“Modern devletler eğitimi hem sosyal ekonomik
kalkınma hem de bir ulus oluşturma aracı olarak gördüler.” Diyor gazeteci Şahin
Aybek. Eğitimin amacı ancak bu kadar kısa ve gerçekçi anlatılabilir.
Öğrencilik yıllarımızda okuduk ders
kitaplarında. Ülkemiz az gelişmiş bir ülkedir. Kalkınmakta olan bir ülkedir.
Kısa sürede dünyanın sayılı güçleri arasına gireceğiz. İtalya düzeyine ki,
sanayi kast ediliyordu, on yıl kalmadan erişeceğiz. Almanya’yı da yakalayacağız!
Öğretmenlerimizin ulus olma konularındaki coşkulu anlatıları kanımızın akışını
daha bir hızlandırırdı. Çocukluk, ilk gençlik, delikanlılık yıllarımızı böyle tatlı
hayallerle yaşadık.
Öğrenim
düzeyimiz yükseldikçe algılama gücümüz de arttı. Ülke sorunlarına, kalkınma
çalışmalarına daha bir yakından bakma anlayışımız, hevesimiz daha bir
körüklendi. Almanya’dan izne gelen gurbetçi büyüklerimizin ballandırarak
anlattıkları batının kültür ve refah düzeyiyle ilgili masalsı öykülerini
hayranlıkla dinlerdik.
Daha sonra
Avrupalıların kurduğu birliğe gireceğiz hayâlıyla yaşadık yıllarca. AB’ye bir
kabul edilirsek güneş daha bir parlak ışıklarla doğacaktı ülkemiz ufuklarında.
İşsizlik, enflasyon gibi tanımlar silinecekti hafızamızdan. AB’ye kabul
edilmeyeceğimizi artık konuşmaya başlayan çocuklarımızdan coronadan ölüm
meleğiyle cebelleşen en yaşlımız da farkında artık!
Ülkemizde
sık sık müfredat değişikliği, sık sık Milli Eğitim Bakanlarının değişmesi,
atanan her yeni bakanın eğitim çalışmalarını farklı yöntemlerle sürdürmesi
isteği; eğitim-öğretim alanında da çağı yakalamamız olanaklı olmuyor. Denetimsiz
bir kurum düşünülebilir mi? Okullarımızın yıl içinde en az iki kez teftiş
geçirmesi amaçlanırdı. Sene başında müfettişler okul idaresini, öğretmenleri
teftiş eder. Varsa aksayan yönler; önerilerini söyleyip okuldan ayrılır. İkinci
kez sene sonuna doğru teftiş yapılır, çalışmalar değerlendirildi. Müfettişler
sınıfa girmiyor, öğretmenlerin çalışmaları değerlendirilmiyor yetesiye…
Sonuç
PISA (Uluslararası öğrenci değerlendirme programı), TIMMS (Uluslararası
matematik ve fen bilgisi çalışması) deneme sınavlarında öğrencilerimiz yüzümüzü
güldürecek sonuçlar alamıyor maalesef. Hele ülkemizdeki üniversite sınavlarında
bazı derslerde sıfır çeken öğrencilerimizin fazla olmasının acısını ulus olarak
ne kadar hissetsek de; çözüm için gerekli çalışmalardan uzak kalıyoruz!..
Eğitim-öğretim,
kültür, sanat, endüstri, spor vb. alanlardaki başarılarına parmak ısırtan
AB’nin saygın üyesi bir üyesi Finlandiya’nın bu andaki durumuna nasıl geldiğini
irdeleyelim. Fin kültürünü yükseltmek isteyenlerin başına Snelman adlı
yurtsever bir Finli geçer.
John Wilhelm
Snelman (1806-1881) yılları arasında yaşar. Snelman, dönemin büyük bir kültür
insanı, derin bir filozof ve ünlü bir siyasetçi. Büyük ünü, Fin Kültürünü
yaratan halk öğretmeni olmasından geliyor. Bataklık ülkesini beyaz zambaklar
ülkesine dönüştürme düşüncesini şöyle açıklıyor.
“Finlandiya her zaman emperyalist iki
büyük komşusu Rusya ve İsveç tarafından işgale uğrama tehlikesi ile karşı
karşıyadır. Ne zaman bizim ülkemiz büyük komşulardan daha yüksek bir uygarlığa
sahip olursa ancak o zaman tehlike savuşturulmuş olur.”
Snelman,
bir avuç genç öğretmen, din adamı, avukat, memurla birlikte halka
eğitim-öğretimi yaymak amacıyla büyük bir seferberlik ilan etmiş. Bu konuda
şöyle seslenirmiş:
“Aydın
olmak demek modaya uygun elbise, şapka giymek ve kolalı gömlek giymek değildir.
Aydın kesim halkın beyni konumundadır. Halkımız sizi iyi bir eğitim aldıktan
sonra yüksek bir gelir elde ediniz, geceleri eğlenesiniz diye o konuma
getirmedi. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Onlar yozlaşmışlardır. Amaç
ulusal düş, ulusal ruh, ulusal iradeyi güçlendirmektir.”
Snelman,
bütün köylüleri, işçileri, imalatçıları ve bütün halk kesiminin her yönden
aydınlanmasını öğrenim ve eğitim hayatının en önemli görevi saymış. Ülke
halkının çoğunluğunun böyle ilkel, görgüsüz ve eğitimsiz kalmasına seyirci
kalmak ayıptır, suçtur… Uygarlık meşalesiyle aydınlanan bir insanın buna
duyarsız kalması cinayettir gibi takdire şayan fikirlerle halkını uzun yıllar
süren uykudan uyandırmış.
Finler,
kendileri için geceli gündüze katan ve zorlukları göğüsleyen liderlerinin çaba
ve çalışmalarına bigâne kalmaz. Uygarlık yolunda girdikleri savaşta halk olarak
bir vücut olup birlikte yürürler. Okullar açılır. Bilim insanı yetiştirmek için
öğrenciler kıtanın en donanımlı üniversitelerine eğitime gönderilir. Tarım,
sanayi için başarılı çalışmalar yapılır. Çoğu cahil halk aydınlanmanın
nimetlerine kavuşur. Hastalıkların önü alınır. Ve Finlandiya günümüzde
özellikle eğitim sistemiyle dünyaya örnek bir ülke konumuna yıllar önce kavuşur.
Finlandiya
ulusu, Snelman’ın kalkınma adına yaktığı meşale ülkesinin tüm kesimlerince kuşaktan
kuşağa taşınarak ülkelerinin kalkınmasını, aydınlanmasını sağlar… Fin halkı
bilim ışığında uygarlığın tüm nimetlerinden yaşayıp ak laleler ülkesi haline
getirdikleri buzlar ülkesinde gönençle yaşıyorlar şimdi…
Bu
bilgileri ikinci kez okuduğum Atatürk’ün de okuyup askeri okullarda
okutulmasını zorunlu tuttuğu Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitaptan edindim.
Bizde bu işler kalkınma, aydınlanma hamleleri nasıl gelişti?
Yıkılmış
bir imparatorluğun külleri üzerine yeni bir devlet kurdu ulusumuz Atatürk önderliğinde.
O yıllarda kahır çoğunluğu köylerde oturuyordu halkımızın. Tıpkı Fin halkının
aydınlanma öncesi durumundan farksızdı durumumuz. Okuma-yazma yok. Hastalıklar
alabildiğine baskın. Yol yok, su yok. Yok yoklar adım başı! Elektriğin ne
olduğunu kırsal kesimde bilen yok dersek abartı yapmayız.
1935
yılında Atatürk, eski kurmay subaylarından Saffet Arıkan’ı M.E. Bakanı atar. Ve
aynı yıl efsanevi eğitimci İsmail Hakkı Tonguç bakan tarafından İlköğretim
Genel Müdürü olarak göreve getirilir. Okulsuz eğitimsiz köylerimizin aydınlanma
seferberliğine başlanır. Önce eğitmen kursu açılır. Köylere bir an önce
öğretmen göndermek hedeflenir. Bu çalışmalar ışığında köy öğretmeni yetiştirmek
için projeler üretilir.
Nihayet
1940 yılında gerekli yasa çıkarılarak 1954 yılında kapılarına kara kilitler
asılıncaya kadar yıl yıl 21 Köy Enstitüsü açılır. Yetiştirilecek öğretmenin köyün özelliklerini
tanıyan, köyde önderlik yapacak nitelikte olması hedeflenir. Bunun için klasik
öğretmen yetiştirilmesi yöntemlerinden öte farklı eğitim yöntemlerinin
uygulanır. Öğretmene, köyde sadece okuma yazma çalışması yapmayıp, halkı
eğitme, aydınlatma görevi de verilir.
Benimsenen
ilkeler, okuyan, düşünen bireyler yetiştirmek. Halka yönelme, ulusça
çağdaşlaşma, uygarlaşma, vatan ve insan sevgisi, sosyal bilinç gelişimi, kuru
ezbercilik değil öğrendiğini uygulama, çevre ve doğayı, toplumu değiştirip
geliştiren iş eğitimi… benzeri ilkeleri hayata geçirecek bilgi ve beceri
donanımına sahip öğretmen yetiştirdi bu kurumlar… Kısa sürede köylerimize ışık
oldu enstitülü öğretmenler. Aralarından yazarlar-şairler çıktı yüzümüzü ak
eden.
Ülkemizde
ise, Köy Enstitülerinin fikir babası ve gecesini gündüzüne katarak savaş
yıllarının olanaksızlıkları içinde okulların açılması için insanüstü çaba
harcayan İsmail Hakkı Tonguç ve uygulamada kendisini koşulsuz destekleyen M. E.
Bakanını görevden alınmasını izledik. O insanları itibarsızlaştırdık. Lakin
kapatılmalarının üzerinden neredeyse üççeyrek yy. geçen Köy Enstitülerinin
yaşamımıza yaptığı olumlu katkıyı unutamıyoruz.
Sonuç
ne oldu. Finlandiya birlik beraberlik içinde bilim insanlarının yolundan
giderek her yönüyle örnek ülke olurken bizim büyük emeklerle açtığımız köy
okulları da bir bir kapandı. Ülke koşullarına uymayan uygulamalar sonucu
üretici olan köylümüz kentlere taşındı. Anadolu toprakları yetesiye işlenmez
oldu. Büyük kentler köy görünümü aldı. Kalabalıklaşan kentlerde eğitim-öğretim
sorunları gün gün katmerleşerek çözüm bekliyor...
Çözüm,
Finlandiya örneği, çözüm, cumhuriyetin kuruluş ayarlarına dönmek, çözüm okuyan,
sorgulayan üretken bireyler yetiştirecek biçimde müfredatlar uygulamak… Çözüm
köylerimizi canlandıracak köy Enstitüsü deneyimizi günü koşullarında yeniden
uygulamaya koymak. Çözüm kişisel siyası hırsları bırakıp birlik beraberlik
içinde kalkınma hamlesini yeniden başlatmak. Çözüm: Süper güçlere boyun eğmemek
için Türk Kültürünü onların kültür düzeyinin üzerine çıkarmak için çok çalışmak…Atatürk’ün
dediği gibi: “Tek bir şeye ihtiyacımız var çalışkan olmak.”