Geçen yıllarda izlediğim Eskimoların kültürleriyle
ilgili bir belgeselin, unutamadığım hüzünlü bir bölümü vardı. Zor koşullarda
yaşam mücadelesi veren kar insanları çok eski yıllarda yaşlılarını evlerinden
uzak karlar arasında ölüme terke ettikleri anlatılıyordu belgeselde.
Orta
yaşlı bir Eskimo erkeği, siyaha yakın kırış kırış olmuş gri renkli yüzünün derisi
ve ağzında dişleri kalmamış yaşlı annesini sırtlayıp evinden uzaklara taşıdı. Annesini
karların içine bırakıp yönünü evine çevirdi. Ninenin, yazgısını kabul etmiş
çaresizlikle kendisini karlar arasına terk eden oğluna bakışı dayanılmazdı. Rüzgârla
beraber tipi başladı. Karlar arasında yaşlı kadının süliyeti yavaş yavaş
kayboluyordu…
Eskimolar
gibi bazı kültürlerde yaşlılarına iyi davranmadıkları örneklerine rastlanır.
Bizim de az da olsa yaşlılarımıza iyi davranılmadığı örneklerimiz var. Oysa kutsal
kitabımızda anne-baba yaşlandığı zaman onlara iyi davranmamız gereken ayetler
ve peygamberimizin çokça hadisleri var…
Atasözlerimiz
ve masal diye niteleyeceğimiz kıssalarımız da var bu alanda maalesef… “Baba
oğluna bağ bağışlamış oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.”, “Et kulum, bu
kulum…” Böylesi acı sözlere muhatap olmamak dileğiyle kıssalarımıza bakalım geç
kalmadan:
Orta
yaşlı anne, baba, yaşlı dede ve çocuktan oluşan bir ailede yaşanan dram
yüklüdür birinci kıssamız. Kıssa bu ya! Dede iyice yaşlanmıştır. Hareketlerini
kontrol etmekte zorlanmaktadır. Yemek yerken üstü başına döker ağaç kaşığa
aldığı çorbayı. Özellikle evin annesi rahatsız olmaktadır kayınpederinin
hallerinden. Sürekli sürat asmakta; sıcak yuvada fırtınalar estirmektedir. Baba
da babasının hareketlerinden memnun değildir.
Duruma
bir çare üretilir. Marangozluk işlerinden de anlayan baba bir tahta çanak çakar
apar topar. Dede, çorbasını odanın uzak bir köşesinde içmektedir oğlunun
kendisine layık gördüğü çanakta. Çok üzülmektedir dedesinin sefil haline çocuk.
Bir gün eline geçirdiği tahta parçalarından bir şeyler yapmaya çabalar.
Anne-baba çocuğa ne yapmak istediğini sorar. Çocuk:
Bir
tahta çanak yapmak istiyorum. Yaşlandığınız
zaman çakacağım bu çanakta yemek vereceğim size der. Masalsı kıssalarımız güzel
biter çoğu kez. Anne-baba hatalarını idrak edip gereğini yaparlar. Dededen af
dileyip sofralarını birleştirirler.
Aynı
konuyu anlatan, sepet masal, kıssasının birkaç versiyonu anlatılır. Bir öğretmen
arkadaşımın anlattığı kısa bir versiyonunu anlatacağım. Yine bir çekirdek aile!
İyice yaşlanmış pamuk sakallı dede, burnu yukarlarda gelin. Ve pısırık,
kişiliksiz baba ve melek yüzlü riyasız, yalansız bir çocuk ailemizi oluşturmaktalar.
Aksakallı
dede tıpkı tahta çanakta betimlenen dedenin davranışlarını sergilemektedir.
Zamanlı zamansız söze girmesi… Sık sık gittiği tuvalette uzun süre kalması
gelinin iyice canı sıkmaktadır. Gelin, günlerce dededen yakınmakta, soruna bir
çare bulunmasını istemektedir. Evin eli iş tutan erkeği, soruna bir çare
üretir!
Günlerden
bir kış günü, dedeyi bir sepete koyduğu gibi karlı dağların yolunu tutar. Dağın
doruklarına yakın bir kayanın karlı kaplı cephesine babasını bırakıp yönünü
köyüne çevirir. Yaşlı dede son bir gayretle oğluna seslenir:
Oğul,
sepeti burada bırakma. Yaşlandığın zaman torunuma lazım olur bu sepet… Neyse bu
kıssa da güzel biter. Yaptığından nadim olur oğul. Yaşlı gözlerle babasına
döner. Sepeti sırtlanarak köyünün yoluna revan olur…
Büyüklerimiz
bizlere vereceği öğütleri masal ve kıssalarla süsleyerek anlatırlardı. Bu
kıssaları ben de, 70’e iyice merdiven dayamış bir yurttaş olarak anlatıyorum.
Torunlarım var sevimli! Dede diye hitap ederler bana! Telefonla görüşüyoruz
ancak. Görüntülü konuşuyoruz. Nasılsınız dede diye soruyorlar?
İyiyim
diyorum! Bir haftalık zaman diliminin sadece beş gününde toplam 15 saat sokağa
çıkma, parklarda dolaşma hakkımız var. Sizler şanslısınız! Çok yakında
okullarınıza uçacaksınız kuşlar gibi. Biz 65’liler okullarına giden çocukları
seyredeceğiz balkonlardan gözlerimizdeki yaşlarla…
Sadede
gelelim! İnsanlık, yaşlılarına ilgi, itina göstermeyi gerektirir. Bizler, evet
bizim kuşak, yoksulluklar içinde gocunmadan, kafa, kol enerjimizi halkımızın
mutlu geleceği için sonuna kadar koşulsuz harcamış bir kuşağız. Yolsuz, susuz,
ışıksız köylerde doğup büyüdük. Çıra ve isli lamba şişelerinin ışığında ders
çalıştık. Toplum çıkarını kişisel çıkarımızın önünde tutmayı yaşamımızın
biricik düsturu yaptık.
Yurttaş
hak ve görevlerini içselleştirerek yaşadık. Yasalara uyduk. Devlet malını
canımız gibi koruma çabası içinde olduk çalışma yaşamımızda… Özellikle birçok
siyasi büyüklerimizin, hükümet etme yöntemlerini kınadıkları batı ülkelerinde
65 yaş üstü, yaşlı yurttaşlarına sokağa çıkma kısıtlaması uygulamazken
bizimkiler biz 65 üstlülere bu kısıtlamayı niçin reva görüyorlar. Erken terki dünya edemediğimiz için çok mu
hatalıyız!!!???