaz. Ama bütçesine zarar vermeyecek bir ücretle taşınarak veya bir bineğe binerek mescide gitmeye
muktedir olan kişiye Cuma namazı vâcib olur. Kötürümler de hasta kimseler hükmündedirler.
4. Kör olmamak: Kendisine kılavuzluk yapacak birisi olsa bile, âmâ kişiye Cuma namazı vâcib
değildir. Ancak âmâ, Cuma mescidine kadar uzanan ve oraya bağlı bir ipe tutunarak gitme imkânına
sahip olursa, o zaman Cuma namazı kendisine vâcib olur.
5. Hava şiddetli derecede sıcak veya soğuk olmamalıdır.
6. Cuma namazı için dışarıya çıkıldığı takdirde, suçsuz olarak ve haksız yere hapsedilmekten
korkulmamahdır: Ama hapsedilmeyi hak eden kişi, dışarı çıkmaktan korksa bile, Cuma namazı yine
kendisine vâcib olur.
7. Malına, canına, ırzına zarar gelmesinden korkulmamalıdır: Malına gelecek zararın, bütçesini
sarsacak bir zarar olması şarttır. Daha az bir zarar Cuma namazına gitmek için engel teşkil etmez.
8. Meselâ teşkilatlı bir yerleşim bölgesi gibi tek ismin bölgenin her tarafına şâmil olduğu bir yerde
ikâmet etmek: Bu nitelikteki bir yerde ikâmet edenler, kendileriyle Cuma namazı kılınan yer arasında
fersahlarca mesafe olsa bile, yine Cuma namazıyla yükümlü olurlar. Ama Aynü’ş-Şems, Mısr’ülCedîde, Zeytûne, Maad’el-Habirî gibi özel isimleri olan yerler, bu şart açısından müstakil bir varlığa
sahip olan yerlerdir. Bu yerlerde Cuma namazı kılmıyorsa, buraları yurt edinmeyenlere Cuma namazını
kılmak vâcib olmaz. Bu yerlerin Cuma namazı kılınan mescidleri olmadığı gibi, civarlarında Cuma
namazı kılınan yerler varsa ve aralarındaki mesafe de bir fersah (5040 m.) veya daha azsa, Cuma
namazı için oralara gitmek vâcib olur. Ama aradaki mesafe bir fersahtan fazlaysa, bu durumda burada
bulunanlara Cuma namazı vâcib olmaz. Bilindiği gibi bir fersah 5040 metredir. Çadırlarda ve
sâkinlerinin sayısı kırka ulaşmayan köylerde yaşayanlara Cuma namazı vâcib değildir. Eğer bir köyde
yaşayanların sayısı kırkı buluyorsa ve yılın bütün mevsimlerinde burada yaşıyorlarsa Cuma namazı
kendilerine vâcib olur.
9. İkâmet: Cuma namazimn vücûb şartlarından birisi de “ikâmet” olduğundan, dört günlüğüne ikâmete
niyet etmeyen misafire Cuma namazı vâcib değildir. Hanbelîlere göre muteber olan sefer mesafesi,
kişinin gittiği yerle kendi aslî vatanı arasında bir fersahlık uzaklık olmasıdır. Aradaki mesafe bundan
az ise Cuma namazı vâcib olur. Aksi takdirde vâcib olmaz.
Cuma namazının sıhhat şartlarına gelince, bunlar dört tanedir:
1. Vaktin girmesi: Vaktin girmesinden önce kılınan Cuma namazı sahîh olmadığı gibi, vaktin
çıkmasından sonra kılman Cuma namazı da sahîh olmaz. Ancak Hanbelîlere göre Cuma namazının
vakti, bayram namazı vaktinin aynısıdır. Güneşin doğup da nafile namaz kılmanın mubah olacağı
zamandan, yani bir mızrak boyu yükselmesi anından itibaren başlar. Bu vakitle ilgili olarak, Cuma
namazının vakti bahsinde yeterince açıklama yapılmıştır.
2. Mukîm olmak: Bu şart, Cuma namazının vücûb şartlarında anlatılan niteliklere sâhib bir şehir veya
köyde mukîm bulunmayı gerektirir. Çölde veya çadırlarda ikâmet edenlerin Cuma namazı kılmaları
sahîh değildir. Hanefîler, çölde ikâmet edenlerin Cuma namazı kılmalarının sahîh olacağını söyleyerek
bu görüşe muhalefet etmişlerdir.
3. Bazıları dilsiz olsalar da imamla birlikte kırk veya daha fazla kişinin namazda hazır bulunması:
Hazır bulunanların tümü dilsiz olurlarsa kılman Cuma namazı sahîh olmaz.
4. Hutbe: Şartlarına ve hükümlerine riâyet edilerek Cuma namazı için iki hutbenin okunması
gereklidir. 383 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 534-543.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
356 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 504.
357 Nuh: 71/10-11-12.
358 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 504-509.
359 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 509-510.
360 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 510-511.
361 Buhârî, Küsûf, 1, 6, 13-15; Müslîm, Küsûf, 6, 10, 17, 21.
362 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 512.
363 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 512-513.
364 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 513.
365 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 513-515.
366 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 515-516.
367 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 516.
368 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 517-518.
369 Buhârî, Mevâkit, 37; Müslim, Mesâcid, 309; İbn Mâce, Salât, 10.
370 Tirmîzi, Mevâkit, 195; Ebû Dâvûd, Talavvû, 5.
371 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 518-524.
372 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 524-525.
373 Buhârî, Edeb, 75; Ezan, 81; Müslim, Mûsâfirîn, 213; Dârimî, Salât, 96.
374 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 525-526.
375 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 526-529.
376 Cuma: 62/9.
377 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 530.
378 Buhârî, Cum'a, 16; Ebû Dâvûd, Salât, 216.
379 Buhârî, Cum'a, 16; Muvatta, Vukût, 7. Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 531-532.
380 Cuma: 62/9.
381 Buhârî, Cum'a, 21.
382 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 532-534.
383 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 534-543.