‘’yaşamak değilse de şimdi

-karla ağarırken yeryüzü

vakti dolmuşsa üşümenin ve söylemenin-

lüzumsuz ölmek benim de hakkım.’’(küçük İskender)

 

 

Bir düşü giyindim gecenin sefaletinin g/izini sürdüğüm yetmedi lakin.

 

Sözcüklerdi muhatabım, sevgili Nilgün ve tüm izafi tanrıları bir arabaya doldurandı kâinat aşkı da azığa çeken düşlerin muadiliydim ve kıt kanaat seven insanlara asla öykünmedim tıpkı kendi yazdığım öyküleri sandığımda saklayıp kendi öykülerime ben bile inanırken.

 

Bir düşüm farz-ı muhal.

 

Gerçeksem ne mi değişecek görmediğim düşlerden örülü saçlarıma konan kelebekler mi günü uzatacak bir düşün de ta kendisi belki de yarı-zamanlı bir kelebeğimdir ben, Nilgün:

 

Ne bir günde sonlanan.

 

Ne de bir asırlık bir ömre denk düşen.

 

Yarı-zamanlı bir düşüm de ben günün yarısı açıkgözlerim ve kalan yarısı düş gördüğüm hem muhatabım illa ki yalnızlık ve sefil kalemim her ardıç kuşunda kendimden bir şeyler bulduğum.

 

Herkes terk ediyor dünyayı işte.

 

Herkes terk ediyor bedenini.

 

Beden dediğin ne ki rakamlarla sırdaş olan…

 

Kaç okka çeker sahi bedenim hele ki ağırlığımı koymuşsam bir ömür oysaki tüy gibi hafif benim mavi iskeletim ve beyaz tenim ellerim ise dezenfektan mağduru bir et ve kemik yığını yüzümdeki maskeyi de saydın mı, Nilgün…

 

Bir de sayamadıklarım aymazlığı kalabalığın oysaki sosyal mesafe denen mefhumdan hala da alamamışken ağzımızın payını…

 

-Pardon, kaç eksilteyim nüfustan?

 

-Bin kişiyi düş hesaptan hadi gel yuvarlak hesap yapalım şunu neresinden baksan yoğun bakımdakilerle iki bini bulur mu sahi?

 

-O kadar ceset torbası yok elimizde.

 

Düşler, Nilgün hani son zamanlarda görmediğim düşler tıpkı seni görmeden sevdiğim gibi insan düşlerini sever mi, Nilgün?

 

Ah, bir de kendime uzlaşsaydım ya: dur, şu maskeyi takayım da yüzüme iyi de rol yapma yeteneğimden hala yoksunum, Nilgün yoksa seni bu denli sever miydim?

 

‘’Her şeyi yazmıyorum, korkuyorum. Yazarsam çok dağılacağım gibi… Ve o tamamlama, anlamlanma arzusu…’’ (N. Marmara)

 

Aklımdan geçeni sen yazmışsın bin yıl evvel oysaki bizler hala kundakta viyaklayan bebekleriz ve sesi ayyuka çıkmış bir gök taşıyız oysaki gözlerimizden döküleni böyle algılamıyor insanlar. Olsun. Allah biliyor ya…

 

Deforme olmuş bir sözcük gibi geliyor yalnızlık belli ki esnekliğini kaybetmiş bir kumaş gibi ve mütemadiyen örüp o kırışıklığını yok etme arzusu ama ya ütü bozuluyor ya da yağmur yağıyor ve tüm ütü izlerini ve yalanların izini siliyor Tanrı tıpkı bizim bizi sildiğimiz gibi.

 

Her şeyi yazmak mümkün olsa keşke, sevgili Nilgün ve herkesi sevip kucaklama arzusu: sanırım yürek infilak eder ve yeryüzünde saklı tüm lügatler bir çağ yangını ile mahşeri çağrıştırırdı büyük olasılıkla üstelik azıcık şey yazdığım halde uğulduyor kulakları dünyanın elbet Sağır Sultan da nihayetinde kulaklık takmaya mecbur kaldı ve asla geçiştirmiyorum duygularımı ama bazıları var ki…

 

Efsunlanmış bir yürek benimki çoktan seferberlik ilan etmiş bir tamah etmediklerim en çok da dünyanın malından mülkünden pek de haz etmediğim yine de boynumun borcu olmalıydı para kazanmak ama cepten yemişken özellikle çalıştığım dönemlerde kolay irtibata geçemedim hani insanlarla en azından öğrencilerimdi beni anlayan ve muhteşem bir etkileşim geliştirdiğimiz.

 

Ben miydi onlara öğreten yoksa onlar mıydı bana çocuk kalmanın keşfini sunan ve işte o gün bu gündür derviş yüreğimle salınıyorum ve asla sahibi olmadığım kredi kartıma bir limit de düşünmedim hani gerçi artı sonsuza meyletmiş bir ruh olmanın karşılığını da bankada bulamayacağıma göre…

 

Seçme hakkımız hiç mi yoktu yoksa biz seçtiğimize pek mi emindik elbet kimse celladını ve acıyı kendi elleriyle seçmez ama… Ya, acıyla besleniyorsa varlıklarımız bazense acının limit aşımında aykırı duygular taşkınlara mahal verip aşkı körükleyen özlemi bile gözümüz görmezken, sevgili Nilgün…

 

‘’… kimi zaman yaşamın önerdiği ve geri bıraktırdığı zenginliğin içinden seçimler yapmada özgürdür artık insan, seçilmesi gereken kimi zaman bitimsiz bir acı olsa da…’’ (N. Marmara)

 

Belki de seçtiğimiz her acı önümüzde uzanan yolun da bir alıntısı ve mahşerin öncüsü duygularla mukayese edemeyeceğimiz de bir yanılgı ki en çok da insan kendine kanarken ve bu yüzden çevresindeki her insana da inanmayı seçmişken ve işte maneviyatın sıcak varlığı artık kaç kat daha çıkacaksak acılar.

 

Şükür vesilesi elbet.

 

Katıksız hüzünle içli dışlı…

 

‘’Üşümüşüm…

Düşlerimin üzeri açıktı, bendim.

Arzularımsa çıplak, onlardım.

Düşler düşmüyor yakamdan.’’ (N. Marmara)

 

Oysaki bizler çoktan düştük düşlerin gözünden ve ayrıntılarda kaybolduk en çok da ayrıntılarda mutlu olmayı becerdiğimiz…

 

Mutluyum an itibari ile üstelik kimsenin tahmin edemeyeceği kadar…

 

 


( Vakit Dolmuşsa... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 13.09.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu